Tarihçi-yazar Erdoğan AYDIN, Ergenekon Operasyonu'ndan AKP'nin Alevi politikasına, Türkiye Solu'nun mevcut durumundan gazeteci İlhan Selçuk'un gözaltına alınması olayına kadar bir çok konuda önemli açıklamalarda bulundu. Divriği Gazetesi tarafından gerçekleştirilen ve Aylık Divriği Gazetesi'nin son sayısında yayınlanan söyleşiyi aktarıyoruz.
(...) Ergenekon adı altında yürütülen bu operasyon, onun bir parçasına yönelmekle birlikte esas olarak kontrgerillayı ortadan kaldırma operasyonu değildir. Böyle yapılıyormuş gibi gösterilen süreç aslında AKP’nin ayağına takılan odakları tasfiye etme sürecidir. Dolayısıyla dikkat edin, bu operasyon içerisinde asla ve asla, 6-7 Eylül, Kahramanmaraş, 1 Mayıs, Sivas, vb. katliamların, Kürt sorununu ezmek kapsamında gerçekleştirilmiş “1000 operasyon”, hatta Şemdinli ve Hrant Dink ve Malatya cinayetlerinin perde arkasına bile gidilmiyor. AKP’nin yapmaya çalıştığı, sınırsız bir şekilde devlet içinde kurumlaşmaya çalışırken kendisini engellemeye, çelme takmaya çalışan güçleri etkisizleştirme operasyonudur...
Erdoğan AYDIN - Divriği Gazetesi Söyleşisi :
Divriği Gazetesi: Bu kavga Susurluk’un bir devamı mı , ikinci bir Susurluk skandalıyla mı karşıkarşıyayız?
Erdoğan AYDIN: Olay klasik bir devlet çeteleşmesi ve onu çözmeye çalışan bir ilişki olsaydı belki buradan yorum yapmak mümkün olabilirdi. Sorun böyle değil. Evet Ergenekon’un Susurluk’la, Susurluk’un Özel Harp’le, Özel Harp’in NATO’yla ve bütün bunların mevcut eşitsizlikçi düzenle doğrudan doğruya bir bağlantısı var. Evet Ergenekon derin devletin, dünyadaki adıyla Gladyo’nun, kontrgerillanın bir parçası, bir uzantısı. Fakat ne Gladyo, ne de Konrgerilla bundan ibaret. Ergenekon adı altında yürütülen bu operasyon, onun bir parçasına yönelmekle birlikte esas olarak kontrgerillayı ortadan kaldırma operasyonu değildir. Böyle yapılıyormuş gibi gösterilen süreç aslında AKP’nin ayağına takılan odakları tasfiye etme sürecidir. Dolayısıyla dikkat edin, bu operasyon içerisinde asla ve asla, 6-7 Eylül, Kahramanmaraş, 1 Mayıs, Sivas, vb. katliamların, Kürt sorununu ezmek kapsamında gerçekleştirilmiş “1000 operasyon”, hatta Şemdinli ve Hrant Dink ve Malatya cinayetlerinin perde arkasına bile gidilmiyor. AKP’nin yapmaya çalıştığı, sınırsız bir şekilde devlet içinde kurumlaşmaya çalışırken kendisini engellemeye, çelme takmaya çalışan güçleri etkisizleştirme operasyonudur. O nedenle şunu çok net söylemek lazım; yakalananların bir kesiminin pek çok karanlık işin asli organizatörü olma olasılığı çok güçlü olmakla birlikte, bir bütün olarak yürütülen operasyon bir hukuk mücadelesinden çok karşı iktidar odaklarını etkisizleştirme operasyonudur.
Divriği Gazetesi:İlhan Selçuk ismi bu operasyona neden karıştı sizce?
Erdoğan AYDIN: İlhan Selçuk’un göz altına alınması süreci, Ergenekon’un bir elemanının gözaltına alınması değil, AKP’yi çok fazla rahatsız eden ulusalcı muhalefet çizgisinin sembol isminin, Ergenekon operasyonu adı altında elimine edilmesi sürecidir. Bu süreçte uygulanan gece 4’te ev basma, hakkında manipülatif haber üretme, telefon dinlemeleri ve yazılardan suç çıkarmaya çalışma gibi tüm yöntemlerin de birer kontrgerilla klasiği olduğunu hatırlatmak gerekmiyor zaten. Bu bağlamda Ergenekonu tasfiye görüntüsü altında yapılan şey, ikinci bir derin devletin kurumlaşma sürecidir. Ki sadece Hrant Dink cinayetinden yansıyan bilgiler bile, bu iki gücün pek çok noktada birbirine karışık olduğunu göstermektedir. Tıpkı 1 Mayıs engellemelerinde, sola, Kürt ve Alevi haklarına karşı mücadelede, Amerikancılıkta, sosyal güvenlik kırıntılarının da tasfiye edilmesindeki sicillerinde olduğu gibi.
Divriği Gazetesi: Bu operasyonda halkın lehine ne var?
Erdoğan AYDIN: Ergenekon örgütlülüğüne darbe vurulmuş olması anlamında olumlu bir yanı var kuşkusuz; ama onun yerine inşa edilen şey devletin şeffaflığı, ideolojik kontrol ve kadrolaşmanın sona erdirilmesi, sosyal devletin inşası olmadığından, tam tersine bu kez din eksenli bir ideolojik tahakküm inşa edildiğinden, derin devlete karşı burjuva demokratik bir dönüşümden söz etmemiz mümkün değil. Dün Anayasa mahkemesi DTP’yi kapatmaya çalışırken “hukuka saygılı olmak gerekir” diyen, “DTP de kendine çekidüzen versin” diyen Başbakan’ın, aynı kapatma süreci kendisine yöneldiği zaman, aynı hukuku “hukuk dışı” ve “darbe” ilan etmekte ikirciklenmemesi ne denli büyük bir çifte standart ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Geçen dönem gerekli çoğunlukları olduğu halde 12 Eylül’ün siyasi partiler ve seçim yasalarını değiştirmeyen, tersine onların ardına sığınarak iktidar edenlerin, aynı yasalar kendilerine yöneldiğinde sergiledikleri feveranın demokratik hassasiyetle ilgili olmadığı açık. Sadece kendi çıkarlarıyla örtüşen değişimleri demokrasi olarak sunanların, iktidar çıkarı temelinde milliyetçilerle milliyetçilik yarışı ve türban örneğindeki gibi ittifakla konum güçlendirenlerin demokratik hassasiyete sahip olduğuna inanmamız için aptal veya liberal olmamız gerek. AKP’nin demokratlığı ve samimiyetine inanacağımız alan sosyal devlet, Alevi ve Kürt hakları konusunda göstereceği atılımlardır. Oysa bunların yerine salt kendine dokunulan alanlarda bağıran bir AKP ile karşı karşıyayız.
Divriği Gazetesi: Derin devlet yapısında hiç mi değişim yok?
Erdoğan AYDIN: Var tabii. Ama savunucusu olmamız gereken şey, bizzat derin devletin tasfiyesi ile demokrasinin kurumsallaştırılması demek. Bunun bir ayağı, devletin dışına düşmüş, deşifre olmuş ve hükümete karşı komplolar içinde olan parçasıyla sınırlı kalmadan, yurttaşı gütmek ve kontrol etmek amacıyla süregelen mekanizmayı ortadan kaldırmak, geçmişte yaptığı operasyonlar ve sorumlularını açığa çıkarmaktır. İkinci ayağı ise, bu derin devleti besleyen anti demokratik yasaları, devleti ve yurttaş karşısındaki keyfiliklerini kutsayan kültür ve uygulamaları, Milli Güvenlik Siyaset Belgelerini ortadan kaldırmaktır. Oysa halen yapılan, onun yeni güç dengelerine göre yeniden dizayn edilmesinden ibaret. Ki burada da ABD’nin rolünü anımsamalıyız. Dünkü derin devleti belirleyen şey, sola, emeğin ve farklı kimliklerin haklarına karşı bir soğuk savaş örgütlenmesi olmasıydı. Türkiye’deki derin devlet böyle şekillenmişti ve başında ABD vardı. Tabii ABD işbirliğinden öncede de Türkiye’de bir derin devlet vardı ve kökü İttihat Terakki yönetimine dayanıyordu. 1945’lerden sonra bu devlet Soğuk Savaş ekseninde sola karşı bir karakterde şekillendirildi. Bugün ABD’nin çıkarları ve ihtiyaçları değişmiş, bir bütün olarak Ortadoğu’da ılımlı İslam eksenli bir kontrol ve yeniden yapılandırma çizgisi inşa edilmektedir. AKP de işte bu Amerikancı projeye oturmakta, esas gücünü de oradan almaktadır. İşte bu küresel ve iç ilişkilerdeki değişimdir ki, hem güç odakları arasındaki ittifaklar dengesini hem de derin devlet ilişkilerindeki ideolojik öncelikleri değiştirmiştir. Bu gerçeklikten baktığımızda, yaşadığımız sürecin, bir bütün olarak derin devletin tasfiyesi değil, yeni ihtiyaç ve güç dengelerine göre belirlenen derin devletleşme ile eski koşulların yansıması olan eski derin devlet arasındaki bir kavga olduğu görülüyor.
Divriği Gazetesi: Derin devlet anlayışı değişirken egemen bloğun siyaset yapış tarzı da değişiyor mu peki?
Erdoğan AYDIN: Aynı durumu Türkiye’nin iç ve dış politikasında da görüyoruz. Dün Kürt sorununda kayıtsız şartsız Türkiye’yi destekleyen ABD bugün Türkiye’deki derin devlete artık Türkiye’de farklı biir Kürt sorunu farklı bir çözüm önerdi. Bu Kürtlerin istemleri şiddetle bastırılırken, bugün farklı bir Kürt politikası ile yüzyüzeyiz. Ortadoğu’daki bu Kürt politikası Türkiye açısından kavranamamaktadır. Bu politikayı kavrıyormuş gibi davranan AKP aslında demokratik değildir. Sadece ABD’nin yeni ihtiyaçlarına uyumlu olan bir siyaset izliyor AKP. Aslında her iki dönemde de ABD’nin çıkarları piyasaların çıkarları, çok uluslu sermayenin çıkarları sözkonusudur. Bu çıkarlara uygun olarak Türkiye şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Çıkan gürültü patırtı da yeni gelişmelerle eskinin arasındaki kavgadır. Bu açıdan AKP yasamayı, yürütmeyi 12 Eylül hukuku sayesinde tek başına eline geçirmiş vaziyettedir. AKP toplumu zorla islamileştiren bir devletin çocuğudur. Devletin yaratmış olduğu toplumun ürünüdür AKP. Aslında bu kavga eden güçler, 6.Filoyu protesto eden gençlerin üzerine çelik sopalarla saldıran mekanizmanın iki farklı koludur, birbirinin kardeşidir. Bu iki güçte IMF’nin kayıtsız şartsız Türkiye ekonomisini belirlemesi konusunda aynı düşünmektedir. İkiside Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı konusunda aynı düşünmektedir. İkiside emeğin, hak ve özgürlüklerin karşısında aynı duyarsızlıkla durmaktadırlar. Aralarındaki kavga rant kavgasıdır. Önümüzdeki süreçte iktidarın nasıl şekilleneceğine dair bir kavgadır. Ergenekon operasyonunun süreci, basit bir kontrgerillanın tasviyesi operasyonu olarak görme yanılgısına düşmemeliyiz. Evet böyle bir görüntü vardır, ama bir kontrgerilla tasfiye edilirken onun yerine dönemin ihtiyacına göre yeni biir kontrgerilla inşaa edilmektedir. Bunu da unutmamak gerekir.
Divriği Gazetesi: Dönem dönem Solun bir kesiminin de adı karıştı bu Ergenekon operasyonuna, bu ne anlama geliyor?
Erdoğan AYDIN: 12 Eylül ve Sovyetlerin dağılması sonrasında ütopyalarını yitiren kimi eski solcuların Türkiye'deki egemen güç ve politikalara yedeklenmesi trajik bir gerçeğimizdir ve bunlardan bir kısmının asla karışmaması gereken yerlere karıştığı da bir gerçektir. Bu vesileyle anımsamalıyız ki Sol, eşitlik, özgürlük, adalet eksenli bir mücadele hattıdır. Bu bağlamda Ergenekon’la veya devletin geleneksel aygıtlarıyla içli dışlı olan Sol’un sol kalabilmesi mümkün olamaz. Her şeyden önce sol, bir egemenlik aygıtı olan devletten bağımsızlaştığı oranda sol olabilir. Solu belirleyen şey emeğin ve ezilenlerin haklarını savunmak, ezen ve sömüren mekanizmalar karşısında net bir karşı duruş sergilemektir. Solun bağımsızlık ve yurtseverlik bilinci de, sömürücü sınıf ve egemenlik aygıtının ideolojisi olan milliyetçilikten kategorik ayrımla, emek başta olmak üzere yurttaşların hak ve özgürlükleri ekseninde sosyal bir anlam taşır. Temel hak ve özgürlüklerde “bölünme” ve Sevr’i gören bir anlayışın sol kalabilmesinin imkansızlığı bir yana, Soğuk Savaş sürecinde kurumlaşmış bir derin devlet anlayışının yedeği haline gelmesi kaçınılmazdır. Emeğin sadece yabancı şirketler karşısında değil, milli olduğu iddia edilen sermaye karşısındaki haklarını da kendine temel almayan, başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere ezilen kimliklerin haklarını savunmayan bir yaklaşımın, sol bir söylem kullansa bile sol olabilmesi mümkün değildir. Bir ezen ezilen ilişkisi, bir sınıflar mücadelesi olan tarihe, egemenlik ilişkilerinin milli penceresinden bakan bir anlayışın sol olabilmesi olanaksızdır. Dahası anti emperyalizmi, Anti Amerikancılığı sadece ulusun egemenliği eksenine indirgemek, onu ulusun içinde kurumlaşmış olan sömürü ve ezme ilişkilerinden ayırmak da sol kalabilmeyi imkansızlaştırır. Özetle kendini milliyetçilikten koparmamış bir duruşun, dün Nazım Hikmetleri, Aziz Nesinleri tedip eden egemen anlayışın yedekleri haline gelmesi kaçınılmazdır ki, bu bilinçlerini kaybeden kimi eski solcuların savrulduğu durum tamda bu trajediye işaret etmektedir. Tabii yaşadığımız konjonktürde sol olmak, en az bu vurgular kadar amerikancı bir demokratlığa, yeni liberal anlayışlara karşı da net bir tutumu gerektirmektedir.
Divriği Gazetesi: Bu iki farklı Sol anlayış toplumsal hayatta nasıl doğru anlaşılacak?
Erdoğan AYDIN: Sol yeni Liberal politikalara itiraz ederken devletin egemenlik ilişkilerinede çok net bir şekilde itiraz etmelidir. Özgürlükler konusunda net olmayan bir durumun Solculuk olarak tanımlanması mümkün değildir. Bunu Kürt sorununda, Alevi sorununda aynı şekilde Anti Emperyalizmin sınıfsal bir kurtuluş ve özgürleşme olgusunda çok net olarak görebiliriz.
Divriği Gazetesi: Hrant Dink’in ölümünden sonra Sol iyi bir duruş yakaladı, ama arkası gelmedi? Sol neden toparlanamıyor?
Erdoğan AYDIN: Hrant Dink’in cenazesinde ortaya çıkan enerji aslında aydınlık Türkiye’nin, bağımsız Türkiye’nin, eşitlikçi ve demokratik Türkiye’nin, laik ve sosyal Türkiye’nin ortaya çıkarılmasının göstergesiydi. O cenazeye katılan yüzbinler gerçekten de Türkiye’de bir umudun, Türkiye’nin mevcut durumunun köklü bir şekilde değiştirecek dinamik birikiminin olduğunu açık bir göstergesiydi. Kısa bir süre sonra oradaki dinamik görüldükü siyasal anlamda bir müdahele ve birikim üretemedi? Bunun sonucunda eski tas eski hamam herşey devam etti. Bugün halen Bayrağı ve Kışla’yı kullananlarla, Cami’yi ve Kuran’ı kullananlar arasındaki bilek güreşine şahit oluyoruz. Oysa bu iki gücüde devre dışı bırakıp, özgürlük ve adalet perspektifiyle alternatif olabilmenin biricik yolu, varolan küçük dükkanlarımızdan ve geleneksel duruşlarımızdan vazgeçme erdemi göstermemizle mümkündür. Varolan küçük dükkanlarımız, küçük gazetelerimizle, küçük televizyonlarımızla, radyolarımızla varolan küçük amblemlerimizle, mevcut büyük gericilik dalgasının karşısında halkı yanımıza çekebilme şansına sahip değiliz. Eğer bir kartopu gibi yuvarlandıkça büyümek gibi bir iddamız varsa ki olmalıdır, yuvarlandığında karı toparlayacak bir ağırlığa bir etkiye sahip olarak yola çıkmamız lazım. Hrant’ın arkasında yürüyen yüzbinler aslında böylesine bir güce fazlasıyla sahip olduğunu çok net olarak göstermiştir. Fakat böylesine yıldırılmış, böylesine etkisizleştirilmiş, böylesine susturulmuş bir halkın karşısına büyük güç ve dayanışmalarla çıkmadıkça ne kendimizi birleştirme ne de mevcut iki istismarcı gücün karşısında üçüncü bir seçenek olmamız mümkün değildir. Şu anda legal alanda siyaset yapan ortalama 13- 14 yıldır mücadele eden partilerimiz var. Bu partilerin mevcut politika yapma kapasiteleri ve etki alanları, toplum nezninde inandırıcılıkları karşımızdaki güçlerle mücadele edecek çapta değil. Yani Türkiye’deki şu halimizle Sol ve aydınlıkçı bir seçenek yaratma gücümüz yok. O halde kendimizi aşma ve kendimizden taviz verme konusunda biraz daha özverili davranıp daha güçlü bir Sol seçenek yaratabiliriz. Aksi takdirde 5-10 yıl sonra bir adım bile atamayıp yerimizde saydığımızı görebiliriz. Bu süreçte tabanımız olan, işçilerin, gençlerin, kadınların gözlerimizin önünde ya kontrgerilla gibi ulusalcı güçlerin veya islamcılık ve yeni liberalizm güçlerinin yedeğine doğru hızla savrulmalarına şahit olacağız.
Divriği Gazetesi: Peki ne yapmalı?
Erdoğan AYDIN: Tek seçeneğimiz yeni bir güç ve birleşik bir örgütlenme. Sol tarihi boyunca ayrıntılara fazla takılmak gibi kötü bir huya sahip. Her şeyi ince eleyip sık dokumak gibi bazı Sol sekter zaaflarla karşı karşıyayız.
Eskiden Devrime yürüyen bir dünya da belki bu durumlar normal görülebilirdi. Oysa bugün Sosyalizm inancı, demokrasi mücadelesi hak ve yurttaşlık inancının bu kadar gerilediği toplumsal hayatta yaprak kımıldamadığı bir atmosferde dünkü geleneklerde, dünkü grupçuluklarda, dünkü sekterliklerde ısrar etmenin hiç bir sosyaliste faydası yoktur. Ne yazık ki sol partilerin, sol hareketlerin, sol önderlerin yazılı belgelerine baktığımızda, aslında Dünya’nın ve Türkiye’nin yeni koşullarını, karşımızda bulma, emek ve özgürlük düşmanı güçlerin kavranılmasından hayli uzak olduklarını görüyoruz. 70’li yıllarda çok başarılı önderlik yapan kimi arkadaşlarımız, günümüz gerçekliğini ve siyasal durumu kavrayabilme yeteneğinin olmadığını görüyoruz veya durumun vehametini yeterince kavrayamadıklarını görüyoruz. Eğer bu arkadaşlar bu günü kavramış olsalardı bugün sadece geçiştirici laflar etmezlerdi. Ne yapılacağına dair, birleşik bir Sol hareket yaratma konusunda üzerlerine düşen görevi yerine getirmek için adım atarlardı. Bu sorumluluğu yerine getirmemenin birçok nedeni olabilir. Ya bugünü kavrayamıyorlar tarihin gerisinde kaldılar. Bilgi birikimleri toplum refleksini harekete geçirmeye yetmiyor. Kafaları hala 70’li yıllarda kaldı ve yahutta hala taviz vermek istemedikleri toplumda kaybedecekleri şeyler var diye düşünüyorum. Fakat bu gidişatın gidişat olmadığını, bunu görmek içinde yeterince zaman geçirdiğimizi 12 Eylül darbesinden sonra 28 yıl geçirdiğimizi görmek lazım. Zararın neresinden dönersek kardır diyerek Türkiye’de gerçekten demokratik, laik, sosyal hukuk devletini savunan ve giderek, hedefini sosyalizme dönmüş, birleşik bir hareketin, geniş halk kesimlerinde sempati yaratacak bir gücün, halkın geniş kesimlerine ulaşacak biir yayın organının güçlü bir televizyonun bir dayanışma ağının yaratılması konusunda üzerimize düşen özveri ve bilinci gecikmeden hayata geçirmeyi başarmalıyız. Aksi taktirde her sözümüz havaya uçar, halkın gözünde bir etki yaratmıyor. Bundan daha büyük bir dert, bundan daha büyük bir dayatma olamaz.
Divriği Gazetesi: AKP’nin Alevi politikasını samimi buluyormusunuz?
Erdoğan AYDIN: AKP’nin Aleviler konusundaki samimiyeti AKP’nin Kürtler konusunda, AKP’nin Emekçiler konusunda, AKP’nin Türkiye’nin bağımsızlığı konusundaki samimiyeti kadardır. Üstelik Alevi sorunu AKP açısından yumuşak karındır. Çünkü Kürt sorununuda , milliyetçinin demokratlaşıp demokratlaşmayacağının kökü nasıl kürt sorunundaki açılımsa, AKP’nin demokratlaşıp demokratlaşmadığının en temel ölçüsü Alevilik konusunda yapacağı açılımdır. Alevilik konusunda Türkiye tarihi yanlış yapılmıştır. Bu konularda öncelikle alevi örgütleriyle, alevi kurumlarıyla görüşmelidir AKP. Ayrıca bugüne kadar alevilere yapılan kötü uygulamalar nedeniyle devletin alevilerden özür dilemesi gerekir. Önce Alevilerden özür dilemeli ve sonra bir açılım yapılmalıdır. AKP aleviler konusunda söylediklerinde samimi değildir. AKP yeni bir seçmen yaratma yolunda yaptığı siyasi manevralarla alevileride seçmen tabanına eklemenin hesabındadır sadece. Dolayısıyla AKP’nin Alevi projesi Reha Çamuroğlu’nun projeside değildir. Bu proje aslında Amerika'da pişirilen ve bütün insanların dinsel inanışları üzerinde kendilerini konumlandırmalarını öngören bir projedir. Dolayısıyla alevilerin de islam içerisinde bir yama olarak yeni liberalizme boyun eğmiş, Pir Sultan’ın, Baba İshak’ın ,Yunus Emre’nin hümanizmasından tümüyle vazgeçmiş bir alevi hareketi yaratılmaya çalışılıyor. AKP bu projeyi ihale dağıtarak devletin bütçesinden alevilere pay dağıtarak da hayata geçirmeye çalışmaktadır. AKP’nin alevi açılımı hem ülke genelinde hem de demokratikleşme ve laikleşme projesi değildir. Tam tersine bu projeler bütün Türkiye’yi teslim alma projeleridir. Alevi işbirlikçiler sayesinde bu işi yapıyor AKP.
Divriği Gazetesi: Bugünkü çıkan Türkiye tablosunu hesap ederek soruyorum tek sorumlu AKP mi?
Erdoğan AYDIN: 1945’lerden sonra DP ile başlayan AP ve Sağ iktidarlarla AKP ‘ye kadar gelen bir gericileşme, Sağcılaşma ve ABD işbirlikçiliğine kadar varan bir durum var. Doğrusu karşımızda bir devlet partisi var. Bu devlet partisinin ta Cumhuriyetin kuruluşuna kadar gittiğini söylemek mümkün. DP, AP, CHP, MSP, MHP, ANAP, DYP v.s. partiler dönem dönem önemli misyonlar yüklenmişlerdir. Esasında CHP Amerikancılığı başlatmıştır. Din derslerini başlatmıştır,imam hatip okullarının açılmasını başlatmıştır. CHP Köy Enstitülerinin kapatılmasını başlatmıştır.Kendisi kurmasına rağmen, DP ise derinleştirmiştir bunları. Dolayısıyla DP ile CHP arasında sanki birbirinden apayrı dünyalarmış gibi kurulan tarih bilinci yanlıştır. Bundan kurtulmamız lazım. İkincisi DP aslında CHP’de dahil olmak kaydıyla devleti kuran teşkilatın içinden gelen bir partidir. Oysa AKP ise genel olarak soğuk savaş döneminde besleyip büyütülen dönem dönem radikalleşen islamcı bir gücün parçasıdır. Bugün Amerikancılık, yeni liberalizm, halkın din aracılığıyla kontolünden yola çıkacaksak, evet AKP ile CHP arasında, AKP ile DP,AP arasında bir benzerlik vardır. Hayat bundan ibaret değil. Bir devlet geleneği ile karşıkarşıyayız. Alevi politikasıda, Kürt politikasıda kökü ta 1925’lere giden politikaların devamıdır. Türkiye Alevilerin, Kürtlerin, Sunnilerin, Ermenilerin, Gayrimüslümlerin, Lazların hep birlikte yöneteceği bir dünya cenneti olarak değil Burjuvazinin çıkarları doğrultusunda herkesin Türkleşeceği, herkesin Sunnileşeceği, gayrimüslümlerede bu ülkede ancak ve ancak üvey evlat muamelesi yapılacağı bir Türkiye tasarımının kökü 1925’lere gider, aslında laik ve sosyal bir Türkiye’yi yeniden tasarlamak ve düşünmek gerekir. Bu düşünme şekli sosyalistlerin 1970’lerdeki düşünme şekliyle halledilecek bir sorun değildir. Yeni bir dünyada yaşıyoruz. Küreselleşme sürecinde yaşıyoruz. Emperyalizmin her şeyi kontrol ettiği bir dünya da yaşıyoruz. Bu yeni dünyanın koşullarına uygun olarak, formüllerimizi yeniden üretmek zorundayız. Bu üretimde Kürtlerin bütünlüğünü sınıf mantığına sokamayız. Alevilerin bütünlüğünü sınıf mantığıyla düşünemeyiz. O halde dilimizde şöyle bir açılım yapmalıyız.
Çok kültürlü ve çok kimlikli bir Türkiye’yi savunmalıyız. Sadece sınıfın, emeğin sermayeye karşı kazanacağı bir Türkiye tasarımı şu anda Türkiye’deki demokratik dinamikleri kucaklamaya yetmez. Aynı zamanda Kürdün, Alevinin, Gayrimüslimin özgürce yaşayacağı bir politik dile ihtiyacımız var. Bu da yetmez. Emeğin özgürleşmesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve laikleşmesi konusunda bugün kü mevcut gericiliğe karşı mücadele eden, milliyetçiliğe, islamcılığa, sömürüye, bağımlılığa karşı mücadele eden tüm güçleri içerebilecek kendi içinde farklı kanatları olabilen bir örgüte tahammül etmeyi öğrenebileceğimiz yeni bir siyasete yeni bir Türkiye tasarımını önümüze koyup buna uygun birliktelikler kurmak zorundayız. Böyle bir birlik içerisinde Sosyalistinden, sosyal demokratına, kürdünden alevisine en geniş kitleyi kucaklayan, Ergenekonların, Susurlukların olmadığı, laik ve demokratik bir Türkiye’yi savunan herkesin içerisinde yer aldığı bir yol yöntem saptamalıyız. Bunu yaptığımızda çok kısa bir zamanda 5 yıl içerisinde çok güçlü bir Sol hareketin doğduğunu göreceğiz.
Divriği Gazetesi: CHP gerici dalganın karşısında neden halk muhalefetini bünyesinde toparlayamıyor sizce?
Erdoğan AYDIN: CHP uzun zamandan beri Milliyetçiliği geleneksel egemenlik aygıtının hassasiyetini gözeten bir yerden siyaset yapıyor. CHP kürtlerin sorunu olduğunda kürtleri, alevilerin sorunu olduğunda alevileri, işçilerin sorunu olduğunda işçileri dikkate almayan bir siyasi parti haline geldi. CHP belgelerine ve seçim beyannamelerine bakın hepsi genel olarak herhangi bir generalin, herhangi bir devlet yöneticisinin söyleye geldiği sorunları dillendiren bir parti. Böyle bir partinin bu durumu köklü bir şekilde değiştirmediği müddetçe gerçek anlamda sol ve sosyal demokrat bir parti olamaz. Böyle bir parti geniş emek kesimlerinden, mahalle halkından, gecekondulardan, başta özgürlük talebi olan kesimlerden oy olması beklenemez. Nitekim CHP’nin gelip dayandığı % 90 seçmeni alevilerden ibaret. Alevilerin de çaresizlikten dolayı, başka seçenek bulamadıkları için oy vermek zorunda kaldıkları bir partidir CHP. Bugün Kürtler toptan CHP’yi terketmişlerdir. Dün CHP’nin bayrağını dalgalandıran gecekondu halkı ve işçiler CHP’yi terketmişlerdir. Dolayısıyla bugün CHP sadece ve sadece laiklik, giyim, kuşam ve mevcut egemenlik ilişkileri etrafında düşünen orta ve üst sınıfların belli bir kesiminden ve çaresiz kalıp mecbur kalanlardan oy alıyor.CHP seçmeninin % 90 Alevi olmasına rağmen bu ülkede Alevilerin eşit ve özgür yurttaş olmalarını dillendirmekten korkan bir partidir CHP. Parti içerisinde bile alevleri yetkinleştirmeyen onları küçük gruplarmış gibi gerilere atan yine CHP‘nin kendisidir. AB projesine bile adeta bölünme fobisi olarak bakan bir CHP’nin ne daha fazla oy alabilmesi ne de sosyal demokrat bir parti olma şansı yoktur. Herşeye rağmen CHP kadrolarını içinde az sayıda tutarlı siyasetçi var.
Divriği Gazetesi: Ergenekon operasyonu daha fazla genişlermi sizce?
Erdoğan AYDIN: Operasyonlar sürer ama kesinlikle Türkiye’deki derin devleti çözmek anlamında bir noktaya gitmeyecektir. Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi deşifre olmuş simalarla sınırlı kalacaktır bu operasyon.
Bu operasyonda İlhan Selçuk özgülünde gördüğümüz gibi giderek AKP muhaliflerinin tasfiye edilmesi şeklinde sürüyor. Bu sürecin sonunda gerçek derin devletin cezalandırılması düşünülenden daha az olacaktır. Burada Türkiye kontrgerillasının ve derin devletin tasfiyesini hayal edenlerin kesinlikle beklentileri boşa çıkacaktır.
Bu operasyon iki güç odağının bilek güreşidir. Buradan ne demokrasi, ne laiklik ne de derin devletten kurtulmuş bir Türkiye çıkmaz. Kürt sorunu çözülmedikçe, emekçilerin sorunları çözülmedikçe, Alevilerin hak ve özgürlüklerini tanıyan bir Türkiye oluşmadıkça Türkiye’de derin devletlere her zaman ihtiyaç olacaktır.
* Tarihçi-Yazar ERDOĞAN AYDIN
Bu söyleşi Divriği Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Alevi Haber - 19 Nisan 2008