Acılarımız bazen dik başlıdır, eğilmez, diz çökmez, inatla kanadıkça kanar ve bizi kuşatmaya devam eder! Firik Dede Dersim’in toplam acısıdır. O kutsal topraklarda dünyaya gelir ve o topraklarda yaşanan en derin yaralarına tanık olur. Olur olmasına ama gün gelir devam döner o acılar daha bir kökleşerek yerini başka acıya ve başka bir kedere terk eder!. Bakmayın siz; acılarda insanlar kadar eski, insanların doğumu kadar yenidir ayrıca. İnsanoğlunun varlığından beri var olmuş ve onlarla beraber gah yenilmiş, gah en üst düzeye çıkmıştır. O nedenle acılara tanık olan daha iyi acıyı tanımlayacak ve daha derin hissedecektir.
Ben bilirim bende yarayı gardaş
Benden başka derdi bilenim var mı?
Cümle alem gelse söndürmez narım
Düşmüşüm dertlere dermanım var mı?
Bu dörtlüğü yazdığımdan Firik dedenin kederini çok daha iyi anlayacak ve geçirmiş olduğu ömrün ve yüzüne haykıran koca zulmün tarifini yapacaktı. Onun gözlerinin ışığı söndüren zulüm unutulmayacak kadar büyük, unutulmayacak kadar utanç verici ve unutulmayacak kadar derin olacaktı.Öyle bir yara ki, başka yaralarla birleşip tarihin en karanlık yerinde yerini alacaktı.
105 yaşına kadar kurdun-kuşun- dağın- taşın- orman ve yarası sızlayan Munzu’un sesine kulak verecek ve insana insanın ettiği kötülüğün tanığı olacaktı.
Taki Firik dede, 1980 askeri darbe günlerinde; Ovacık'ta abisinin gözleri önünde ağaca bağlanıp, işkence yapılarak Kulaksız yüzbaşı tarafından diri diri yakılan Behzat Firik'in babası olduğu bilinene kadar.. Orada tanıdık bu yaşlı bilgeyi, orada yarasına nasıl yar olduğunu öğrendik.
O günden beri, oğlunun acısıyla yas tuttu. Bu yas öyle veya böyle bir yas değildi. O kutsal topraklar çok acı ve zulüm görmüştü, fakat bu başka bir acıydı. Mezara kadar dinmeyecek ve mezarını inletecek kadar derindi. Evlat acısıydı bu!.
Firik Dede, sakal olmak üzere tüm yaşamsal alanı değişti ve kendini acının kucağına teslim etti. Hani bazen acılar insanı besler, biraz güçlü yapar, biraz da güçsüz. Firik Dede’nin öyle olmaz acısı, kendini kendi yüreğine hapseder ve ona teslim olarak yanmaya başlar. Onunla akıtır göz yaşlarını, onunla yutar kederini. Çok şey görmüş geçirmişti, ama evlat acısı hepsini bastıracak kadar büyük, unutturmayacak kadar ateşten nardı. O günde giyinmişti üzerine kefenden gömlek, Behzat’ın yolunda yol olmak, vücudunda ten, ruhunda alev olmaktı!
En sadık yarı ona eşlik eden ağzında ki bir kaç kelam, acı acı içine çektiği tütün dumanı, katran kadar demlenmiş çay ve döşüne acısıyla sarıldığı sazıydı.
Onunla yarenlik eder, onunla konuşur ve sadece dili onunla çözülüyordu. Dilsizdi, sağırdı, kördü artık!
Tek sahip olduğu, gece gündüz koynunda beslediği Behzat’ın acısı ve yanı başında ayırmadığı üç telli curasıydı.
Behzat'tan sonra hep onunla konuştuğu için, onun dilinde sazı, sazın dilinde o anlıyordu!!
Firik Dede, senin acına tanık olmuş bir ülke insanı olmaktan utanıyor ve yaranı saramadığımız için vicdanımızı gizleyecek yer bulamıyorum.
Bizi affetmeni beklemiyorum, lakin senin acın hepimizin acısıdır..
Bu toprakların en derin yarasıdır. Seyitlerin , Seyit Rıza’nın ve Alişer’in yarasıdır.
Hatta bugün yası tutulan Kerbela yarası kadar derin ve kederlidir. Biliyorum benim hiç bir kelamım seni teselli etmeyecektir. Fakat bunu bil ki, seninle bizlerde yanıp kavrulduk ve ta ezelden gelen ve günümüze kadar süren acılarından demlendik.
Sen yerinde rahat uyu dersem uyumazsın, ama her şeyden önce bunu bilmelisin ki yapılan hiç bir acıyı unutmayacağız, unutturmayacağız ve sonsuza kadar seninle yürümeye devam edeceğiz.
Yıldız kokan topraklarından öpüyorum yaralı dedem. Ruhun şad,mekanın yaralı gönlümüz olsun.!!
İpek BAYRAK
14.09.2018