Hüseyin DEMİRTAŞ
Türkiye bir yerel seçimi daha geride bıraktı. Bu seçim de geçti ama nasıl geçti? Gerçek bir seçim miydi yoksa daha önce olduğu gibi yine temsilcilerimizi seçtiğimizi mi zannettik? Seçim her şeyden önce çok kanlı geçti. Yurdun değişik yerlerinde seçme işini gereğinden fazla ciddiye alanların çıkardığı kavgalarda 20’nin üzerinde kişi hayatını kaybederken, yaralıların çetelesini maalesef kimse tam tutamadı.
Ha keza yine halkın gerçek temsilcilerini seçtiğimizi sandık ama yine parti liderlerinin iki dudağının arasından çıkmış kişileri yerel yönetici olarak ilan edip koltuklarına oturttuk. 12 Eylül Anayasası’nın geride bıraktığı enkaz yerel yönetimler alanında da olduğu yerde kalmaya devam etti. Ne yerel yönetimler özerkleşmişti ne de yerel yöneticilerin yetkileri artmıştı. Belediye başkanı, il ve belediye meclislerinin kaderi yine pek çok hususta doğrudan Ankara’ya sıkı sıkıya bağımlı kalmayı sürdürdü.
Sonuçta kendi belediye başkanımızı, il genel meclisimizi seçtik zannettik ama bu seçtiklerimiz bizim değil Ankara’da oturan üç liderin (Erdoğan-Baykal-Bahçeli) bizlere dayattığı kişilerdi. Buna aslında seçim demektense, tiyatro veya ortaoyunu demek daha yerindeydi. Demek ki Türk usulü temsili demokrasi böyle oluyor… Hiçbir şekilde ön-seçim, parti tabanının adayları belirlemesi diye bir şey yoktu! Ya ne vardı? Ankara’nın seçmene dayattığı kişiler vardı… Onlar da aynen milletvekili seçimlerinde olduğu gibi, aday adaylığı aidatını ödeyebilmiş hali vakti yerinde yurttaşlarımızdı. Parası olan seçilme hakkını kullandı. Parasıza-yoksula ise sadece „seç bunu“ diye dayatılanları seçmek düştü. Hani her Türk vatandaşı seçme ve seçilme hakkına sahipti? Geçelim bunları, kandırmaca bunlar…
Bizler hakikaten seçimlerde bir kandırmaca mı oynuyoruz? Evet, bir yerde öyle ama bir gerçek daha var. O da şu: Hukuktaki bir kaideye göre, mevcut yasalar ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, yürürlükte oldukları müddetçe onlara uymak mecburiyeti vardır. Beğenelim beğenmeyelim. Türkiye’deki mevcut seçim yasaları ve siyasal partiler kanunu böyle yapılmış ve halk olarak bizler maalesef bunlara uymak ve değişinceye kadar sonuçlarına katlanmak zorundayız.
29 Mart Mahalli İdareler Seçimi’nde de böylesine bir zoraki katlanmaya maruz kaldık. Her ne kadar bu seçim gerçek anlamda bir seçim olmasa da, yine de halkın belli tercihlerini kabaca ortaya serdi. Ayrıca başta iktidar partisi AKP olmak üzere büyük partiler büyük oranda kendilerine yarayan bu seçim sistemini bile ihlal etmekten kaçınmadılar. Bozukta olsa, yanlışta olsa sonuçta her sistem kendi içinde bir tutarlılığa sahiptir ama bunlar kendi içlerinde bile büyük tutarsızlıklar ve sahtekârlıklar sergilediler. Seçmenin iradesini iktidar partisi yönünde yontan bu sisteme bile razı olmadılar ve yurdun pek çok yerinde oy hırsızlığı vakaları kayda geçti. O nedenle AKP’nin aldığı yüzde 39’luk oy pastasından bu türden olayları göz önünde bulundurarak en az 5 puan kesip yüzde 34’e indirmek gerekiyor. Zira seçim öncesinde AKP, kazanamama riski olan yerlerde kütüklere bindirme seçmen yazdırma, iktidar olmanın verdiği avantajla halka ve belli çevrelere dağıttığı yardımlar ve verdiği rant sağlama sözleri yanında, sayım sırasında da kasıtlı elektrik kesintileri, oy sandıklarını çalma ve sandık tutanak sonuçlarında oynamalar yapmıştır. Bu türden vakalar özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük seçmen kitlesine sahip illerde ayyuka çıkmıştır. Yine AKP özellikle Doğu ve Güneydoğu illerinde de sivil ve asker bürokrasisinin tamamıyla DTP’ye karşı kendisini desteklemesine ve çeşitli sandık hilelerine karşın çok büyük oranda oy kayıplarına uğramıştır.
SEÇİM TÜRKİYE’Yİ ÜÇE-DÖRDE BÖLDÜ
Bütün bunları göz önüne alarak, 29 Mart seçimlerinin mutlak mağlubunun AKP olduğunu ilan etmekte bir sakınca yoktur. Buna karşılık muhalefet cephesinde de mutlak galip birini gösteremeyiz. CHP ve MHP ile DTP de oylarını artırmıştır ama DTP hariç bu iki partiyi mutlak galipler ilan etmek yanlış olur.
Bu çerçeveden bakınca, aslında seçim sonuçları Türkiye’de mutlak galipler yerine keskinliği gittikçe artan cepheler yaratmıştır. AKP, İç ve Orta Anadolu kentlerine hapsolurken, CHP ve MHP Türkiye’nin kıyı bölgelerinin hâkim rengi olmuştur.
Öte yandan halk AKP’ye sarı kart göstermiştir ama karşısında bir iktidar alternatifi bulamadığından, desteğini tam anlamıyla çekmekten de geri durmuştur. Nitekim AKP kaybettiği yerlerin bile genellikle ikinci büyük partisi olmuştur. Ne ekonomik kriz, ne yolsuzluklar ve ne de CHP ile MHP’nin çıkardığı parlak adaylar AKP’yi durdurmaya yetmemiştir. Kısaca AKP yüzde 61’lik bir karşı seçmen kitlesinin karşısında bir heyula gibi dururken, yerel yönetimlerde yüzde 50’den fazla belediyeyi beş yıl elinde tutacağı gibi, genel iktidarda da en az bir 3,5 yıl daha Türkiye’nin kaderine hükmedecektir.
YENİ BİR İKTİDAR ALTERNATİFİ YARATMAK ZORUNLU
Sorun "AKP ile birlikte yaşamaya tamamen alışmalı mıyız yoksa karşı yeni bir iktidar odağı yaratmaya mı başlamalıyız?“ cümlesinde düğümlenmektedir.
Hâlbuki birlikte yaşamaya alışmaktan çok bir iktidar alternatifi yaratılmaya odaklanılsa halkımız ve ülkemiz bundan daha kazançlı çıkar gibi görünüyor. Seçim sonuçları da, aslında AKP’nin hızlı bir düşme eğilimine girdiğini ve yeni bir seçenek yaratmanın gerekliliğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. İyi örgütlenecek bir iktidar seçeneği, bir sonraki seçimde AKP karşısında büyük bir üstünlük elde edebilecektir. Çünkü Türkiye’nin siyasal tarihini iyi incelediğimizde ve doğru okuduğumuzda, seçmen DP, AP ve ANAP gibi partileri iki dönemden fazla iktidarda tutmamıştır. AKP de aynen öncülü partiler gibi büyük halk kitlelerinin durumunda gözlenebilir bir iyileştirme yaratamadığından artık bir sonraki seçimde tepetaklak gitmeye mahkûmdur. Bu determinizmi görerek harekete geçilmelidir. Ya geçilmezse ne olur? Olacağı şudur: AKP son seçimlerdeki gibi yine bir alternatifi çıkmazsa, tüm olumsuz icraatına rağmen gelecek seçimde de iktidarda kalmaya devam eder.
Bu tabloya karşılık Türkiye’de yeni bir iktidar seçeneği yaratma işi de oldukça problemlidir. Seçim sonuçlarına bakılırsa, halk sanki bu işle CHP’yi görevlendirmiş gibidir. Buna karşılık CHP’nin bu rolü taşıyıp taşıyamayacağı şu haliyle çok şüphelidir. Çünkü CHP bırakın kendisine oy veren sosyal demokratlar, modern tarzda yaşayanlar, laikler ve Alevilerin beklentilerini karşılamayı; milliyetçilikle malul olmasından dolayı Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerde oyunu yüzde beşe bile çıkartamamaktadır. Yine Orta ve Doğu Anadolu’daki çoğu milliyetçi-muhafazakâr illerde yüzde 2-3’lerde gezinmektedir. CHP’nin bu bölgelere nasıl, hangi yolla ve ne gibi projelerle ulaşabileceği ve çekim merkezi olup olamayacağı büyük bir muammadır. Sırf bu nedenler ve açmazlarla CHP mevcut haliyle yeni bir iktidar seçeneği olmayı başaramayacak bir parti olarak karşımızda duruyor.
Şurası çok açıktır ki, tüm Türkiye’yi kucaklayamayan ve ülkenin en az üç bölgesinde esamisi bile okunmayan bir parti iktidar alternatifi olamaz. Eğer CHP kendini yenileyemez ve değiştiremezse, ileride bırakın tek başına iktidara gelebilmeyi, koalisyon ortağı bile olmakta çok zorlanacaktır. Son seçimde İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu, İzmir’de Aziz Kocaoğlu gibi popüler ve kişilikli adaylarla bir hareketlilik yaratmış ve seçmen üzerinde kısmi anlamda bir umut oluşturmuştur ama bu başarılı görünüm CHP genel merkezine yansımazsa, bir saman alevi gibi çar çabucak sönmeye mahkûmdur. Zira CHP’nin yüzde 23’ten daha fazla seçmene ulaşamamasının nedenleri yapısaldır. Partinin bu engeli aşması oturduğu resmi/otoriter/milliyetçi ve halkı hiçe sayarak sıkıştığında ordudan medet uman yönetim tarzı itibariyle şimdilik mümkün gözükmemektedir.
SEÇENEKSİZLİKTEN CHP’YE MAHKÛM OLMA ÇIKMAZI
Diğer yandan CHP bu yapısal zaaflarına rağmen yine de yerleştiği siyasal zeminde başka bir alternatifin ortaya çıkamamasından dolayı, başta Aleviler olmak üzere birçok kesim için hâlâ bir umut olmayı sürdürmektedir. Ne hazindir ama AKP iktidarda, CHP ise muhalefette alternatifsizdir.
Lakin daha çok Kılıçdaroğlu ve Kocaoğlu’nun yarattığı ivmeyle oy yüzdesini artırdıktan sonra özellikle Alevilere dönerek "İsteseniz de istemeseniz de beni seçeceksiniz“ havasına giren CHP yönetimi artık bu defa baltayı taşa vurmaktadır. Çünkü Aleviler bu seçimde CHP’ye „son kez“ karşılığını almadan kitlesel olarak oy vermişlerdir. CHP’ye Alevi desteğinin son kez olduğunun işaretleri sonuçlar iyi okunursa çok rahat çıkarılabilir. Aleviler bu seçimlerde de görmüşlerdir ki, CHP için kendilerinin „çantada keklik blok oy vermeleri“ dışında hiçbir önemi yoktur. Pekâlâ, CHP pek çok yerde tabanın ısrarlı taleplerine rağmen Sünni oylar kaçar korkusuyla Alevi kökenli adayları rahatlıkla tasfiye etmiştir. Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’li adayların hemen hepsi mümkün olduğu müddetçe cemevi ziyaretlerinden uzak durup, Aleviliğini gizleme veya en azından öne çıkarmama ihtiyacı duyarken, bazı tarikat çevreleriyle görüşmektense çekinmemişler; Kuran kursu ve çarşaf benzeri „açılımlarla“ Sünni seçmene şirin gözükme yarışına girmişlerdir.
Yine olumsuz bir gelişme ve Aleviler arasında milliyetçi bir yarılma olarak değerlendirilse bile, başta Orta Anadolu olmak üzere bazı Batı illerinde de bir bölük Alevi seçmen, AKP karşısında güçlü olan, eğer orada CHP yoksa veya kuvvetli bir varlık gösteremiyorsa, gidip oyunu MHP’li adaya verebilmiştir. Bu durum da CHP tarafından dikkatle değerlendirilip, bu kaçışın nedenleri sorgulanarak gereği yapılmalıdır.
Görüleceği üzere CHP’yi yüzde 10 barajının üstünde tutan ve bu partiye blok halinde oy veren tek kesim olan Alevi taban da ağır ağır erimektedir. O halde CHP yönetimi bu kafayla yola devam ettiği müddetçe, partinin 1999 seçimlerindeki gibi baraj altında kalacağını tahmin etmek bir kehanet olmasa gerek…
ALEVİLER YİNE YOK SAYILDI
Eğer sonuçlara bir Alevi gözüyle bakacak olursakta, 29 Mart seçimlerinin ortaya koyduğu tablo maalesef Türkiye’nin iyi bir yolda gitmediğini gösteriyor. CHP, DSP ve DTP’nin oylarını gerçek anlamda sol oy diye saysak bile, Türkiye halkının yüzde 70’i sağda, muhafazakârlık ve milliyetçilikte birleşmiş durumdadır. Bu tablo çok iç karartıcıdır. CHP’li olmanın bile büyük cesaret istediği Erzurum, Sivas, Erzincan, Yozgat, Amasya, Kütahya benzeri il sınırları içinde yaşayan Alevilere, solculara ancak büyük sabır dileyebilirim. Böylesine bir halk çoğunluğuyla bir arada yaşamak gerçekten çok zor, çekilmez ve katlanılmaz olmalı…
Buna karşılık Aleviler açısından bu karanlığı yırtmak adına atılacak tüm adımlar atılmış ve çalınacak tüm kapılar henüz çalınmış değil. Nitekim seçim sonuçları, „çıkmadık candan umut kesilmez“ sözünü doğrularcasına, yeni umut kapılarını da araladı. Alevilerin ezici bir çoğunluğu, AKP Hükümeti’nin seçim rüşvetlerini, iş-aş vaatlerini ve „Alevi açılımı“ gibi sahte ataklarını elinin tersiyle bir kenara itmeyi bildi. „Aleviler, mahalle baskısını her yerde yaygınlaştıran, laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelmekten mahkûm edilmiş ama kapatılmamış bir AKP’ye kesinlikle oy vermez“ sözünü kullandıkları oyların rengiyle kanıtlamışlardır. Bu şu anlama gelir: Aleviler en güçlü ve muktedir zamanında bile AKP’ye oy vermiyorsa, başı aşağı giden ve düşüşe geçen bu partiye bundan sonra hiç rağbet etmezler!
Yine Aleviler, CHP’ye sadakatlerini de bir kez ve belki de son bir kere daha kanıtlamışlardır ama seçim süreci ve sonrasında CHP bu defa da aynı sadakati ve kadir-kıymet bilirliği gösterememiştir. O yüzden Alevi seçmen „inşallah bu mecburiyetten son oy verişim olur“ diye lanet okuyarak oyunu kullanmıştır. Aleviler arasındaki bu ruh halinin CHP tarafından bir an önce kavranması gerekiyor. Yoksa artık olanlar olacak ve emin olun ki Alevi seçmen gelecek sefer CHP’ye haddini bildirecektir…
Tabii ki, sıradan Alevi CHP’nin bu ekmek yediği tekneye tüküren tavrından çok rahatsız ama yapacağı pek bir şey de pek yok. Oysa bu burnu büyük ve sadık tabanına tepeden bakan nankör zihniyete Aleviler içinden birilerinin iyi bir cevap vermesi ve böylelerinin burunlarını iyice bir sürtmesi gerekiyor. Bunu kim, hangi grup ve nasıl yapacak?
Bize göre, Aleviler arasından bu görevi ancak ve yalnız Alevi örgütleri yüklenebilir. Bunlar yukarıda bir hareketlenme yaratarak, tabanı beraberlerinde sürükleyebilirler. Bu yükü de yaygın ve etkin bir örgütlenme ağına sahip olmaları dolayısıyla AABK-ABF bileşenleri sırtlayıp taşıyabilir. Bu bileşkenin dışında kalan irili ufaklı Alevi toplulukları da, yaratılacak ideolojik ve kitlesel hegemonya sayesinde zamanla bu ittifaka dâhil olurlar. Tüm Alevi tabanın ve örgütlerinin bir araya gelmesini ve ağız birliği etmesini beklemek nafile bir çabadır. O nedenle çok geç kalınmadan bu çarpık siyasi yapıya birilerinin acilen müdahale etmesi gerekiyor. Bu birileri de en otantik duruşu ve muhalif yapısıyla Avrupa’da AABK, Türkiye’de ise ABF’dir.
SİYASETE MÜDAHALENİN ZAMANLAMASI İYİ YAPILMALI
Her iki örgütte seçim sonrası yaptıkları değerlendirme toplantılarında hem Aleviler hem de Türkiye’nin sol, demokrat ve sosyal demokratlarını bir çatı altında toplama, iktidara ve de özellikle CHP’ye karşı solda bir alternatif oluşturma yönünde irade beyan etmişlerdir. Ayrıca ABF, yaratılacak bir iktidar alternatifinde, Alevilerin öncü rolü oynayacağının açık işaretlerini vermiştir. Şüphesiz bu iyi bir gelişmedir, ancak bu çıkışın içinin ve içeriğinin bir an önce doldurulması ve netleştirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan Alevi örgütlerinin ayrı bir siyasal yapılanmaya gitmeden önce, son defa olmak üzere CHP ve benzeri partilere bir şans daha tanımaları yerinde bir davranış olur. Zira itiraf edelim ki biz Aleviler, kendi taleplerimizi daha CHP ile bugüne kadar açık açık konuşmadık. CHP’ye giden, milletvekilliği ve belediye başkanlığı gibi makamlara gelen Aleviler hep bireysel hareket etti. Hiç kimse henüz „Ben içinden geldiğim Alevi toplumu adına şunları şunları talep ediyorum“ demedi. O yüzden artık bir sefer de son bir kereye mahsus olmak üzere örgütlü bir güç olarak gidelim ve taleplerimizi açıkça ortaya koyalım.
Tanınacak bu şansın, fırsatın kapsamı nedir ve vadesi hangi uzunlukta olacaktır?
Her şeyden önce Alevi örgütlerinin Türkiye ve Avrupa bileşenleri geniş bir katılımla tekrar bir araya gelerek, seçim sonuçlarını yeniden derin bir analize tabi tutmalıdır. Sonrasında Alevilerin siyasal iktidardan yerine getirilmesini bekledikleri temel ve ortak talepleri maddeler haline getirilerek, CHP ve DSP gibi partilerin üst yönetimlerine sunulmalıdır. Bu partilerden en kısa zamanda yapacakları olağanüstü bir kurultayda bu konuları ele almaları istenerek, ilgili partilerin tüzük ve programında Alevilerin taleplerine açık seçik yer veren gerekli değişiklikleri yapmaları şartıyla bir zaman tanınmalıdır. Aynı şekilde bu talepler sunulurken, dikkate alınmadıkları takdirde ve verilen vade dolduğunda yürürlüğe girecek yaptırımlar da açık bir dille altı çizilerek vurgulanmalıdır. Eğer başta CHP olmak üzere bu partiler, iletilen talepler için Alevileri tatmin edecek gerekli açılımları yapmazsa, artık ipler tamamıyla koparılmalı ve bundan sonra ayrı bir siyasal yapılanma yoluna gidilmelidir. Bu aşamadan sonra Aleviler artık ne yapsalar haklıdır. Zira taleplerini sunmuşlardır ama bunlara tatmin edici bir karşılık bulamamışlardır.
İşte bu noktadan sonra onları kimse tutamaz ve ayrı bir Alevi partisi de mubahtır, bu karara rağmen CHP’nin veya benzerlerinin peşinden giden Alevileri suçlu ve düşkün ilan etmekte! Yoksa önüne bir seçenek sunmadan şimdiden sıradan Alevi’yi CHP’ye oy verdiği için suçlamak abes kaçar ve ayıptır…
Zannediyorum ki Aleviler ancak yukarıdaki türden bir yol ve strateji izlerlerse, meşru bir zeminde kalmış olurlar ve kendilerini ciddiye aldırabilirler. Ayrıca taleplerini yerine getirtecek yaptırım gücü ve enerjisine ulaşabilirler. Aksi takdirde her seçim sonrası ağlaşıp, „elim kırılsaydı da oy vermeseydim“ diye söylenip rahatladıktan sonra bir dahaki seçimde yine lanet okudukları CHP’yi seçmeye mahkûm olurlar.
Sözün kısası, Aleviler hâlihazırda ciddiye alınacak toplumsal bir yapı ve yaptırım gücü yüksek bir örgütlülüğe sahip değiller. Bu yapı değişmediği müddetçe de „Benim oğlum Bina okur döner döner yine okur“ misali kendilerine pek bir hayrı dokunmayan CHP’ye oy vermeye talim edeceklerdir.
O halde soruyorum; biz Aleviler sonucu hep aynı çıkan bir deneyi farklı bir sonuç alırız umuduyla sürekli tekrarlayacak kadar aptal mıyız? Değiliz galiba ancak tersini kesin şekilde ispatlayacak bir düzey ve yetkinliğe de henüz gelmiş değiliz… Ama artık az kaldı; ha gayret!
------------ o O o -------------
Butzbach, 14 Nisan 2009
— Bu Makale Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun (AABK) Aylık Yayın Organı Alevilerin Sesi Dergisi’nin 126. Sayısında (Nisan) Yayınlanmıştır —
Alevihaber.com - 12 Mayıs 2009