"Vazifelerini, askerlerimiz gibi maatteessüf ciddi ve fedakarane ifaya muvaffak olamayan genç şair ve ediplerimizden bazılarını mevk-i harbe davet buyurmuşlardır. Aynı zamanda bir iki ressam, bir ili musikişinas, birkaç fotoğrafçı ve sinemada med’uvven sahne-i harbe azimet edeceklerdir. Arkalarında hakir enkte elbise ve kollarında beyaz zemin üzerine gayet zarif yapılmış yeşil yapraklardan ibaret bir nişan bulunacaktır."
[caption id="attachment_30139" align="aligncenter" width="606"]
Günümüz Türkçesiyle |
Görevlerini, askerlerimiz gibi ne yazık ki ciddi ve fedakarca yerine getirme imkanı bulamayan genç şair ve ediplerimizden bazılarını savaş alanına davet etmişlerdir. Aynı zamanda bir iki ressan, bir iki musikişinas, birkaç fotoğrafçı ve sinematografçı da davetli olarak alana gideceklerdir. Arkalarında haki renkte elbise ve kollarında beyaz zemin üzerine gayet zarif yapılmış yeşil yapraklardan ibaret bir işaret bulunacaktır. |
İkdam 28 Haziran 1331 (11 Temmuz 1915) tarihli 6608. sayısında Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın Osmanlı entelektüellerine yönelik Çanakkale cephesi davetine bu sözlerle yer verdi.
Bu “görevlerini, askerlerimiz gibi ne yazık ki ciddi ve fedakarca yerine getirme imkanı bulamayan” genç edebiyatçı ve sanatçılar Çanakkale savunmasına ilişkin eserler üretecekti.
Beşir Ayvazoğlu’nun Mart 2015’te Kapı Yayınları’ndan çıkan “Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı – Arıburnu ve Seddülbahir’de 10 gün” kitabı bu 30 kadar davetlilerin Çanakkale’de geçirdiği günlere odaklanıyor.
1915’in 11 Temmuz’unda Sirkeci Garı’nda cepheye gitmek üzere buluşan bu “sol kollarında çift yeşil defne dalından işaretli haki keten elbiseli heyetin arasında kimler vardı?
Mehmed Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Razi (Bel), Nazmi Ziya (Güran), Çallı İbrahim, Ömer Seyfeddin, Celal Sahir (Erozan), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ahmet Yekta (Madran), Müfid Ratib, Ali Canip (Yöntem), İbrahim Alaettin (Gövsa), Orhan Seyfi (Orhon), Enis Behiç (Koryürek), Hıfzı Tevfik (Gönensay), Hakkı Süha (Gezgin), Tanin yazarı Muhiddin Bey, ve eski darüleytamlar müdürü Selahaddin Bey.
Vazifeleri “askerin cevherine ve milletin kabiliyetine dair” eserler üretmek olan bu heyete Abdülhak Hamid, Sami Paşazade Sezai, Cenab Şahabeddin, Süleyman Nazif, Tevfik Fikret ve Halit Ziya da davetliydi ancak davete icabet etmemişlerdi.
Ayvazoğlu kitabında heyete dair “Bütün davetlilerin birbirini tanıdığı ve aralarında ideolojik yakınlık bulunduğu rahatlıkla söylenebilir” değerlendirmesini yapıyor.
Ayvazoğlu’nun altını çizdiği farklılık ise genç şairlerin tanınmamış kişililerden oluşması ve 1914’te önde gelen edebiyatçılara yer verilen Nevsal-i Milli 1330’daki portrelerden sadece beşinin, Mehmed Emin, Müfid Ratib, Celal Sahir, Ali Canip ve Muhiddin Bey’in bulunması.
Ayvazoğlu heyette yer alacak isimleri tespitte etkili olan Ziya Gökalp’in “herhangi bir tatsızlığın yaşanmaması” için mümkün olduğunca aralarında fikir ayrılığı olmayanları, dolayısıyla Türkçüleri tercih ettiğini belirtiyor, “Süleyman Nazif ve Cenab Şahabeddin gibi isimlerin bu yüzden davet edilmediğini tahmin etmek zor değildir” diyor.
İbrahim Alaettin, davetliler arasında Tevfik Fikret’in de olduğunu söylüyor. O dönem çok hasta olmasına rağmen daveti kabul eden Fikret “Müthiş bir fırın, bir cehennem… Gençliğin en münevver, en güzide tabakasını alıp kürek kürek bu cehenneme attık” satırlarını yazdıktan, cepheden döndükten 26 gün sonra hayatını kaybediyor.
Peki ya dönemin en önemli kadın edebiyatçılarından Halide Edip (Adıvar)?
Ayvazoğlu kitabında Halide Edip savaş başladığında Türk Ocağı’nın faal üyelerinden olduğunu ancak kadın olduğu için davet edilmediğini yazıyor. Ancak şunu da ekliyor:
“Ne var ki Halide Edip, Türk Ocağı’nda Ermeni meselesi hakkında İttihat ve Terakki erkanını ve Türkçüleri rahatsız edecek görüşler ileri sürmüş, Ermeni bestekar Kütahyalı Gomidas Vartaped’le yakından ilgilenmişti. Daha da önemlisi Çanakkale muharebeleri bütün şiddetiyle devam ederken, İtilaf donanmasının Boğazlar’ı geçmesi ve İstanbul’un işgal edilmesi halinde neler yapılması gerektiğini tartışmak üzere Merkez-i Umumi tarafından Bilgi Derneği’nde düzenlenen gizli toplantıda bazı Türkçülerle ters düşerek şiddetli bir tartışmaya girişmişti.”
Ayvazoğlu, Halide Edip’in Mor Salkımlı Ev isimli hatıratındaki “milletin ve memleketin geleceği tehlikede olmamak şartıyla daime savaş aleyhtarı” olduğuna ilişkin sözlerini de hatırlatıyor.
Dönemin Türk Ocağı Reisi Hamdullah Suphi Çanakkale serüvenini Gördüklerimiz başlığı ile sekiz bölüm halinde İkdam gazetesinde tefrika etti. Suphi seyahatini 11 Temmuz'da heyetin yola çıkmasından itibaren anlatmaya başlar.
Edebi Heyet Çanakkale yolunda, molada
Ayvazoğlu, Hamdullah Suphi’nin şair, ressam, yazar ve gazetecilerden oluşan heyetin “mesud ve mağrur” döneceklerin emin olduğunu yazıyor. Balkan Savaşı’nı hatırlatan Küçükçekmece, Ispartakule ve Hadımköy’den geçen heyet için “zafer duygularını” Suphi şu şekilde ifade ediyor:
“Dün, ne kadar uzaklaşmış ve ne kadar kendi cinsinden olmayan bir ferdaya yerini terk etmişti. Üstü kesik bir ağacın başında leylekler geniş yuvalarını yapmış, telgraf tellerinde kırlangıçlar dinleniyor. koleralıların yığın yığın öldüğü yerlerde sarışın ekin kümeleri toplanmış, korku ve perişanlığın saltanat sürdüğü yerlerde evlerine ekmek götüren kız çocuklarının, küçük inek sürülerinin ve birbiri ardınca giden zahire arabalarının müsterih hareketinden başka bir şey görülmüyor. Askerler konak yerlerinde ağaçtan minareler yapmışlar ve şerefelerini çit örer gibi dallardan örmüşlerdi.”
Ve Hamdullah Suphi yeni zaferin yarattığı duyguyla devam ediyor:
“Yollarımızın iki tarafında, başları kefiyeli taburlar akıp gidiyordu. Cenup güneşlerinin yaktığı bu mütenasip, güzel çehreler, kızgın bir sıcağın havalara gerilmiş beyaz alevi içinde sessiz sessiz sarı bir dumana karışarak bir bulut ortasında cenk yerlerine koşuyordu. O yanık kalabalık arasında öyle kartal burunlu, şahin gözlü delikanlılar vardı ki, bakışlarındaki o eski vakar ve temkin, tunçtan vücutlarındaki o çalak, ince endam ile onları birer birer ayırıp başka milletlere ‘Bunlardan daha dinç, daha sağlam, daha yakışıklı erkekleriniz var mıdır?’ diye gösterebilirdik.”
Çallı İbrahim'in "Yaralı Asker" tablosu
Heyet, Uzunköprü’de bir gece geçirdikten sonra yola devam ediyor. Suphi cepheye yaklaştıkça artan askerleri “Geçitlerde döküntü bir tek askere rast gelmiyorduk” diye anlatıyor.
İkinci gecelerini Keşan’da geçiren heyetten Müfid Ratib rahatsızlanarak geri gönderilir. 13 Temmuz sabahı Gelibolu’ya doğru yola çıkan heyetten İbrahim Alaettin’in anlattığına göre yolda bekleyen bir asker “Gelibolu yolunu bir bulut halinde kaplayan kıtalar arasındaki arkadaşına” nereye gittiğini sormuş. Arkadaşıysa “Arıburnu’na bal yapmaya” diye cevap vermiş. Ayvazoğlu bu hatıranın ardından Alaettin’in bu cevaptan esinlenerek şu mısraları yazdığını aktarıyor:
“Kıvırıp o cansız bileklerini
Kaçırıp İngiliz bebeklerini
Ürkütüp kafirin sineklerini
Şu Arıburnu’nda bal yapacağız.”
Çanakkale’ye varan heyete tahsis edilen çadırı abartısız bir dille tarif eden Hamdullah Suphi şu satırları da eklemeden edemiyor:
“Top sesleri homurdanmakta devam ederken bombaların birdenbire patlayan süreksiz gürültüsü dakikadan dakikaya işitilirken, etrafınızda herkesin güldüğünü, neşeli olduğunu seyrediyorsunuz. Korkular ve cesaretler sizden etrafınıza dağıldığı kadar, etrafınızdan da size gelip hukuk ediyor. Korkmayanların yanında korkmanın pek müşkül bir şey olduğunu burada öğrenmiş bulunuyorum.”
Cephede askerlerin tavsiyesi üzerine günlük kıyafetleriyle uyuyan heyet “Tayyare geliyor” haykırışı ile cephedeki ilk gününe başlıyor.
Ayvazoğlu’nun kitabı akıcı dille yazılmış bir hatırat gibi. Ayvazoğlu’nun vekilliğiyle dönemin edebiyatçılarının, yine dönemin en korkunç harp alanlarından biri olan Çanakkale cephesine izlenimlerini, yine kendi dillerinden dinliyor gibiyiz.
Kitap, Heyet-i Edebiyye’nin on günlük Çanakkale serüveninin yanı sıra dönemin yazın ve sanat çevresine ve onların savaşa karşı tutumlarına dair de bilgi veriyor.
Heyete ne olduğuna gelince, cepheden sönen Edebi Heyet’in eserleri, İkdam gazetesinin duyurduğu harp risalesinde, 1915 Kasım’ında Harbiye Nezareti tarafından Harp Mecmuası adı altında yayımlanmaya başladı.
Yazı işlerini Celal Sahir’in yönettiği mecmua 27 sayı olarak Haziran 1334’e (1918) kadar yayımlandı.
“İliştirilmiş gazeteciliğin” 20. yüzyıldaki ilk örneği bu şekilde sanat tarihindeki yerini alıyor. Ancak Ayvazoğlu heyettin ortaya çıkardığı ve mahsul-ı ilham ve irfanını teşhir için” yazılan eserlerin çok kuru ve zoraki yazıldığı izlenimine sahip olduğunu belirtiyor.
Ayvazoğlu’na göre bunun sebebi hakkında dedikoduların da çıktığı teliflerin ödenmemesi de olabilir, ya da Ömer Seyfeddin’e dair Tahir Alangu’nun aktardığı gibi “yaklaştığını iyice sezdiği yenilgi karşısındaki umutsuzluğunu artık saklayamaması”.
Ayvazoğlu’nun Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı – Arıburnu ve Seddülbahir’de On Gün kitabı Kapı Yayınları’ndan ve kitapçılardan edinilebilir. (EA)
Beşir Ayvazoğlu 1953, Sivas’ın Zara doğumlu. Hergün, Tercüman, Türkiye, Zaman ve Yeni Ufuk gazeteleriyle haftalık Aksiyon dergisinde köşe yazarı ve yönetici olarak çalıştı. Bir ara Kültür Bakanlığı danışmanlığı ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı. Halen Türk Edebiyatı dergisinin genel yayın yönetmeni, Zaman gazetesi köşe yazarı. Kitapları arasında Aşk Estetiği, Ömrüm Benim Bir Ateşti, Kuğunun Son Şarkısı, Güller Kitabı; 1924: Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi, Defterimde Kırk Suret; Ney’in Sırrı, Siretler ve Suretler, Yahya Kemal Eve Dönen Adam, Tanrıdağı’ndan Hıra Dağı’na; Evimizin Ressamı: Malik Aksel yer alıyor. |