-“Bazı Alevi dernekleri, siyonizmin uşağıdır” diyenlerin ve Aleviliği Müslümanlığın içinde eritmeye çalışanların dikkatine…-
Zaman zaman ‘deyim’lere, ‘atasözleri’ne, ‘özdeyiş’lere, şiirlerden alınan dizelere, alıntılara kurtarıcı birer simit gibi sarılırız. Bu yöntem, bir bakıma ortaya attığımız ‘sav’ı perçinlemek, güçlendirmek; bizi dinleyenlere/okuyanlara, savımızın gerçekliğini su götürmez bir biçimde kabul ettirmek içindir.
Bugünlerde Alevilik üstüne yapılan tartışmaları, yazılanları, söylenenleri, duyarlı olan herkes, gücünün yettiğince izlemeye çalışıyor.
Tartışmaya, eleştiriye, sorgulamaya karşı değilim. Olsun; herkes, gönlünde yatan aslanı uyarsın; içindekini dışarı atıp kurtulsun; eteğindeki taşları döksün; ama korkmasın; tabuları, dogmaları yıksın; gönlünde yatanın kedi olduğunu bile bile bunu bize ‘aslan’ diye yutturmaya kalkışmasın; ya da gönlündekinin ‘aslan’ olduğunu iyi bildiği halde, aslana hakaret edip onu kediye boğdurmasın. Tartışma ya da eleştiri, gücünü gerçek bir kaynaktan alırsa anlamlı/inandırıcı olur. Örnek verilmeyen, kaynak gösterilmeyen, bilimle bağdaşmayan ve şablon gibi sürekli kullanılan savlara yakışacak en iyi tanım, ‘havanda su dövmek’tir
Bana göre günümüzde bu yapılıyor şimdi.
Adam soruyor karşısındakine:
“Müslümanlığın beş koşulundan hangisini Aleviler yerine getiriyor?”
“Müslüman’ım” diyen Alevi, kıvranıyor.
O zaman da adam, taşı gediğine koyuyor hemen:
“Öyleyse sen Müslüman değilsin.”
Tam da yerinde bir söylem.
Ardını ben getireyim: Madem sevdan Müslümanlıktır, o zaman ülkeyi ayrık otu gibi kaplayan camilere koş; cemevini niye istiyorsun? Hem Müslüman’ım diyorsun, hem de cemevi istiyorsun; bunun için de Diyanetin/hükümetin kapısını çalıyorsun. Şimdi bu bir çelişki değil midir?
Bilinçli bir Alevi’nin üstleneceği görev, Aleviliği iyi belledikten sonra, yurttaşı olduğu devletten başı dik olarak kimliğinin tanınmasını istemektir. Yoksa Aleviliği iyi bilen kişilerin dediği gibi: ‘İslami bir şal’ altına gizlenip ‘Alevicilik oyunu’ oynamanın adı, ‘kimlik arayışı’ olamaz. Müslümanlıkla Alevilik örtüşmez; ayrışır.
Bilimsel eğilimli kaynakları incelediğimizde Alevi inancıyla İslam inancının örtüşmediğini rahat görürüz:
Tanrı’ya inanışta ayrılık var bir kere. Müslümanlıkta bir ‘yaratan’ var, bir de ‘yaratılan’. Oysa Aleviler, yaratanı da yaratılanı da bir görürler. Alevilikte ‘Vahdet-i vücut’ (varlığın birliği) geçerlidir. İslam bunu kabul etmez.
Aleviliğin özünde ‘cennet/cehennem’ kaygısı yoktur. ‘Devriye inancı’ (öldükten sonra değişik bir biçimde dünyaya yeniden gelme) geçerlidir. İnsanın, geldiği kaynağa geri döneceğine inanılır. İslam bunu kabul etmez.
Evrenin yaratılışında da, iki inanç arasında büyük ayrılık vardır: Aleviler, dünyanın oluşumunu, arşta asılı duran bir kandilden kopmaya bağlarlar; ışık aracılığıyla evrenin var oluşunu kabul ederler. İslam bunu kabul etmez.
Gelelim insanın yaratılışına: İslam’a göre Allah, Âdem’i topraktan yaratmış; onun kaburga kemiğinden de Havva’nın oluşumunu sağlamıştır. Aleviler ise ‘ilk insan’ın ‘Kırklar Meclisi’nde yaratıldığına inanırlar. Yani ‘Güruh-u Naci’nin serçeşme (baş kaynak) olduğunu kabul ederler.
Araştırmacı yazar Erdoğan Çınar, “Aleviliğin Gizli Tarihi” adlı yapıtında bu görüşleri, daha geniş olarak bizlere sunduktan sonra, Aleviliğin bir yaşam öğretisi, sadece bir kültür birikimi değil, başlı başına bir ‘din’ olduğunu kanıtlamaya çalışır ve ekler: “Bu din, bir ‘sevgi dini’dir; şiddeti reddeder; zorda kalmadıkça silahı eline almaz.”
Erdoğan Çınar’ın adaşı Erdoğan Aydın da “Anton J. Dıerl” adlı bir araştırmacının “Anadolu Aleviliği” adlı yapıtından aldığı alıntılar sonucu şu görüşü ileri sürüyor:
“Alevilik, Vahdet-i vücut ve hulul (gelme, sinme, geçişme) inancıyla İslamiyet’ten apayrı bir teolojik anlayışın inancı olmuştur. Bu inançların kaynağı ise İslamiyet değil, bizzat kendi geçmiş inançları, İslamiyet’le toslaşmasında edindiği bilinçaltı ve maddi yaşam koşullarıdır.” Şunu da söylüyor Erdoğan Aydın:
“Alevi bilinçaltı, Sünni otoritelerin katliamlarıyla şekillenmiştir. Saklanmak, mecaz dil geliştirmek, takiyye yapmak uzun yüzyıllar boyu onun can güvenliğinin olmazsa olmazı olmuştur.”
Kürdolog Cemşid Bender, “12 İmam ve Alevilik” adlı yapıtında Aleviliğin İmam Ali ve Ehlibeyt ile ve Arap kültürüyle uzak yakın hiçbir ilişkisinin olmadığından söz ederek Türk Alevisi Nejat Birdoğan’ın “Alevilik” adlı kitabından şu bölümceyi gözler önüne seriyor:
“Alevi’nin Hüseyin’e bağlılığı, onun da kendisi gibi karşı çıkıcı ve ezilmiş oluşundandır. Yoksa Kerbela olmasaydı, Alevi gene var olacaktı. Anadolu’daki Alevi, gerek yaşamında, gerekse tapınmasındaki çoğu kuralları, ya geleneğinden almış ya da günlük gereksinimler altında kendisi icat etmiştir.”
Dönüp şunu da ekliyor Cemşid Bender:
“Bazı yazarlar, ‘Alevi’ sözcüğünü, ‘Alevi evi’ olarak yorumlayıp Aleviliğin İmam Ali ile olan bağını kanıtlamak isterler. Oysa ‘alav’ Kürtçedir; Türkçeye de Kürtçeden geçmiştir. Alevilerde ateş, ocak ve kül kutsaldır; kökeniyse Zerdüşt’ten gelir. Alevi sözcüğü ‘ışığı/aydınlığı seven, ona saygı gösteren kimse’ anlamına gelir. Aleviliği ad olarak da İmam Ali’ye bağlamaya çalışmak, zorlamadan başka bir şey değildir. Bir bölüm Alevilere bazı yörelerimizde ‘Kızılbaş’ denmesi de bizi haklı çıkarır. Çünkü kızıl, ateşin ve alevin rengidir. Kızılbaş’la Alevi sözcükleri, görüldüğü gibi eş anlamlıdır…”
Gözlerimiz Erdoğan Çınar’ın satırlarında yine:
“Alevilik, silahlı bir din değildir. Bunun içindir ki hep pusmuşlar, hep baskı görmüşler, hep korkmuşlardır. Zaman zaman çaresizliğin getirdiği başkaldırılar dışında Alevilerin silah kuşandığı pek görülmemiştir. Silahsız bir dinin, başka bir dinin hâkim olduğu topraklarda saklanmaktan başka da bir seçeneği yoktur. Alevilerin –Biz Alevi’yiz, Hz. Ali’ye bağlıyız- demelerinin bir nedeni de mümkün olabildiği kadar Müslümanların bağnazlarından korktukları içindir. Müslümanların bağnaz/fanatik olmayanları, Ali’yi Peygamberin damadı olduğu için sevmektedirler. Saldırılar biraz daha ‘az’a indirilir diyedir. Var olmak için gizli kalmak, Anadolu Aleviliğinin tutmak zorunda olduğu bir yoldur.”
Bugün de öyle değil midir?
Şu ‘örgütlülük’ olmasaydı, bu ‘İslami şal’ altından çıkmamız, mümkün olacak mıydı? Egemen güç, bu İslami şalın başlardan sıyrılmasından büyük rahatsızlık duymaktadır. Günümüz iktidarının başıyla, ana muhalefet partisi başının, birbirleriyle yarışa çıkmaları hiç de boşuna değildir. Biri ‘iftar’ sözcüğünü Alevilerin ‘yas orucu’na eklemeye çalışır; ‘vatan, millet, Sakarya’ teraneleriyle bu şalı yeniden onların başına örtmeye uğraşır; ama dilinin ucuna nedense ‘Sivas’ adı gelmez bir türlü. Diğeriyse, sözcüğün tam anlamıyla bir ‘aşure kazanı’ kaynatmak için kollarını sıvar hemen.
Bugünlerde her tür kalem, Aleviliği yazmaya başladı: Renksizi/renklisi, mürekkeplisi/ tükenmezi yaz yaz bitmiyor. Güneri Cıvaoğlu’ndan Taha Akyol’una; Ahmet Hakan’ından Bekir Coşkun’una; Murat Yetkin’inden Yıldırım Türker’ine ve daha nice aydın ve düşünüre göz kırpan bir ‘yazarlar dizini’ uzayıp gidiyor önümüzde.
Aleviler için övgüler dizenler de var; onu “İslami bir şal” altına çağıranlar da. Bu kulvarda koşanlar, sadece Sünni kökenliler değil, bunların içinde Aleviler de var. Sevindirici bir ortam. ‘Hal ve gidiş’ iyi. Böyle olsun işte: tartışalım, eleştirelim, sorgulayalım…
Ama Aleviler şunu hiç unutmamalı: 12 Eylül cuntacılarını yargılayamayan; “faili belli’cinayetleri gün ışığına çıkartamayan; Hrant Dink’in ve Malatya’da boğazları kesilerek öldürülenlerin katillerini ele geçiremeyen; ele geçen çetelerin kaçmalarına bile bile göz yuman; Sivas yangınını gerçekleştirenlerin, yurt dışına çıkmalarına kolaylık sağlayan; barışı dışlayıp savaşı yeğleyen bir zihniyetin temsilcileri iktidar olduğu sürece ne Alevi, ne de Kürt kimliği tanınır; Aleviler hep İslam, Kürtler de hep Türk olarak kalır…
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy41390 = 'fehmisalik' + '@';
addy41390 = addy41390 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text41390 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
41390 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Alevi Haber - www.alevihaber.com
16 Ocak 2008