Gazeteci Gökhan Özgün, “Kürt düşmanlığının Türkçesi nedir? Ben Kürt olsaydım, siyasi görüşüm ne olursa olsun, bende ne husumet duygusu yaratırdı?” sorusuna yanıt aradı.
Özgün Kürt düşmanlığını ilişkin, “Türkiye’nin güney sınırında, adını ne koyarsanız koyun, bir Kürt oluşumuna, devletine, kantonuna, Kürdistan’ına sanki kutsal bir kitapta yazıyormuş gibi karşı olmak, Kürt düşmanlığıdır” ifadesini kullandı.
Gökhan Özgün’ün Nokta Dergisi’nde yayınlanan “Artık adını koyalım” başlıklı yazısı şu şekilde:
Adını koyalım artık, mesele PKK meselesi değil, meselenin adı Kürt sorunu da değil. Meselenin adı Kürt düşmanlığı. Ya da Kürt fobisi diyelim ki, tedaviye açık olsun.
Biliyorum, ya enişteniz Kürt, ya anneannenizin annesi Kürt, yok olmadı, bir Kürt elti, Kürt yenge, Kürt bacanak illa mevcut ailenizde. Evet, ünlü bir Kürt Cumhurbaşkanımız da oldu. Tabii tabii, biliyoruz, Van’ın kahvaltısı, Urfa’nın kebabı, biz iç içe geçmiş bir halkız. Biz bir aileyiz.
Alfred Hitchcock, “en acımasız cinayetler aile içinde işlenir” diyor. Boşuna da demiyor. Her gece koyun koynuna bir karı-koca, erkekliğini maalesef tepeden tırnağa baba üzerine inşa etmiş bir genç adam, bir bakmışsınız, bir sabah baltayla öldürmüş karısını ya da anasını babasını. Hem de ne öldürmek, bir darbeyle değil, bin darbeyle. Öldürmemiş, sanki tek başına linç etmiş. Yakınlıkta düşmanlık cepheden düşmanlıktan çok ama çok daha tehlikeli bir şeydir. Çünkü histeriye açıktır. Patlamaya açıktır. Histerinin en vahim yönü de ya hep ya hiççi olmasıdır. Histerik şahsiyet ya kraldır ya da en büyük mazlumdur. Göğün en tepesiyle yerin en dibi arasında ortalarda bir yerde bir hayat tahayyül etmek bir histerik için mümkün değildir. Size birilerini hatırlatıyor mu?
Kürt düşmanlığı dedim. İri bir laf ettim. Ağır bir teşhis koydum. Farkındayım. Bana göre neyin Kürt düşmanlığı olduğunu elimden geldiğince net ve basit anlatacağım. Zira, umutsuzluğun dili basittir. Umutsuzluk meram anlatır, üzerinize hoyratça atılan pisliği, zalimce sıçratılan kanı temizlemeye çabalar. Meram anlatmak çaresizliğin dilidir. Meramın ötesinde ifade vardır. İfade, umudun dilidir, denemeye, derinliğe, tahayyüle, okuru kadar yazarını bile şaşırtmaya açık, arayış içinde olan bir tarzdır. Kısa süren bir iktidar boşluğunda önü az da olsa açılan ‘ifade’ artık Türkiye’de tükendi, bunu herkes biliyor. Şimdi meramımız neymiş, onu anlatalım.
Kürt düşmanlığının Türkçesi nedir? Ben Kürt olsaydım, siyasi görüşüm ne olursa olsun, bende ne husumet duygusu yaratırdı?
Türkiye’nin güney sınırında, adını ne koyarsanız koyun, bir Kürt oluşumuna, devletine, kantonuna, Kürdistan’ına sanki kutsal bir kitapta yazıyormuş gibi karşı olmak, Kürt düşmanlığıdır. Bu konuda Genelkurmay’a brifing verir gibi, yok Ortadoğu jeopolitiği, yok enerji petrol boru hattı koridoru, hatta Kürtler denize inecek kıvamında malumat-füruş analizler yaparak, sıradan, sivil vatandaşı endoktrine etmek, Kürt düşmanlığıdır.
Aynı şey bu ülkede Kuzey Irak için de yapılmadı mı? Buyurun, 2007 yılında Türkiye Türklerindir gazetesinin fahri Genelkurmay Başkanı Ertuğrul Özkök’ün salladığı tehdite bakın.
“Barzani, eğer PKK üzerinden bir 'Kürt megalo idea'sını gerçekleştirmeyi hayal ediyorsa, biz de onun karşısına bir yeni 'misak-ı milli' haritası çıkarmalıyız. En azından, o megalo ideanın fiyatının, onların ödeyemeyeceği kadar ağır olduğunu kafalarına çakmalıyız. Demeliyiz ki; Üç beş F-16, otuz kırk sorti; neticesi yirmi yıl geriye gitmiş bir Kuzey Irak’tır.”
Çok enteresan değil mi? Konu Barzani, ama bahane yine PKK.
Bu, düşmanlık değil de ne?
Yıl 2016. Arada ne oldu? 2003’de TBMM hayatının en onurlu kararlarından birini alarak Amerika’yla birlikte Irak’a girmedi.
Barzani istediği gibi ‘at koşturdu.’ Kuzey Irak, Irak’ın en güvenli, en kalkınmış ve Türkiye’yle siyasi, ticari ilişkiye en açık bölgesi oldu.
Referandum seven yeni kılıktaki eski devletim, size bir teklifim var. Güneydoğu’da Kürt şehirlerinde bir referandum yapın, her ama her Kürde sorun, Suriye sınırında Kürtleri mi istiyorlar, yoksa başka bir şey mi? Bu konuda onlar karar versinler, sonuçta aslen onlar komşu olacaklar.
Sonra arzu ederseniz Kürt olmayanlara da sorun, eğer sınırında bir Kürt oluşumu istemiyorsa, neden istemiyor diye? Bakalım, bir tanesi olsun, Milli Güvenlik Kurulu edasıyla ‘bölünme korkusu’ dışında anlamlı bir cevap verebilecek mi?
CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Böke televizyonda kendisiyle yapılan bir mülakatta sesini iyice kısarak, neredeyse mırıldanarak, aman kimse duymasın, “Biz Suriye’nin kuzeyinde laik ve demokratik bir oluşum arzu ediyoruz” diyor. Sen ‘demokratiği’ bir kenara bırak, ‘laik’e gel, demokrasi Türkiye’de de yok, ismini yüksek sesle koy ne istediğinin. Kürdü destekleme ihtimali bile belirdiğinde sesini iyice kısmak, bu da hepimizin içine sirayet etmiş derin bir Kürt fobisi, sanki cinayet işliyorsun.
Ben şahsen sınırımda Kürt istiyorum, bunun nedeni çok insani, çünkü Kürdü tanıyorum, çünkü Kürt benim dilimi konuşabiliyor, çünkü Kürdün kültürü benim kültürümle iç içe geçmiş. Bu kadar basit. Bunca ‘jeopolitik’, ‘anti emperyalist’, ‘militer’ maval okunmasa, sıradan vatandaş eninde sonunda böyle düşünür. Eminim.
Bir diğer Kürt düşmanlığı da PKK üzerinden döşeniyor.
PKK terörist mi değil mi sorusuna, tamam kardeşim haklısın PKK terörist diye mi cevap verdin, yandın, zincirleme reaksiyon başlıyor, o zaman PYD de terörist, yetmedi, HDP de terörist, yetmedi, ha İŞİD ha PKK aynı şey, yetmedi, teröristi yeniden tanımlayalım, yetmedi…
Bu böyle devam ediyor, konjonktüre göre, bindirildiğin trenden bambaşka bir Kürt düşmanlığı istasyonunda indiriliveriyorsun, indiğin yerle bindiğin yer arasında dağlar kadar fark var.
Türkiye’de barış isteyen, normal bir Türkiye temenni eden herkesin ama herkesin, önce kendi içinde ta derinlere işlemiş haki renkli militer Kürt fobisiyle hesaplaşması gerekiyor.
2000 yılından önceki Kürt fobisini, askerin kamuoyunun gözünü kapatması, medyanın askerin vesayetinde olması gibi siyasi gerekçelerle açıklayabilirsiniz. Ama 2016 yılında, milyon kişilik Diyarbakır Nevruz mitinginden sonra, Kürtlerin, bırakın yurt içinde, yurt dışında bile meylettiği her şeye askerin ‘stratejik’ savaş dilini sivilin ağzına yerleştirerek karşı çıkmak, artık siyasi değil, ahlaki bir çöküştür. Siyasetin de bir içtihatı olması gerekir, değil mi? Hiç olmazsa aynı iktidar döneminde.
Tekrarlıyorum. Kürt fobisi artık siyasi değil, ahlaki bir meseledir.
Ve çok gariptir ki, siyasi bir mesele olmaktan ahlaki bir mesele olmaya da bizzat Tayyip Erdoğan’ın başlattığı ve bitirdiği ‘açılım’ sayesinde terfi etmiştir.
Artık gönül gözü açılan bir kesim de bundan böyle bu ahlaksızlığa ortak olmayacaktır. Ne olursa olsun, her şeye rağmen, barış isteyecektir.