Erdoğan siyasal kararlılık gösterebilecek mi? (3)
Alevi yurttaşlarla barışmanın yolu...
Demokrasi ve hukuk diyorsak, Anayasa Mahkemesi vazgeçilemeyecek bir kurumdur, hayati önem taşır.
Ancak, bu ülkede Anayasa Mahkemesi’nin hukuk ve demokrasi açısından kendi saygınlık ve inandırıcılığına özellikle son bir yıldır büyük darbeler indirdiğini düşünüyorum.
Geçen yılki 367 kararı bence hukuk tarihimize bir skandal niteliğiyle geçmiştir. Abdullah Gül’ün Çankaya yolunu kesmek için askerle üstü örtülü işbirliği halinde verildiğine inandığım bu karar, o tarihlerde de eleştirdiğim gibi, bir ‘hukuk cinayeti’dir.
Bunun gibi, Anayasa Mahkemesi’nin üniversitelerde türban ve başörtüsü yasağını kaldıran TBMM kararını (ki 411 oyla alınmıştı) iptal etmesinin de hukuk ve demokrasiye bir başka darbe olduğu kanısındayım.
Anayasa Mahkemesi’nin son olarak AKP’yi “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” ilan etmiş olması da bir başka büyük yanlıştır.
Aynı Anayasa Mahkemesi’nin kıl payı da olsa AKP’yi kapatmayarak bir ‘yargı darbesi’ne geçit vermemiş olması elbette son derece olumlu bir gelişmedir.
Ama böyle bir gelişme, Anayasa Mahkemesi’ne damgasını vuran ‘otoriter laiklik’ anlayışını ya da ‘militan laiklik’ zihniyetini demokrasi ve hukuk açısından aklamaz.
Türkiye’de rejimin tepesinde öteden beri sallanan ‘asker-sivil vesayetçilik’ten kurtulmak ve gerçek demokrasiye ulaşmak için ‘otoriter-militan laikçilik’i etkisizleştirmek, bunun yerine, AB demokrasilerinde geçerli ‘demokratik-liberal laiklik’ anlayışını benimsemek şarttır.
Bu anlayışı Türk yargısında içine sindirmiş olanlar hiç kuşkusuz var. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nde büyük çoğunluğun böyle olmadığı son AKP kararında ortaya çıkmıştır.
Ne yapmalı?
Türban yasağı konusunda yeni bir anayasal hamle mi?.. Ya da Anayasa Mahkemesi’nin kompozisyonunu değiştirecek ve üyelerinin bir bölümünün Meclis tarafından seçimini öngörecek bir anayasal değişiklik mi?
Bunların zamanı değil.
Böylesi adımlar bir yandan yine Anayasa Mahkemesi’nden döner, öte yandan yeni deliller ile ek bir kapatma iddianamesine yol açabilir.
Daha da önemlisi:
AKP tarafından yapılacak böylesi hamleler, Türkiye’yi yeniden gerer, istikrarsızlığın değirmenine su taşır.
Cumhurbaşkanı Gül’ün bu köşede yayımlanan açıklamalarında yer aldığı gibi, Türkiye’nin gerginliğe, kutuplaşmaya değil, öncelikli olarak ‘özeleştiri ve empati’ye, yani herkesin yanlışları gözden geçirmeye ve kendisini karşısındakinin yerine koyarak eleştirel düşünmeye ihtiyacı vardır.
Şimdi AKP’nin ‘diyalog köprüleri’ kurması lazım.
Önyargıları kırmak ve kendisini daha iyi anlatmak için de, Türkiye’nin bazı temel sorunlarını ‘geniş bir mutabakat’la çözebilmesi için de, “Laiklik elden gidiyor mu?” sorusunda düğümlenen kaygıları dağıtmak için de bu diyalog ortamlarına AKP’nin ihtiyacı vardır.
Bu çerçevede bir başka çok önemli noktaya Şahin Alpay dünkü yazısında şöyle değinmişti:
“Ben, aynen Başbakan Erdoğan gibi, AKP’nin laikliğe aykırı herhangi bir icraatı olduğunu düşünmüyorum.
Anayasa Mahkemesi’nin temsil ettiği, yaklaşık yüz yıl önce, cumhuriyetin kurulduğu dönemde, bir tek parti yönetimi altında benimsenen otoriter laiklik anlayışının çoktan miadını doldurduğuna, artık terk edilmesi gerektiğine kesinlikle inanıyorum.
Ancak gerek Sayın Başbakan’ın, gerekse başında olduğu hükümetin ve partinin Nisan 2007’den bu yana yaşananlardan dersler çıkarması gerektiğini de düşünüyorum.
Toplumun azımsanmayacak bir kesimi, Refah Partisi geçmişinden kaynaklanan nedenlerle, AKP lider kadrosunun laikliğe bağlılığından içtenlikle kuşku duymaktadır.
Bu kesimlerin samimi kuşkularının, bir uçta bürokratik vesayetin sürmesinden yana olan CHP’den, öteki uçta demokrasinin yıkılması için çalışan Ergenekon çetesine kadar uzanan çevreler tarafından sömürüldüğü ortadadır.
Öyleyse, AKP hükümetinin öncelikli hedefi, söz konusu kuşkuları gidermek, endişeleri sömürülen yurttaşların güvenini kazanmak olmalı.
Bu bağlamda yapılacak ilk iş, Alevi yurttaşların temsilcileriyle görüşmeler yoluyla saptanacak taleplerinin karşılanmasıdır.
Sayın Başbakan, Bağdat ziyareti sırasında, “Ben ne Sünniyim, ne de Şiiyim, Müslümanım” dedi.
Başbakan bir fert olarak inançlı bir Sünni olabilir ve buna yerden göğe kadar hakkı vardır.
Ama bütün Türkiye’ye laikliğe bağlılığı konusunda güven vermek için, “Ne Sünni, ne de Alevi” olduğunu ifade etmesi de yetmez; bütün inançlara ve inançsızlara eşit mesafede durduğunu bütün davranışlarıyla göstermek durumundadır.” (Zaman, 7 Ağustos 08)
Kısacası:
‘Alevilerle barışmak...’
Ve dünkü yazımda belirttiğim gibi, devleti de demokratikleştirerek ‘Kürtlerle barışmak...’
Türkiye’yi gerçekten yumuşatmak, Türkiye’ye iç barış ve huzuru getirmek ve AB yolunda yürümek için bu yollardan geçmek zorundayız.
Peki ya bunun için Başbakan Erdoğan gerekli ‘siyasal kararlılığı’ gösterebilecek mi?
Yarın dördüncü yazı:
Ne yani Erdoğan teslim mi olsun?..
Hasan Cemal
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy99640 = 'h.cemal' + '@';
addy99640 = addy99640 + 'milliyet' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
var addy_text99640 = 'h.cemal' + '@' + 'milliyet' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
( '' );
99640 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
MİLLİYET - 8 Ağustos 2008