Mustafa Nuri ÖZDEN/ AHA
(Fotoğraf: Evliya Dede / D. 1303 - Ö. 1972)
Görkemli duruşuna rağmen sakin bir iç dünyası olan; konuşmaya başlayınca kimsenin gözünü alamadığı ulu bir çınardır Evliya… Önce insan diyenlerden… Adaletten, eşitlikten, sevgiden yana… Yediden yetmişe her yaşta insanın sevgisini kazanmış bir Bektaşi bilgesi… Evliya adını da halk yakıştırmış ona…
Burdur ve Isparta halkı onu evliya olarak tanıdı ve bildi…90 yaşına kadar da evliya gibi yaşadı…Gazi Ağır Topçu Başçavuşu Kademlioğlu İsmail Doğaner.
Ben yazımda ona ‘Evliya Dede’ diye hitap edeceğim. Çünkü o, yaşam biçimiyle, insandan ve adaletten yana duruşuyla, dünyaya bakışıyla bizlerin “kamil insan” olarak tanımladığı bir kişiydi… O gerçek evliya idi, nazarımızda …
Evliya Dede’nin Senirkent’ ten Burdur’a göçtüğü ve Senirkent’ te Gürcanlarla (Canavarlar) akraba olduğu bilinir… Bu koca insanın Çanakkale ve İstiklal Savaşlarında bulunduğu, “Gazilik” unvanı aldığı ve dört madalyasının olduğu akıllarda kalan bilgilerdir. Yine benim çocukluk yıllarımda babamın genç yaşta Bektaşi dedesi olması nedeni ile babamı yetiştirmeye çalıştığını anımsarım.
Evliya dede güçlü bir Bektaşi bilgisine sahip ve Bektaşi edep ve kurallarına göre yetişmiş bir insandır. Evliya adını almasının sebebi de Bektaşi kültüründen olsa gerek ! Savaş sonrası kendisinin Hacı Bektaş Veli Dergahında birkaç yıl kaldığı Çelebi babalar tarafından kendisine dedelik nişanı verildiği söylenir. Bundan mıdır bilmiyorum ama cemlerde evliyanın yeri hep cemin baş köşesi olmuştur. Cemlerdeki güzel sohbetleri, olgun ve birleştirici tavrı hep anlatılır.
Evliya Dedenin bizim evimizde kalış yılları, bizlerin de çocukluk yıllarımızdı. Ailenin en büyük oğlu bendim... Sanıyorum ilkokul 1. veya 2. sınıfa gittiğim yıllar… Evliya dede akşama kadar dolaşır, ziyaretlerini yapar akşamda eve dönerdi… Ziyaret ettiği kimselerin ‘bizde kal’ çağrılarına ‘Veysel, dedeliğe gitti çocukların başında olmam lazım’ dermiş… Babamda o yıllarda Isparta’nın Çünür, Baladız (bugünkü ismi Gümüşgün’dür), köyleri ile Bozan ve Kulak(Afyon, Şuhut ilçesi) köylerine dedeliğe gider ancak bir ayda dönebilirdi… Bu süre içinde Evliya dede başımızda bulunur, bizlere kol kanat olurdu.
Birde Annemin adını Ayşe’den Zehra’ya değiştirmişti, Evliya dede... Biz çocuktuk… ama hatırlıyorum… Bir törenle ve dua ile annemin adını Zehra yapmıştı…
O yıllar Evliya dedenin evde uzun süre aynı minderde kalkmadan oturduğunu anımsarım... Önünde kırmızı dolusu bulunurdu (bölgemiz de şarabın ismi kırmızıdır.…O tarihlerde şarap yapanlar çok olduğu için şarapta boldur. Dolu yada dem, Alevi- Bektaşi kültüründe içkiye verilen addır ).
Çayı çok sevmezdi, ama bazı kalabalık ortamlarda doluya çay kaşığı kordu, Evliya dede. Doludaki kaşığa ‘hak’ın parmağı’ derdi… Ve dolularını Hak Muhammet Ali aşkına, Ehlibeyt aşkına içtiğini söyler ve öyle dua ederdi. Bardağın içine konan kaşığın ne için konduğunu ehil olanlar anlardı!
“Demsiz derviş, İmansız sofuya benzer” sözünü bilmeyen yoktur, çevresinden… İnceden uyarıda da bulunurdu; “Demli dervişlerin nurdandır yolu/ Demsiz dervişlere uğramaz yolu”
Ömrü yoksulluk içinde geçmiş Evliya dedenin… Ama, asla şikayet etmemiş, halinden… Hatta, devletin kendisine bağlamak istediği “gazilik” maaşını dahi kabul etmemiş. Babam söylerdi; Evliya dede, kendisine maaş bağlamak üzere gelen görevlilere; ‘ben malul değil gaziyim, vatana para ile hizmet edilmez, miri malda (devlet malında) süt emen yetimlerin dulların öksüzlerin hakkı var’ demiş ve geri çevirmiş…
Evliya dede’nin gaziliğine neden olan olayını, kimi yazar ve çizerler, Evliya dedenin ağzından söyle anlatır; “Çanakkale’de aldığım yarada kalan mermi parçası, İstiklal Harbinde Köşk Cephesinde geceleri düşman üzerine keşif kolu giderken iltihap edip, geriye sevk edildim. 36 senesinde mermi parçası hak tarafından dışarı atıldı.”
Evliya dedenin 1915 Çanakkale savaşında aldığı yara ile 1922 İstiklal savaşına da katıldığı ve merminin 1936 senesinde vücudundan atıldığı düşünülürse, Evliya dede 21 sene vücudunda mermi ile yaşamış.
Evliya dede bir ‘gaziydi’; yaşayan da bir tarih… Bu nedenle de resmi bayramların da değişmez öznesi… Her Cumhuriyet bayramı öncesi tören kıyafetleri ve kılıcıyla hazırdır, Evliya dede... Ulusal bayramlarda evinden alınır; ve askeri aracın üzerinde Vali, Tugay Komutanı, Belediye Başkanı ile birlikte kılıcı elinde halkı selamlardı… Bu durum Evliya dedenin felç olup yatağa düştüğü yıla kadar sürmüştür..
Anlatırlar; bir Cumhuriyet bayramı sonrasıymış; Burdur’da Tugay Komutanı olan Paşa, yaverine, “Evladım gazimizi arabayla evine bırakıp gel, bir ihtiyacının da olup olmadığını da öğren” der… Yaveri döndüğünde, Paşa sorar; “ne yaptın bıraktın mı? evi uzak mı? ” Yaver’in yüz ifadesi durumun resmidir; “Uzak değil, ama ev perişandır komutanım” der… “Nasıl perişan” diye sorar, merakla Paşa. Yaver; “Evi çok bakımsız, kapısı ve pencereleri viran durumda, çok fakir gözüküyorlar” diye özetler gördüklerini.
Bunun üzerine, Paşa, Yaverini de yanına alarak Gazi’nin (Evliya dede) evine gider… Komutan eve geldiğinde, gördüğü manzara karşısında duygulanır ve çok üzülür… görüntülerden rahatsız olmuştur Paşa… Evliya dededen evin bakımını yapmak üzere izin ister… Ve evin onarımı Tugay Komutanlığının askerleri ve komutanları tarafından yeniden inşa edilir. Böylece devlet eli Tugay Komutanı aracılığıyla Evliya dedeye ulaşmış olur… Paşa bununla da kalmaz, her hafta evine gitmek ve ihtiyaçlarını görmek üzere bir asker görevlendirir.. Evliya dede 1972 yılında hakka yürüdüğünde, Tugay Komutanlığı sahiplenir ve askeri törenle toprağa verilir.
Bu satırları yazarken, yakın tarihte, Alevi köylerine okul yaptırdığı ve hizmet götürdüğü gerekçesiyle malum çevrelerin hışmına ve saldırılarına uğrayan 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk Paşa geldi usuma… Bugün olsaydı dedim!.. Alevi- Bektaşi toplumunun önderlerinden Evliya dedenin evini onaran Tugay Komutanının durumu nice olurdu ?
Senirkent’ te Burdurlular sülalesinden emekli Albay Mehmet Akgül ağabeyimiz anlatır;
“Evliya dedenin felç olduğu günlerdir… Evliya dedenin bu durumundan haberdar olan ve Senirkent’ deki yaşayan akrabalarından Cücelerin Mehmet efendi kendisinin de yaşlı olması sebebiyle oğlu Durhasan (Hasan Türker) emmi ile Canavarların Galip (Gürcan) dayıyı, Evliya dedenin ‘her hangi bir sıkıntısının bulunup bulunmadığını öğrenmek üzere’ Burdur’a gönderir.
Durhasan emmi ve Galip dayı Burdur’a varırlar… Evliya dede her ne kadar felçlide olsa, şuuru yerinde ve konuşabilmektedir. Eşi Fethiye teyze biraz aksidir, Evliya dedenin anlattığına göre… Bu nedenle de adını Cude takmıştır, onun.
İşin tuhaf yanı, Fethiye teyzede, Cude’nin anlamını bilmediği için takılan isme ses çıkarmaz. (Cude; Muaviye’nin kışkırtmasıyla Hz. Hasan’ı zehirleyen Hz. Hasan’ın eşidir.) Cude, Durhasan emmi ile Galip dayıya şikayette bulunur; konu, devletin Evliya dedeye ‘gazi’liğinden dolayı bağlamak istediği maaştır. Cude maaşın alınmasında ısrar etmekte, Evliya dede ise almamakla direnmektedir. Ortam gergindir…
Evliya dede, ortamı yumuşatmak için maaşı almak istememesini söyle bir hikaye ile anlatır; “aslında ben bu konuyu kimseye söylemek istemiyordum.. Cude’nin dilinden kurtulmak için anlatayım” der. “efendim, devletten maaş evrakları geldiği gün akşamı ben bir rüya gördüm. Maaş evraklarını tamamlamıştım ki, rüyamda Hz. Ali yanıma geldi ve evrakları elimden alıp yırttı” der… Oda bir an sessizliğe bürünür… Bu maaş işine Hz. Ali’de müdahil olduğuna göre kimsenin bir diyeceği kalmamıştır.
Helalleşirler ve ayrılırlar…
Durhasan emmi ve Galip dayı Senirkent’ e dönerler ve Cücelerin Mehmet efendiye bilgi verirler; gördükleri manzarayı ve Evliya dedenin rüyasını tüm detaylarıyla anlatırlar… Mehmet efendi, bir süre düşünür ve ardından sorar; “Peki, o zaman yırtılan evrakların parçaları nerede ?” (Anlatılanlarda adı geçen bu büyüklerim Bektaşi toplumunun önemli isimleri olup, hepside hakka yürümüşlerdir. Kendileri ışık içinde yatsın.)
Yaşananlar Alevi- Bektaşi toplumunun yaşam biçimini, insan sevgisini, adalet anlayışını, muhabbetini, hoşgörüsünü ve mizah anlayışını ortaya koyması bakımından önemlidir.
EVLİYA DEDE’DEN GÜNÜMÜZE…
Evliya dede bizlere gerçekten satın alınamayacak kadar büyük bir miras bıraktı… Bizlere, ahlakı, erdemi, ilkeli olmayı, sevmeyi, hoş görmeyi ve paylaşmayı yaşayarak, yaşatarak öğretti… Kendisine binlerce teşekkür ediyoruz…
Yoksulluğuna rağmen devlet malına el sürmedi… Onda ‘süt emen yetimlerin dulların öksüzlerin hakkı var’ dedi, yüksek sesle… 21 sene vücudunda taşıdığın mermiye karşın ‘ben malul değil gaziyim, vatana para ile hizmet edilmez’ diyerek bizlere insanlık dersi verdi…
Aşk olsun sana Evliya dede, aşk olsun…
Ancak !... Evliya dedem…
Söylemeye yüzümüz yok biliyorum !. Ama…
Senin miri mal diye gözün gibi koruduğun ulusal değerlerin bugün hepsi yağma ve talan altında… Son kalan birkaç parçayı da bugün, bilemedin yarın satacaklar…Süt emen yetimlerin, dulların, öksüzlerin hakkı var dediğin devlet malları, ‘kul hakkı yemedik’ diyenlerin eşi, dostu, yandaşları tarafından kapışılıyor…
Ülkeye hükümet edenler bugün görevini kötüye kullanmak, sahtecilik, zimmet ve dolandırıcılıkla suçlanıyor… Anlayacağın; ülkede, yurtseverliğinde, erdemli olmanın da, ahlak anlayışının da bir anlamı kalmadı…
Neresinden başlasam bilmiyorum Evliya dedem; sizlerin ülkeye kazandırdığı ve binlerce yurttaşımızın ekmek yediği, Cumhuriyet değerleri bugün artık yok ! Yer altı delik deşik edildi, maden aramaktan… Ne temiz suyumuz kaldı, ne ormanımız… İçlerinde arada bulasın yerliyi…. Yüzde 2 vergi karşılığında yabancılar ülkelerine götürüyor, madenleri…
Başbakanın damadının Genel Müdürü olduğu şirkete bir kalemde devlet bankalarından 750 milyon dolar kredi aktarılmış; Başbakanın çocuklarını ABD’nde okutan zata da 1.5 milyon TL değer biçilen, devlet arazisi 300 bin TL'ye satılmış; sizlerin kurduğu Sümerbank’ın adına bile tahammül edemeyen bakanın oğlu için vergi kıyağı yapılmış, mısır ithalatı için; Başbakanın eşi, vatandaşın vergileriyle alınan uçakla başka ülkelerde düğün gezmelerinde; Çevre ve Orman Bakanının çocukları Amasra ormanlarında maden ocağı kapatmış… saymakla bitmeyen yüzlerce örnek…
Ancak!..
Şimdi yas zamanı değil elbet…. Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin de buyurduğu gibi gün, “bir olma, iri olma, diri olma” günüdür… Ülkeye, insana, doğaya, tüm ulusal değerlere sahip çıkma günüdür… Öyleyse !... Pir Sultan Abdal’ın çağrısına uyalım; “gelin canlar bir olalım’, ve gönülleri birleyelim…
Mustafa Nuri ÖZDEN
Eğitimci, Bektaşi Dedesi
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy43737 = 'nozdenbaba' + '@';
addy43737 = addy43737 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text43737 = 'nozdenbaba' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
43737 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
KAYNAK : Alevihaber.com - 5 Haziran 2010