Türkiye siyasi tarihi açısından bir ilk gerçekleşiyor ve CHP’yle MHP, TSK ile kavga ediyor. Güneş Operasyonu’nun bitirilişinin zamanlaması ve bundaki ABD etkisi, düzenin aktörlerini, geçmişte bekli de hiç yaşanmamış bir kavganın içerisine itiyor, üstelik yeni ve elbette ki geçici ve her an değişebilecek ittifaklarla birlikte.
Dolmabahçe mutabakatı neydi, bu noktada bunu hatırlamak gerekiyor.
4 Mayıs 2007 günü Yaşar Büyükanıt ile Tayyip Erdoğan bir araya geliyorlar ve ne konuştuklarını “Allahtan başka kimsenin bilmediği” bir görüşme yapıyorlar. Ortaya bir mutabakat çıkıyor. Muhtemelen Erdoğan, Büyükanıt’a kimi vaatlerde bulunuyor ve karşılığında bir şeyler istiyor. Tahminen söyleyebiliyoruz ki, Erdoğan, AKP’yi Milli Görüş çizgisinden uzaklaştırmayı ve Kürt sorununu Gülenist hareketle birlikte “ümmet kardeşliği” ekseninde çözerek DTP/PKK çizgisini tasfiye etmeyi vaat ediyor. Karşılığında istediği ise, yine tahminen söyleyebiliyoruz ki, 27 Nisan muhtırasının yol açabileceği politik sonuçların bertaraf edilmesi, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini öngören anayasa değişikliğinin yapılmasına izin verilmesi ve hemen seçime gidilmesi için bir kamuoyu baskısı yaratılmaması. Çünkü hukuksal olarak, cumhurbaşkanını seçemeyen meclisin fesholması ve seçime gitmesi gerekiyor, meclisin anayasa değişikliği yapma hakkı bulunmuyor.
Taraflar mutabakata sadık kalıyor. AKP, Gülenistlerle beraber Doğu ve Güneydoğu’da, KÖYDES projesi, yoksullara iaşe dağıtımı, ücretsiz doktor taraması gibi enstrümanlarla etkinliğini artırıyor, Erdoğan “Diyarbakır’ı almak”tan bahsediyor. Seçim öncesinde, çoğunluğu Milli Görüş kökenli 90 milletvekili yeniden aday gösterilmiyor ve AKP merkeze doğru hızlı bir şekilde yürümeye devam ediyor. Ordu da, 27 Nisan’da muhtıra vermemiş gibi davranmayı seçiyor, Büyükanıt bunu “dükkân kapandı” gibi veciz bir ifadeye başvurarak açıklıyor.
Seçimlerden AKP’nin % 47’lik bir oy oranı ile çıkması, ancak Cumhurbaşkanını tek başına seçebilecek sayıda milletvekili çıkaramaması, yeni bir siyasal krizin habercisi gibi görünürken, devreye MHP giriyor ve AKP Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirerek politik anlamda çok önemli bir başarı sağlıyor: Çankaya düşüyor.
Ancak, AKP iktidarının, türban sevdası ile ekonomiyi ve uzunca bir süredir de Avrupa Birliği’ni boşlamış olması, TÜSİAD’ın uyarıları ile birlikte, kimi liberalleri ayaklandırıyor. Liberal-muhafazakâr ittifak çatırdama sinyalleri veriyor. Serbest piyasaya iman etmiş isimlerden Mehmet Altan, birdenbire yoksullaşan yığınlardan ve Tuzla’daki işçi cinayetlerinden bahsetmeye başlıyor, kardeşi ise “siz bizi emir eriniz mi sandınız” babında yazılar yazıyor, çünkü “istikrar” liberal-muhafazakâr ittifakın zihninde bir fetiş nesnesi işlevi görmeye devam ediyor. Türbanın bir krize ve istikrarsızlık nedenine dönüşmesi, liberalleri korkutuyor. Ancak çatlak fazla büyümüyor, Güneş Operasyonu’nun birlik ve beraberlik ruhu içerisinde, ittifak yola devam ediyor.
Ulusalcılar açıkça büyük bir panik yaşıyor, “son kale”nin de düşmüş ya da yakında düşecek olması karamsarlığı büyütüyor, ulusalcılar kendilerini “ordu Büyükanıt’tan ibaret değil diyerek avutuyor, Hilmi Özkök döneminde Büyükanıt’ın başkanlığa gelişini dört gözle bekleyenler, şimdi de İlker Başbuğ’u bekliyor. AKP, liberaller ve Gülenist hareket ise ellerini ovuşturuyor, geçmişte ordunun siyasete bulaşmasından rahatsız olanlar olan bitene adet yerini bulsun, maksat liberallik olsun kabilinden tepkiler veriyorlar, ordu bir anlamda bulunduğu cepheyi açıklamış oluyor, Dolmabahçe mutabakatı tescilleniyor.
Güneş Operasyonu’nun bitişinin ardından Kürt sorununun ABD menşeli çözümü projesi ise hız kazanmışa benziyor. Talabani’nin Türkiye’ye gelecek ve kimi jestler karşılığında PKK’yı “ortak düşman” ilan edecek olması, uzun vadede, Türkiye ile Irak Kürdistan’ı arasında bir federatif yapının oluşturulması çabalarının ilk adımını oluşturuyor. Kürt hareketinin legal kanadı ise meclisteki grup toplantısında sarı yeşil ve kırmızı türbanlı kızları yan yana oturtarak ya da protesto eylemlerinde elinde kuran bulunan imamlar konuşturarak siyaset yaptığını zannetmeye devam ediyor. Yerel seçimlerin, bu siyasetin iflası anlamına geleceğini görmek içinse kâhin olmak gerekmiyor.
Bu noktada, “ne yapmalı” sorusuna verebileceğimiz bir yanıt bulunuyor. Konjonktür, sınıf-merkezci bakış açısını ve anti-emperyalizmi terk etmemiş bir solun, bu süreçte kendisini etkili bir politik özne kılabilmesi için uygun görünüyor. Solun, bir yandan her zamanki görevine, sınıfı örgütleme görevine devam ederken, bir yandan da kendi müttefiklerini yaratması gerekiyor. Yükselen gericiliğin karşısında konumlanan ve yüzünü sola dönmekten başka bir çaresi kalmamış olan kemalist-cumhuriyetçilerin kesinlikle bu ittifaka dâhil edilmesi gerekiyor, dâhil edilmesi gereken bir başka kesim ise “birlikçi” bir projenin içerisinde yer alıp, bir emekçi cumhuriyetinde Türklerle eşit özneler olarak bir arada yaşama iradesini beyan eden Kürtler. Çünkü yalnızca sol hem cumhuriyetin ilerici değerlerini korumayı hem de bunu yaparken Türklerle Kürtlerin bir arada yaşayabilmesi için ortak bir kimlik yaratabilme kudretini elinde tutuyor. Kemalistlerin, Kürt düşmanlığından vazgeçmeleri ve Kürtlerin cumhuriyetçi bir paradigmadan yola çıkmaları için emek eksenli ve anti-emperyalist bir sol hareketin birleştiriciliğinden başkaca bir seçenek bulunmuyor. Bu, sol için de yaşamsal öneme sahip, çünkü solun iktidar olması, kesin olarak, böylesi bir birleştirici ve aynı zamanda dönüştürücü rolü oynayabilmesinden geçiyor.
İttifakların karşısına, yeni ittifaklarla çıkmak gerekiyor.
Fatih YAŞLI / 8 Mart 2008
http://www.sendika.org/