F tipinde son durum

Yıldırım TürkerZamanında 'devlet zulmünün son mimari zaferi' demiştik, F tipi hücrelere. Baş mimarlardan, o dönemin Adalet...

Yıldırım Türker

Zamanında 'devlet zulmünün son mimari zaferi' demiştik, F tipi hücrelere. Baş mimarlardan, o dönemin Adalet Bakanı hırstan gözü dönmüş bir tur operatörü gibi F tipi cezaevlerine toplu geziler düzenliyordu. Beyefendiliği ve zarafetiyle kimi çinko gönüllerde taht kuran Hikmet Sami Türk, gezdirirken 'yüksek güvenlikli lüks hücreler' diye tanıtıyordu onları.

Yeni hükümette Devlet Bakanlığına terfi eden sonraki Adalet Bakanı Cemil Çiçek de, bir cezaevi ziyareti sırasında kendisine sorulan bir soruya karşılık, "Cezaevi sözü içime dokunuyor. Buralar konukevi" demişti. Her gün şefkatli devletin o konukevlerinden mektuplar geliyordu. O cehennemlerde yaşatılanlar, yılmadan duyurmaya çalışıyorlardı seslerini. Öldüklerinde gazetelerde haber olamayanlar. Öldürüldüklerinde katillerinden hesap sorulamayanlar.

18 cezaevinde 865 hükümlü ve tutuklu 2000 yılının ekim ayında açlık grevine başladı. Grev, 20 Kasım'da ölüm orucuna dönüştürüldü.

19 Aralık günü, Cumhuriyet tarihinin en gözü dönmüş katliamlarından biri gerçekleştirildi. Devlet, kaba alaycılığıyla bu operasyona, 'Hayata Dönüş' adını vermişti. 32 kişi öldürülmüştü. Bu kanlı operasyona 'katliam' diyenler, ceza aldıklarıyla kaldı. Sonradan katliamın sorumluları hakkında soruşturma açılacaktı.

Yedi yıl içinde ölüm orucunda, müdahaleler sonucu, intihar saldırısı, kendini yakma ve tedavi sırasında 122 kişi hayatını kaybetti. 600'e yakın tutuklu ve hükümlü başta Wernice Korsakoff olmak üzere çeşitli hastalıklara yakalandı. Devlet, inadını sürdürüyordu.

5 Nisan 2006'da, 'Avukatlar Günü'nde avukat Behiç Aşçı, ölüm orucuna yatacağını açıkladı. Onun gün günden eriyen halini görüyorduk artık gazetelerde. Devlet, hâlâ burnundan kıl aldırmıyordu. Sivil toplum kuruluşlarının büyük çabaları sonucu Adalet Bakanlığı yeni bir genelge yayınladı. Sivil toplum kuruluşlarının raporunda belirtilen önerilerin büyük çoğunluğu kabul edilmişti. Behiç Aşçı'nın simgelediği mücadele sonuç almıştı. Aşçı ve diğer iki eylemci, ölüm orucuna ara verip tedaviyi kabul etti. Tecrit, kaldırılmıştı. Hükümlü ve tutuklular ortak etkinliklere katılabilecek, sohbet amacıyla bir araya gelebileceklerdi.

Genelgenin yayınlanma tarihi olan 22 Ocak 2007'den bu yana F tipi cezaevlerinde neler oluyor? Adalet Bakanlığı sözlerini tuttu mu?

Cezaevlerinde durum

Edirne F Tipi Cezaevi: Eylül 2007 tarihi itibariyle genelge hâlâ uygulanmamıştır.

Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi: Genelge bu cezaevinde yeni yeni uygulanmaya başlamıştır.

Tekirdağ 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Bu cezaevinde de genelge uygulanmamaktadır.

Kandıra 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Eylül ayı itibariyle, Sosyal Hizmet Uzmanı, tutuklu ve hükümlülerle görüşerek 'ortak kullanım alanlarının sınırlı olduğunu, tutuklu ve hükümlü sayısının fazla olduğunu, ancak haftada dört saat ortak alanlara çıkmanın mümkün olacağını' belirtmiştir. Genelgeye aykırı uygulama, tutuklu ve hükümlülerce kabul edilmemiştir.

Kandıra 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Hiçbir uygulama yapılmadığı gibi herhangi bir görüşme de gerçekleşmemiştir.

Bolu F Tipi Cezaevi: Haftada on saatlik uygulama devam etmektedir. Ancak sohbet yeri olarak idare ortak alanlara (spor salonu, kütüphane vb.) çıkma yasağı geldiğinde tutuklu ve hükümlüleri sohbete çıkarmamaya başladı.

Kırıklar 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Cezaevi idaresi, talepte bulunan tutuklu ve hükümlülerin 'disiplin cezaları bulunduğu' iddiasıyla uygulamaya geçmeyi reddetmiştir. Daha sonra sorun çözülmüştür.

Sincan 1 No'lu F Tipi Cezaevi: Genelge hâlâ uygulanmamaktadır.

Sincan 2 No'lu F Tipi Cezaevi: Hiçbir uygulama yapılmadığı gibi herhangi bir görüşme de gerçekleşmemiştir.

Haftalık toplamı 10 saatin ve günlük toplamı 2 saatin altına çekmeye çalışan girişimler genelgenin sözüne olduğu kadar amacına da aykırı bulunmakta, hakkın kullanılmasını zorlaştırmakta veya imkânsız hale getirmektedir. Aynı genelge ile açıkça düzenlenen ve "ortak mekân yetersizliği sorunu çözülünceye kadar kapatılma birimleri de dahil olmak üzere her türlü kapalı alanın kullanılabilmesine imkân tanıyan düzenleme" hayata geçirilmelidir. Bu yönde bahane üretmek genelge koşullarında maddi ve hukuki anlamdan yoksundur.

Tecritten eski bir mektup

" 'Kahvaltı, reçel, çay' bağırtılarıyla uyanıyorum. Daha sabahın 7'si bile olmamış. Hava oldukça soğuk. Kalkılacak gibi değil. Gerçi kalkmamı gerektirecek bir şey de yok. Ölüm orucundayım ve orucun 150. günü.

Uykum düzenli olmadığı için gece geç yatabiliyorum. Sabahlarıysa uykumu alamamış kalkıyorum. Kaloriferler iyi yanmadığı için içerisi buz gibi. Saat, 7.30. Yüzümü yıkamaya çalışıyorum. Su buz gibi. Tekirdağ'da yaz boyu günde üç kez 15'er dakika su veriliyor, bütün ihtiyaç bu kadar suyla karşılansın isteniyordu. Sıcak suysa 10 dakika. Vaktin yarısı ısınmasını bekle, sonra üç kişi yıkan. Koridorun sonundakilerse tamamıyla susuz yaşıyordu.

Saat 8'de infaz memurları avaz avaz 'sayım, sayım' diye bağırıyor. Sayıma en az 7-8 kişi geliyor. Bir kısmı kapının ağzında bekliyor. Boş bir plastik su şişesini alıyorlar. "Neden?" diye soruyorum. Cevap, değişmiyor: "Emir böyle." Oysa soğuktan korunmanın bir yolu kantinden satın aldığımız ısıtıcıyla su ısıtıp şişelere doldurup yatağımıza almak. Sabah sayımları, işkence. Üçümüzü de aşağı katta, musluğun önüne diziyorlar. İki gardiyan üst kata çıkıyor, dolapları didik didik edip her şeyi darmadağın bırakıyorlar. Aşağıda defterler açılıyor, fotoğrafların yanındaki isimler okunuyor, 'Buradayım' diye bağıracaksın. Direnen ağır dayak yiyor.

Gazeteler için yazılıp parasını önceden vermek gerek. Gelecekleri saat hiç belli olmaz. Okuma komisyonu tarafından tek tek sansür edilmeden bize ulaşmaları imkânsız. Okuduğumuzu diğer hücrelerin avlusuna fırlatıyoruz. Değiş tokuş için. Çatıda kalmazsa.

Sayımdan sonra bir bardak su ve çayımı içiyorum.

Hücreniz koridora bakıyorsa ziyarete ya da mahkemeye çıkanlara el sallar, içinizi ferahlatırsınız. Hücrenizin havalandırması başka bir hücreninkiyle karşı karşıyaysa, arada sadece yüksek bir duvar varsa, üç kişinin sesi daha katılır hayatınıza. En son sıradaysanız, önünüzdeki duvarın ardında asker vardır.

Ziyaret günüyse, konuşacaklarını önceden düşünür, hazırlarsın.

Vakti iyi değerlendirebilmek için. Ziyaretlerin anısı uzun süre seninle birlikte kalır.

Mahkemen varsa, ringde gidiş gelişler sırasında dar zamanda kucaklaşmalar, sözü birbirinin ağzından kaparcasına, tek saniyeyi boşa harcamama kaygısıyla konuşmalar...ve tabii itiş kakış, dayak hakaret. Yine de bunlar birbirini görmenin, kucaklaşıp sarılmanın mutluluğunu gölgeleyemez. Ziyarete ya da revire gittiğinde de arada bir arkadaşınla karşılaşırsın. 'Müdahale timi' ona bakmanı dahi engeller. Ama bazen ellerinden kurtulup arkadaşınla kucaklaşıverirsin. Her şeyi göze alarak.

Sabah sayımından sonra mahkeme, hastane, ziyaret yoksa hücre kapısı artık açılmaz. Akşam sayımına kadar.

Saat 9'da merkezi müzik yayını başlar. Radyonun istasyon ayarı onların elindedir. Diyelim memleket türküleri başlamış, sen de özlemle eşlik ediyorsun, fark ettikleri anda değiştirirler. Rahatsız ettiklerini hissederlerse gümbür gümbür arabesk şarkılar çalıp kendi sabırları tükenene kadar dinletirler.

Yandaki arkadaşımızın kazak, hırka gibi giysilere ihtiyacı var. İdareye dilekçe yazıp istiyoruz. 'Yasak' diyorlar.

Saat 14'de bir arama daha. Ortalığı dağıtıyorlar yine. Dolaplara yapıştırmış olduğumuz, ölüm orucunda kaybettiğimiz arkadaşlarımızın resimlerini yırtıp alıyorlar. Gazetelerden kesmiştik.

Onlar çıkınca eşyaları toplayıp hücreye bir çekidüzen veriyoruz.

Saat 16. Gardiyanlar havalandırma kapısını kapatmaya geliyor. Sanki hava ceplerinden çıkıyor. Daha hava kararmadan hücre üstümüze kapanıyor.

Dünya üstümüze kapanıyor. Gece sayımını yapıyorlar. Hava soğuk. Yataklardan çıkamıyoruz.

Hücre yaşamını ben biraz Anadolu'da yolu, ulaşımı olmayan, kar altında kalıp şehirle bağları kopan, aylarca kendi içine kapanan köylere benzetirim. Aynı blokta, hemen çaprazımıza düşen tek kişilik hücrede kalan 22 yıllık arkadaşımın yüzünü görmeyeli bir buçuk yıl oldu. Havalandırmaya çıktığımda bazen onun da duvarın öte yanında olduğunu düşünürüm. Payımıza düşen on metrekarelik gökyüzü. Hücren güneye bakıyorsa arada bir güneşi görmen mümkün. Kuzeye bakanlar hiç görmez. Anlatılacak daha çok şey var, ama hepsinden önemlisi şu. Hücre insanlık dışıdır. İnsan hücreye sığamaz. İnsan kalabilmektir bütün direnişin, mücadelenin özü."

01/10/2007
RADİKAL

 

Güncel Haberleri

Kendi kaleminden: Rabia Mine kimdir?
‘Bizim Yunus’ genelgesine tepki
Önlü: Dersim’in doğası talan edilirken itiraz edilmesin istiyorlar!
Diyanet: 'Kadın-erkek el ele olmasın'
Seyahat yasağı mağdurları isyan ediyor