Ertuğrul Kürkçü şu anda bianet.org adresinde yayın yapan bir internet haber sitesinin başında. ÖDP'den ayrıldıktan sonra oluşturdukları Sosyalist Emek Hareketi'nde politika yapıyor, Siyasi Gazete adında aylık bir dergi çıkarıyor.
Babam ısrar etmeseydi kaçabilirdim
"Saklandığımız ev havan mermileriyle çökünce kendimi samanlığa attım. Farkında değillerdi çünkü evin sahibi 11 kişi olduğumuz halde, 10 kişi olduğumuzu söylemiş. Babam cesetler arasında beni teşhis edemeyince arama yapıldı. Ona kızamam ama böyle bir şey olmasa kaçabilirdim..."..
Tam 36 yıl önce bugün yaşandı Kızıldere Katliamı... 12 Mart muhtırası sonrası idamlarına karar verilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan'ı ipten kurtarmak için 11 THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi) militanı NATO dinlenme üssünde görevli İngilizleri kaçırdı. İngilizlerin hayatına karşı Deniz ve arkadaşlarının hayatı! Amaçları buydu, hükümetle pazarlık yapabilmek... Ama Tokat'ın Niksar ilçesinin Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Sığındıkları, kapana kısıldıkları evde havan mermileriyle katledildiler. İçlerinden sadece biri, Ertuğrul Kürkçü, evin samanlığına saklanarak sağ kurtulabildi. 14 yıl hapis yattı ama hayatını yeniden inşa etmeyi başardı. Yıllar sonra onu yeniden hatırlamamıza vesile olan ise atv'nin Hatırla Sevgili dizisi oldu. Geçen hafta yayınlanan bölümüyle bütün Türkiye'yi ağlatan dizide, kendi deyimiyle 'birdenbire zuhur etmiş olsa da' üzerindeki sis bulutu hâlâ dağıtılmamış bu trajedinin tek tanığı olarak kapısını çaldık... Sorumluları hâlâ serbest olan katliamın yıldönümüne denk geldi bu buluşma. Hâlâ öfkeli sesiyle; yaşadıklarını, hissettiklerini yeniden anlattı... Benim için en acıklısı neydi biliyor musunuz? Bir babayla oğulun küs ayrılmalarıydı...
- Nasıl biriydi Ertuğrul Kürkçü; nasıl bir ortamda büyüdü, devrimci harekete katılmaya nasıl karar verdi?
- Hiçbir şey birdenbire olmuyor tabii... 65 sonrası üniversiteye giren herkesin o zamanın büyük devrimci çalkantısı hakkında bir karar vermesi gerekiyordu: Bu dalganın içinde misin yoksa dışında mı?
- Nasıl bir ailede yetiştiniz?
- Her şeyi orta karar bir ailede yetiştim. Babam daha Osmanlı toprağıyken Halep'te doğmuş. Büyükbabam milletvekiliydi, o nedenle Ankara'ya yerleşmişler, dolayısıyla Ankara'da geçti bütün hayatımız. Özet olarak Cumhuriyet yaratığıyız!
- Büyükbabanız milletvekili olduğuna göre politik bir aileydi sizinki?
- Cumhuriyet kurulduğunda ilk iki dönem milletvekiliydi dedem CHP'de. Ama babam Demokrat Parti taraftarıydı. 27 Mayıs bizim evde çok çalkantıya yol açtı. Babamın bütün hayatı değişti çünkü bütün manevi geleceğini DP'ye bağlamıştı. Kurumsal bir ilişkisi yoktu ama çok partizan bir insandı. Yani babam babasının tersiydi, ben de babamın (gülüyor).
- Sonuçta siyasi kimliğiniz aile içinde şekillendi değil mi?
- E tabii, bizim evde politika çok konuşulurdu, politikada tavır almak da önemliydi. Babamın görevi dolayısıyla İzmit'e gittik. 65 yılı; o zaman Türkiye İşçi Partisi ilk kez seçimlere girdi, Mehmet Ali Aybar'ın radyo konuşmaları benim için çok çarpıcıydı. İkincisi, babam İpraş petrol rafinerisinde görevliydi, orada işçiler ilk grevlerden birini yaptılar. Babam greve karşıydı hükümet taraftarı ve sağcı bir insan olarak. Fakat abim de ben de, işçilerin tarafını tutmamız gerektiğini düşündük.
- Politik kavgalar sık sık yaşanır mıydı evinizde?
- O yaşta değil ama üniversite zamanı biz hareketlenince, evle bütün ilişkilerim koptu.
- Ne okudunuz?
- ODTÜ'de mimarlık. İlk boykotlar başladığında evde gerilim de çok arttı...
- Siz de tarafınızı seçmek zorunda kaldınız öyle mi?
- Tabii ama sadece dışsal koşullar sizi buna itmiyor. Zihnen de neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz ve görüyorsunuz ki sosyalizm ve Marks'ın karşısında hükümetin ve diğer partilerin görüşleri çok zayıf, hakikat yok. Gençken hakikatin tarafını tutmak da daha kolay. O yüzden aklımın dediğini yaptım. Ama sert bir aile içi gerilim söz konusu olunca, 18 yaşında evden ayrıldım ve hayatımı tek başıma sürdürdüm. Benim için bir siyasi tercih yapmak, hayatım hakkında bir tercih yapmaktı.
- Devrimci harekete nasıl girdiniz peki?
- Sonuçta 68'den sonra bütün hayatım devrimci hareketin içindeydi. 69'da ODTÜ Fikir Kulübü Başkanı, 70 sonbaharında Dev-Genç genel başkanı oldum. 20'lerinde bir insan için edinilebilecek en kıymetli görev!
- Devrimci dediğimiz nasıl bir insandır söyler misiniz?
- Bin tane devrimci tipi sayabilirsiniz; bunların da her biri şuna ya da buna göre değişebilir, başka karakter sergileyebilir. Sonuçta devrimcinin de köylüsü-şehirlisi var, kadını-erkeği var, bilenibilmeyeni var, aydını-yarı aydını var ve bunların hepsi kocaman bir aile. Yani belki ailenin en parlak üyelerine bakarak geri kalanları tanımlamaya çalışıyoruz. Yoksa öyle biricik, pırıl pırıl, kimsede olmayan niteliklere sahip devrimci diye bir şey yok! Daha çok bir fikrin sonuçlarını görüyoruz biz. Yani eğer siz sosyalist değilseniz, öyle bir gelecek projeniz yok ise, belki de bu özelliklerinizin çoğu saklı kalacak. O yüzden kimseye de erdemler açısından haksızlık etmemek lazım.
- 'Devrimci Superman gibidir' diye bir imge var ama değil mi?
- Evet bana çok haksızlık gibi geliyor sıradan insanlara bir tür Superman imgesi sunmak. Oysa sıradan insanlar olmazsa devrim diye bir şey olmaz! Devrimci dediğiniz insan, her şeyden önce kafasında bir değişim inancı olan insan. Bunu bilen insan. Bir adım ötesini gören insan. Dolayısıyla uzak görüşlü olan insan.
- Devrimle neyi hayal ediyordunuz peki?
- Yakalandığım zaman şöyle bir somutlukla sordular: 'Nasıl bir hükümet kuracaktınız?' Hiç düşünmemiş olduğumu fark ettim! (gülüyor) Ama bence tavrım gerçekçiydi çünkü nasıl bir hükümet olacağı, nasıl bir devrim olacağına bağlıdır. Bir toplumsal hayal elbette vardı ama ta en başta benim açımdan bir devrimin en çok düzelteceğini umduğum şey, çocukların gelişmeleriydi, yani bir devrim bunu yapmalıydı. Ben lisedeyken nüfus sayımında İzmit'in en yoksul mahallelerinde sayım yaptım evlerin içine girip. O kadar çok yoksulluğu, o kadar yoksunluğu, o kadar çok acıyı bir günde, bir arada gördüğümü hiç hatırlamıyorum.
- O gün mü kararınızı verdiniz yolunuzu seçmek için?
- O gün bunlara gözümüzü kapayarak yaşayamayacağımıza karar verdim, içimin sızısı hiç dinmedi. Sobasız evlerde çıplak ayakla ders çalışmaya çalışan çocukları gördükçe, ne kadar çaresiz bırakıldıklarını gördükçe bir şey yapmak lazım diye düşündüm. Hiç kimsenin çocuğundan farklı değillerdi, sadece fırsatları yoktu...
- Devrim hayaliniz öncelikli olarak eşitlikti yani?
- Evet birincisi bu eşitliğin sağlanması ihtiyacıydı. İkincisi ABD'nin baskılarına duyulan öfke, yani bağımsızlık arzusu. Türkiye niçin kararlarını kendi verebilen bir ülke değil, niçin muhtaç, niçin dilenmek zorunda? Üçüncüsü, enternasyonalizm. Yani ezilen başka ülkelerin dertleriyle de dertlenmek. Biz büyürken kitle hareketi de büyüdü, köylüler toprak, işçiler fabrika işgal etmeye başladılar. Türkiye'de herkes şunu gördü; kaderimizi değiştirebiliriz!
***
Sol hâlâ çok kıymetli
- Türk solunun eski isimlerinden birisiniz; bugün Türkiye'de sol diye bir şey var mı?
- 1 Mayıs'ta Kızıl Bayrak'ın etrafında toplanan insanlara ben sosyalist diyorum. Sayıları da her 1 Mayıs'ta artıyor.
- Meclis'te var mı sol?
- Yolladık işte Ufuk'u (Uras).
- Yani Meclis'te solu Ufuk Uras mı temsil ediyor?
- Etmezse hesap soracağız.
- Türkiye'de sol çok kıymetli bir şey mi hâlâ?
- Çok kıymetli!
- Neden insanlar AKP'yi iktidar yapıyor, neden güçlü bir sol parti yok, neden solda güçlü bir lider yok o zaman?
- AKP muhafazakâr. Hiçbir şey sonsuza kadar muhafaza edilemeyeceği için, her şey değişmeye mahkûm olduğu, değişimin ruhu ve maddesi solda olduğu için sol çok kıymetli, herkes, bütün insanlık için...
***
Dizi yüzünden 22 yılda almadığım mesajı aldım!
Hatırla Sevgili'yi sürekli izliyorsunuzdur herhalde?
- Tomris Giritlioğlu'nu yakından tanırım. Hikâye 60'lı yıllara gelirken danışmanlık da önerdiler bana ama kabul edemedim.
- Neden kabul etmediniz?
- Dizilerin kaçınılmaz zaafları var. Yani o dizi bir imaj kuruyor, bir imajın hakikatle örtüşmesi gerekmiyor ama politik ve tarihsel açıdan sizin kaygınız tam da bu oluyor! İdam sahnesinin olduğu bölüm dolayısıyla da kararımın doğru olduğunu düşünüyorum.
- Beğenmediniz mi?
- Deniz Gezmiş idam edilmeden önce, çok önemli şeyler söyledi. 'Yaşasın Marksizm Leninizm,' dedi, 'Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği,' dedi. Ama dizide biz bunu duymadık. Deniz'in bütün yaşamı boyunca yaptıklarının, onun hayatının özetiydi bu sözler oysa.
- Kendinizi izlediğinizde ne düşündünüz; yabancılaştınız mı?
- Dizinin önemli bir kusuru var; bizim hareketimizi, yani THKP-C hareketini yan akıntı gibi gösteriyor. Bunun içerisindeki kimliklerin, kişiliklerin nereden çıktıkları, niye var oldukları anlaşılamıyor. Durup dururken zuhur ediyorlar; ben de bir gün türeyiverdim! Ama her şey bir kenara... Yaygın medyada ilk kez 12 Mart'ta yenilenlerin açısından bakılıyor olaya; onların haklı olduğu düşünülerek bakılıyor. Ben hapisten çıkalı 22 yıl olmuş. 22 yılda almadığım mesajı bir haftada aldım.
***
Denizler için bir şey yapmadan duramazdık
- Kızıldere olayı nasıl gelişti, nasıl bir ruhla gittiniz oraya, ne yapmayı planlıyordunuz?
- Mahirler'in cezaevinden kaçışları sonrası büyük bir takip başladı, peş peşe tutuklamalar sonunda büyük şehirlerde yaşama şansımız kalmadı. Yegane bağlantımız Fatsa civarındaydı, oraya gitmek zorunda kaldık. İkincisi de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını önlemek konusunda bir karar vardı. Fatsa basılınca İngiliz teknisyenlerin, Denizler'in hayatları karşılığında kaçırılmalarına karar verdik. Kızıldere köyüne gitmemiz de; bu köyün bizi saklamaya amade olmasından, köylülerin bizim tarafımızı tutmasından değildi tabii. Sadece orada bir tane evi biliyorduk ve dört arkadaşımız oradaydı. Biz yapabileceğimiz son şeyi, yapabileceğimiz son yerde yapmış olduk.
- İnanıyor muydunuz bu insanlar karşılığında hükümetin pazarlık yapacağına?
- Herkes bunun böyle olmayacağını biliyordu.
- Bir şeylere tutunma ihtiyacı mıydı sizinki?
- Hiçbir şey yapmadan duramazdık. Çünkü sıkışmıştık ve Denizler idama götürülüyordu. Tabii kimse dönüp birbirine 'Yahu duygun nedir?' diye sormadı ama 'hayatımızın son adımını onurlu atmak' duygusu egemendi o an hepimize.
- Bir çatışmaya girdiniz, pek çok insan öldü, bir tek siz saklanmayı başardınız. 'Ajan', 'muhbir' denildi size bu yüzden. Ne hissettiniz bu kadar yıl?
- Açıkçası bugüne kadar kimse yüzüme karşı böyle bir suçlama yapmadı. Bunlar devrimci hareketin dışındaki eğilimlerin dili; bir politik mücadelede sıkışıldığında, sıra belden aşağı ve arkadan vurmaya geldiğinde kullanılan silahlardan biri.
- O evde kaç kişiydiniz?
- 11 kişiydik; üç de İngilizler 14.
- Katliam sırasında herkes öldürülürken samanlığa geçmeyi nasıl başardınız?
- Bu ayrıntıları konuşursak her şeyi sırayla anlatmam gerekir. Fakat olayların sırası böyle olmadı. Herkes, evin içerisine girilerek öldürülmedi. Dışardan havan toplarıyla ateş edildi, ev çöktü, arkadaşlarımın ellerindeki bombalar patladıktan sonra, sağ kaldığım için kendimi başka bir tarafa atma fırsatı bulabildim.
- Babanız ele geçirilen cesetler arasında sizi teşhis edemeyince yakalanmışsınız. İçin için babanıza kızdınız mı hiç?
- Ona kızamam tabii. Ama böyle bir şey olmasaydı ertesi akşam oradan kaçabilirdim. Çünkü ben ne olduğunu anlayamadığım için kaçamadım; hâlâ beni aradıklarını, köyde pusu olduğunu sanıyordum. Gün ağardıktan sonra fark ettim ki beni öldü sanıyorlar! Niye? Çünkü evin sahibi bizim 11 değil 10 kişi olduğumuzu söylemiş. Arkadaşlarımızın da yüzleri tanınmıyordu. Ben bunları nereden bilebilirdim? Fakat babam gelip ben diye gösterdikleri bedeni 'Bu benim oğlum değil,' diye teşhis edince arama yaptılar.
***
Babamla küs ayrıldık
- Bu kadar acılar çekildikten sonra babanızla konuştunuz mu, içinizi döktünüz mü birbirinize?
- Babama karşı daha toleranslı olmuştum ama babamın hiç değişmediğini gördüm, küs ayrıldık. Babam vefat etti beş-altı sene önce, küstük hâlâ...
- Gerçekten mi? Hapiste de mi görüşmediniz?
- Hapiste de bozuştuk. Tuhaf tabii, onun da kendine göre bir inatçılığı vardı. Sonuç olarak küs ayrıldık maalesef.
- Pişmanlık duymuyor musunuz bunun için?
- Yapılacak bir şey yok, ne yapılabilir? Hiç uymadı dünyaya ve birbirimize bakışımız...
***
Şanslıydım, hayatıma kesintisiz devam ettim
- Kaç yıl hapis yattınız?
- 14 yıl.
- Nasıl bir hayat inşa ettiniz kendinize içeride?
- 14 yıl aşağı yukarı üç üniversite bitireceğiniz kadar bir zaman ama içeride tahsil görmediğinize göre bir şeyleri istediğiniz gibi yapamamışsınız demektir. Cezaevi size toplum için kötü olduğunuzu, size tahammül edilmediğini, toplumun sizsiz yapmak istediğini her gün hatırlatmak üzere kurulmuş bir yer. Sizse bunun tersini ispat etmek için her gün yeniden uğraşmalıydınız. İkincisi, rejim sizi cezaevinde yalnız bırakmaz, yani fikrinizi değiştirmeye, sizden başka bir insan yapmaya, sizi 'ıslah etmeye' uğraşır. Ama ben 'ıslahı gayri mümkün' kategorisine konuldum.
- Nasıl başardınız bunu?
- Mesela din dersi vermeye kalkıyorlar, siz 'Teşekkür ederim benim bir dinim yok,' dediğiniz zaman bu bir mesele! Hücre hapsi, dayak, hepsi sırayla...
- 14 yıl sonra yeni hayat kurmak zor olmadı mı?
- O açıdan şanslı sayıyorum kendimi. Cezaevinden çıktığımda okul arkadaşlarımın hepsi şöyle ya da böyle 15 yıl içerisinde toplumda bir yer tutabilmişti, bir ilişki ağları vardı, istemediğim bir iş yapmadım hiç...
- Ya evlenmek, çocuk sahibi olmak?
- Ben Jack London'ın Yalnız Kahramanlar'ını severdim, onlar örnek alınacak tipler gibi gelirdi bana. Bir de böyle şeylerin insanın başına gelebileceği zamanı cezaevinde geçirdim. Çıktığımda 40 yaşındaydım, o yaştan sonra bir ortaklık kurmak kolay bir şey değil.
- Çocuğunuz olsun istemediniz mi hiç?
- Herkes kendinin bir kopyasını görmek ister ama ben bunun meslek sayılması gerektiğini anladım. Ne yazık ki programımda buna ayıracak zaman yok!
***
Halk, öyle ya da böyle gerektiğinde tavır koyuyor
- Kimse kaç yaşında, nerede olacağını kendi seçmiyor, böyle bir mesele var. Biz bir toplumda 40-50 yılda bir ortaya çıkabilecek bir yükselme anında 20 yaşında olmuş şanslı insanlardık. Bu farkı yaratan bir çağ, bir zaman. Bu çağ dönümü bize bir bakış, bir tarz, bir hayat kazandırdı. Biz bunu öyle çok bilinçli yapmadık, büyük bir dalganın içinde şekillendik. Her onurlu ve zeki insanın yapabileceği şeyi yaptık, o yürüyüşe dahil olduk. Bir kere bu büyük yürüyüş sekteye uğradı. İkincisi, onları kuşatmak için çok özel bir düzen oluşturuldu 12 Eylül'den başlayarak... Yine de ben bu hayata baktığımda hâlâ şu soruyu soruyorum kendime: Peki bütün yazdığımız kitapları okuyanlar kim, kimler kitap fuarlarını dolduruyor, bütün iyi filmleri kimler seyrediyor, kimler itiraz edenlerin sesine kulak veriyor, kimler izliyor Hatırla Sevgili'yi, kimler sizin gazetenizi okuyor, siz bunları kimler için yapıyorsunuz? Türkiye'nin yüzde 70'i, 35 yaşından genç. Her şeyi gençler için yapıyorsunuz aslında.
- Ergenekon isimli oluşuma gençliğin bu kadar tepkisiz olması düşündürücü değil mi, onların geleceğini ilgilendirmiyor mu bu olanlar?
- Sessizler evet ama bunda haksızlar mı? 65-70 arasında üniversite polisin giremediği yerdi, şimdi ise her sınıfta polis var. İnsanlar da üzerlerindeki baskıyla orantılı hareket ediyorlar, bu bir. İkincisi, tepede cereyan eden bu çatışma onları belki de o kadar ilgilendirmiyor, onların tercihleriyle o kadar alakalı değil belki.
- Ergenekon'un çözülmesi için baskı oluşturması gereken 'bir kısım medya'nın sessiz kalmayı seçmesi, darbe çığırtkanlığı yapanları alkışlayacak hale gelmemiz acıklı değil mi?
- Bu konularda ben sizi kötümser görüyorum. Şuna bakın o zaman; 27 Nisan'da Genelkurmay bir e-muhtıra yayınladı, bütün Türkiye'ye postasını koydu, 'Benim dediğim olacak' diye... Türkiye dinlemedi. Bu az mı? İki hatta iki buçuk darbe geçti Türkiye'nin üzerinden, Doğu'da hâlâ çatışmanın sürdüğü, insanların sokak ortalarında takır takır öldürüldükleri bir dönemde hâlâ insanlar açık konuşmaya, seslerini yükseltmeye, bildiklerini söylemeye, pankartlarını asmaya devam ettiklerine, gözaltında kayıpları ortaya çıkarmak için Galatasaray meydanında üç yıl oturabildiklerine göre bence iyimser olmak için çok fazla neden var. İnsanlar demek ki tavır alıyorlar öyle ya da böyle... Bunu sokakta göstermiyor olmaları başka, bir tavırları olup olmaması başka. Hatırla Sevgili'ye bu kadar reyting kazandıran ne sizce? Bir aşk hikâyesi mi, yoksa insanların bir politikayı şöyle ya da böyle yaşama arzuları mı?
***
Küpenizi çeksem hoşlanmazsınız değil mi?
- İlhan Selçuk'un Ergenekon davası yüzünden gözaltına alınmasına nasıl bakıyorsunuz? İçerik, neden değil şekil tartışıldı hep; sizin yorumunuz ne?
- Ben usul açısından polisin hatalı davrandığını düşünüyorum. Yeni mevzuata göre; hiç kimse güneş doğmadan evinden alınamaz, kimsenin evine girilemez. Türkiye'de dört buçukta güneş doğmuyor! Tartışmaya da her yerde önce usulden başlanır. Sizinle tartışırken çok haklı olabilirim ama kulağınızdaki küpeyi çekerek, 'Bu senin kulağına küpe olsun,' dersem bundan hoşlanmazsınız, değil mi? Öte yandan Ergenekon diye bir şey var mı, bu hakikaten soruşturulmalı.
- Ergenekon diye bir örgütün varlığına inanmıyor musunuz?
- İspat edilmesi gerekiyor.
- Evlerde yakalanan bombalar, konuşmalar kanıt değil mi?
- Bu kanıtların hiçbirini ben görmedim, siz de görmediniz! Bu kanıtların görüleceği yer mahkeme.
- Doğu Perinçek tartışmalı olduğunuz bir isim, o şu anda içeride. Çeteyle işbirliği olduğuna inanıyor musunuz?
- Bunlar deniyor ama aksi ispat edilene kadar herkes masum! Ben bu karineyi koruyorum. Politik tercihleri bakımından böyle bir siyasi gelişmeyi tercih edebileceğini düşünüyorum ama bu onun yapmış olduğu anlamına gelmiyor. İspat edilmesi gerek.
ŞİRİN SEVER / SABAH - 30 Mart 2008