Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan “değişim” geleneğinin, üst tabaka karakterli olduğu biliniyor. “Sivil-asker” ittifakına dayalı bu seçkinci modernist anlayış, tekçi yapısıyla zamanla statükoyu yeniden üreten ve koruyan bir güce dönüştü. Bu anlayış, Türkiye’de küçük burjuva devrimciliğine de uzun bir süre damgasını vurdu. YÖN geleneğinin temsil ettiği “sol-cunta” çizgisi de, Türkiye’nin kurtuluşunu “devrimci bir askeri darbe”de görüyordu.
Bugün Ergenekon soruşturması kapsamında yaşanın gözaltılar, liberal ve “liberal İslamcı” çevrelere göre, bu anlayışa karşı açılmış bir savaş niteliği taşıyor. O nedenle de bu çevreler, Ergenekon’un tasfiyesinin Türkiye’de sivilleşmenin yerleşmesi açısından önemli olduğuna dikkat çekerek, bu soruşturma sürecine destek veriyorlar.
Ancak, bu didişme sırasında gözlerden kaçan çok önemli bir nokta var ki, bütün sürece damgasını vuruyor. Didişmenin her iki tarafı da, üst tabaka ve seçkinci bir anlayışa sahip. Bu didişmenin “sivilleşme” tarafında durduğunu iddia edenler ya da bir başka deyişle AKP’nin bu operasyonu yürütme biçimine destek veren liberal çevreler, bu sürecin halka kapalı olarak yürütülmesine de fazla bir itirazda bulunmuyorlar.
Sürecin bu yönü, ortaya çıkan haberlerin, bütün çarpıcılığına rağmen sanki her gün rastlanan cinsten rutin haberlermiş gibi normalleşmesini de koşulluyor. Örneğin dün Star, Yenişafak ve Taraf’ta yer alan habere göre Danıştay sanıkları Osman Yıldırım ve İsmail Sağır, savcıya verdikleri ifadede, “Cumhuriyet gazetesine atılan el bombalarını emekli general Küçük’ten aldık” demişler. Sanıklar, Cumhuriyet ve Danıştay’a yönelik saldırı kararlarının Veli Küçük ile Ataşehir’de yaptıkları toplantıda alındığını dile getirmişler.
Derin devlet çeteleriyle ilgili bu tür iddialar, bugüne kadar hükümete yakın gazetelerin sayfalarında kendine yer bulmazdı ve bu iddiaları daha çok bu çetelerin hedefi durumundaki devrimci çevreler dillendirirdi. Egemen medya da, bu iddiaları ya görmezden gelir, ya da “komünistlerin komplo teorileri” gibi yansıtarak itibarsızlaştırmaya çalışırdı.
Ama aynı çevreler, bugün bu haberleri neredeyse bir süredir manşetlerinden indirmiyorlar. Veli Küçük ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bu iddialar bizleri elbette şaşırtmamaktadır. Hatta Küçük’ün Susurluk’taki derin izini gerçekten sürmek isteyenler, gazete arşivimizi geriye dönük taradıklarında aradıklarından da fazla gerçeğe ulaşacaklardır.
Elbette halka ve “demokratikleşme” taleplerine karşı örgütlenmiş bütün çete yapıları dağıtılmalıdır ve bu soruşturmanın bu yönde derinleştirilmesi de desteklenmelidir. Ancak, soruşturma sürecinin gerçek bir arınmaya dönüşebilmesi için başından beri vurguladığımız gibi, bu soruşturma sürecinin halka açılması ve alenileşmesi gerekir. Bugün hükümetin kontrolünde olduğu bilinen ya da ona yakın olduğu düşünülen gazetelere servis yapılan haberlerle bu alenilik sağlanamaz, sadece kafa karışıklığı yaratılarak geniş bir kesimin gerçeklere bile şüphe ile yaklaşmasına hizmet edilmiş olur.
Kapalı devre yürütülen bu soruşturma süreci, haklı olarak, çetelerin tasfiyesinden ziyade devletin derin çekirdeğinin, Türkiye’nin içine sokulduğu yeni politik konsepte bağlı olarak yeniden yapılandırıldığı bir süreç olarak algılanacaktır ve algılanmaktadır.
Soğuk Savaş dönemi koşullarına uygun olarak kurulan ve Türkiye’nin 30 yılını alan Kürt sorunuyla bağlantılı çatışma sürecine bağlı olarak da varlığı devam eden “derin yapı”, bugün artık, ABD’nin imalatı olan Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GOP) ve Kuzey Afrika Projesi ile uyumlu bir hal almaya zorlanmaktadır.
Dolayısıyla bu yapının bugün “kızılelmacı” ayak bağlarından kurtularak, AKP ve Genelkurmay uyumunda güncellenen yeni çizgiye uygun hale getirilmesi gerekir.
Hem bir plan dahilinde, hem de yapılan hamlelerin ortaya çıkardığı yeni durumlara uygun olarak yeniden kurulan taktikler çerçevesinde devam ettiği görülen bu sürecin, yer yer AKP iktidarı ile askeri çevreleri karşı karşıya getirmesi de ihtimal dahilindedir. Bu çatışmaların aşılması konusunda her iki tarafın temel “motivasyonu” ise ABD konseptindeki ortaklıklarıdır.
Sürecin bu karakteri, bizleri “derin devletin” eskisine karşı olduğu gibi, oluşmakta olan yenisine karşı da uyanık olmaya çağırmaktadır.
Fatih Polat
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy23635 = 'fpolat69' + '@';
addy23635 = addy23635 + 'yahoo' + '.' + 'com';
var addy_text23635 = 'fpolat69' + '@' + 'yahoo' + '.' + 'com';
( '' );
23635 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
EVRENSEL - 26 Mart 2008