İnsanlığın aynasına baktıkça, o aynadan kan aktıkça "Daha kaç katliam? Daha kişi ölmeli?" diye sorasın gelir. Sorma. Çünkü alçaklığın karnı doymaz hiç. Kaç Türk, kaç Kürt, kaç Ermeni, kaç Alevi, kaç çocuk ölmeli, diye sorma.
Alçaklığın ve cehaletin matematiği böyle. Binlerce gövdeyi, hayatı, sözü, anlamı, kalın, yağlı bilekleriyle tek bir darbede sonsuza gönderebilir. Yok ettikçe acıkan bir matematiği var cehaletin. Sevgilerle, kitaplarla, düşüncenin kederli geceleriyle, aşkın hummalı sabahlarıyla kurulmuş bir insanı, bütün o emeği, gözünü kırpmadan yok edebilir.
Sözü yoktur cehaletin. O yüzden keser söz sahibi gırtlağı. Gözü yoktur. Bıçakla gözleri oyması bundan. Endazesi yoktur. Anlamaz kendinin dünya karşısında hiç çektiğini.
Cahil olmayan anlar onun neden böyle vahşi olduğunu ama o, cahil olmayanı anlamaz. Bu yüzden hep işi kolaydır cehaletin. Kesip atar. Kestirip bütün karmaşıklığını hayatın, tek bir cümleye düşürür bütün varoluşu:
Ben buradayım ve onu öldürebilirim.
Vurabilirim.
Yıkabilirim.
Kırabilirim.
Böylece bütün dünyayı kendime benzetebilirim.
Dünya bana benzesin!
15 yıl sonra neden?
Ve eyleme geçer. "Hiçbir şey eyleme geçmiş cehaletten daha korkunç olamaz"
Bu cümle, Genco Erkal'ın "hazırlayıp" yönettiği "Sivas '93" adlı oyundan alınma. Erkal'ın Sivas Katliamı'ndan sonra hazırlanan tutanaklardan yola çıkarak yazdığı metin bir belgesel eşliğinde sahneleniyor. Nurdan Arca'nın hazırladığı belgesel perdeye yansırken, oyuncular o günleri tam bir tanıklığı yenileme mantığı içinde oyunlaştırıyor. Erkal'ın söylediği şu:
Oyuna kendisinin eklediği bir tek cümle bile yok. Her şey tutanaklardan.
Bana sorarsanız bu, büyük unutuşa karşı gerçekleştirilen bir "tanıklığı yenileme" eylemi. Tanıklık üzerine konuşma değil, olayı yeniden canlandırma.
Bazı gazeteciler, internetten okuduğum kadarıyla yaptıkları röportajlarda Erkal'a "Niye 15 yıl sonra Sivas?" diye sormuşlar. Bu enteresan bir sorudur.
Sorunun içindeki sorular
Soru soranın, kendinin de farkında olmadığı bir yerleşik yargısını ifade eder. Şöyle cümleler vardır sorunun içinde:
15 yıl çok uzun zaman.
15 yılda bu olay unutulurdu/unutuldu/unutulabilir.
Yeniden niye anlatıyorsunuz Sivas'ı?
Anlatılmalı mı?
Oysa şöyle düşünebilirsiniz:
Çocuğunuzun öldürüldüğünü kaç yılda unutabilirsiniz? 15 yıl çocuğunuzun öldürüldüğünü unutmak için yeterli midir?
15 yıl geçtikten sonra bir daha hiç çocuğunuzun ölümünü anmaz mısınız?
Anmamalı mı?
Unutma terbiyesi
Unutmak bu ülkenin hastalığı değil. Bu ülkeye öğretilmiş bir yaşama kültürü, bir siyasi kültür. Çünkü hatırlamaya başlarsa önceki unutuşunun altında ezileceğini sanıyor. Hatırlamanın sözde iç barışı bozacağını sanıyor. Oysa unutuş her gün yeniden, hiç beklemediğimiz anlarda ortaya çıkarak yıkıyor içimizdeki, dışımızdaki barışı. Unutmak, her seferinde "eyleme geçmiş cehalete" bir madalya takıyor. Unutmak, eyleme geçmiş cehalete yardım ve yataklık etmektir. Suçu paylaşmaktır.
Hatırlamak nedir?
Unutmamak, hatırlanan şeyle yatıp kalkmak değildir. Hatırlanması gereken üzerine düşünme, yaşananı kabullenme meselesidir. Bir toplumun geçmişiyle hesaplaşması, yaşanılanları hak ettiği yere koyup, "Bunu yapan bir kaç kişiydi" diyerek olaydan sıyrılmama cesaretidir.
"Sivas'ı bırakın, Başbağlar'a bakın" demek hesaplaşmak değildir. Hem mağdurun yasıyla hem de failin suçuyla adam gibi ortaklaşmaktır. Çocukça tekrar ettiğimiz yas tutma beceriksizliğimizi gidermek, yetişkin gibi davranmayı sağlamaktır hatırlamak.
Erkal ve arkadaşlarının yaptığı şey de budur.
Ece TEMELKURAN
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy30581 = 'ecetem' + '@';
addy30581 = addy30581 + 'hotmail' + '.' + 'com';
var addy_text30581 = 'ecetem' + '@' + 'hotmail' + '.' + 'com';
( '' );
30581 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
MİLLİYET - 23 Ocak 2008