1968 ya da 1969 olmalı, Eskişehir'de 19 Mayıs Ortaokulu'nda, zorunlu din dersinde öğretmen yine tahtaya çağırıyor: "Gel bakalım Haydar efendi, namaz nasıl kılınırmış bize bir göster!" Orta ikiye gidiyorum, son 5-6 derstir, Abdurrahman mı Abdürrahim mi, artık adını unuttuğum din dersi öğretmeni beni kaldırıyor, masanın üzerine çıkıp namaz kılmamı istiyor. Bir-iki derken, sınıf arkadaşlarım da alıştı, dersin sonuna doğru bakışlar bana yöneliyor, çok geçmeden de hocanın gevrek sesi duyuluyor: "Kalk bakalım Haydar efendi..."
Okulun, 'Ekin' adını verdiğimiz duvar gazetesini hazırlıyorum, şimdi uzaklarda olan canım arkadaşım Şahin'le birlikte. Türk Dil Kurumu'ndan uzmanların, yazarların söyleşilerine gidiyorum, Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS'ün boykotunu destekleyen metinler yazıyorum. Derslerim de iyi, hemen hepsi demokrat ve solcu olan öğretmenlerimle aramız da iyi. Ama din dersi öğretmeniyle aramız iyi değil, çünkü İslam mezheplerini anlatırken Aleviliği saymıyor, ben de ona itiraz ediyorum, o da kestirip atıyor, sonra da her dersin sonunda beni namaz kılmaya zorluyor.
Babam TİP'liydi, 1965 seçimlerinde TİP'e oy vermişti, sanırım o zamanki TİP Eskişehir il yönetiminden avukat Turgut Kazan'la da tanışıyordu, beni de bir-iki kez partiye götürdüğünü hatırlıyorum. Atatürk'ün Lenin kalpaklı fotoğrafı ilk oradan kaldı aklımda. Ailede Kuran okumayı bilen yalnızca Hüseyin Dedem, annemin babası, o da Ankara'da memur. Rahmetli Nazlı babaannemin ilk torunu, ilk gözağrısı olduğum için, o ne derse yapmak istiyorum. Çünkü annem kadar emeği, ilgisi ve şefkati var benim ve kardeşlerimin üstünde. Okuması yazması olmayan, ama dünyayı, hayatı, insanları sezgisiyle, deneyimiyle kavrayan, anlayan bir 'bilge ana'. Hala eksikliğini duyarım, sık sık da orada, Eskişehir'de olduğunu, çoktandır ona telefon etmediğimi düşünüp suçluluk duyarım, hatırası öyle canlı ki hala. Sonra onun çoktan sonsuzluğa göçtüğünü hatırlayıp kederlenirim.
Nazlı babaannem, okumayı çok sevdiğimi bildiği için galiba en çok da benden ümitliydi. İlkokula giderken bir yaz tatlinde beni bir köşeye çekip "Oğlum, Kuran okumasını bilenimiz yok, Kuran bize de hak, yarın ölsem gözlerim açık gidecek, kimse Kuran okumayacak başımda" deyip beni çok duygulandırmıştı. Hem o yarın ölecekmiş gibi çok üzüldüğümü, hem de yarın ölürse açık gözlerinin bana çevrili olacağını düşünüp, çocuk ruhumu bir korku ve acının bürüdüğünü hatırlıyorum. İki yaz babamdan, dedemden gizli camideki Kuran kursuna yolladı beni. Sonra malum şeyleri ben de yaşadım, cami hocasının şerrinden, sopasından yıldığım için gitmemeye başladım. Fakat o zamanlar ezberim kuvvetli olduğu için hayli sure ve dua ezberlemiştim. Artık aileden kimsenin gözleri açık gitmeyecekti...
Ortaokulda namaz kılmayı öğrendiğim zaman da sevinmişti babaannem, oturduğumuz semtler çoğunlukla Sünnilerin yoğun olduğu yerlerdi, Ramazan ayı gelip de kadınlar 'mu-kabele'ye başlayınca babaannemi bir mahcubiyet, bir üzüntü alırdı, o yüzden ona da bir kaç dua ezberletmiş, namaz kılmasını da öğretmiştim. Bir de seccade almıştı kendine. Anneannemse bir 'ağa kızı'ydı, 'züğürt ağa' diyelim, züğürt müğürt ağa kızıydı ya, o yüzden hem kendine çok güvenli, hem de hayli dalgacıydı, hala öyledir, laf çarpardı babaanneme, "babaanneniz namaza başlamış, öbür taraftan çağırıyorlar galba" derdi.
Sohra işin tadı kaçtı, adımdan ve Alevi oluşumdan doğru bana namaz kılma cezası veren din dersi hocasına 5-6 ders sonra itiraz ettim. Her zamanki yılışık, gevşek ve kindar tavrıyla "kalk bakalım" deyince diklendim, "kalkmıyorum" dedim, şaşırdı, bir an durdu, "nasıl kalkmazsın?" deyince, "benden başka Müslüman yok mu bu sınıfta?" dedim, hiddetlendi, ağzından köpükler saçarak üzerime yürüdü, 'bana sakın vurmayın' deyince kalakaldı, 'çık dışarı' diye bağırırken ben çoktan sınıfın kapısındaydım. Sonrası bildik bir pislik, zorla namaz kıldırmasına ve bunu yalnızca bana yapmasına itiraz ettiğim için din dersi sözlü sınavından sıfır verdi. Babam öğretmeni mahkemeye vermek üzere harekete geçince, okul müdürü ve diğer öğretmenler araya girdi, din dersinden orta alarak sınıfı geçtim...Fakat bu hikaye burada bitmiyor, lisede de karşıma çıktı aynı 'yobaz' hoca, hem de bu kez müdür yardımcısı olarak, 12 Mart'ta, beni siyasi polise elleriyle teslim ederken, zevkten ağzı kulaklarına varmış haldeydi. Şimdi kimbilir nerede genel müdür, müsteşar veya üst düzey bürokrattır?
"Türk Olmak Kolay Değil" Haluk Şahin'in bir kitabının adıydı. Memlekette hiçbir şey kolay değil, Kürt olmak, Ermeni olmak, solcu olmak, hatta ne tuhaf bazen Müslüman olmak, bazen Türk olmak bile kolay değil! Alevi olmaksa eskiden zordu, şimdiyse hiç kolay değil! Niyesi çoktur, yine konuşuruz.
Haydar Ergülen
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy39847 = 'haydaree' + '@';
addy39847 = addy39847 + 'yahoo' + '.' + 'com';
var addy_text39847 = 'haydaree' + '@' + 'yahoo' + '.' + 'com';
( '' );
39847 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
BİRGÜN - 14 Ocak 2008