"Diyanet"in varlık nedeni ve işlevi

"Diyanet"in varlık nedeni ve işleviToktamış ATEŞ / BugünGeçtiğimiz hafta değerli bulduğum iki meslektaşım ve yazarımız (en azından...

"Diyanet"in varlık nedeni ve işlevi

Toktamış ATEŞ / Bugün

Geçtiğimiz hafta değerli bulduğum iki meslektaşım ve yazarımız (en azından eski konumları itibariyle) çok ilginç bir söyleşi yayınladılar.

Ahmet İnsel ve Ali Bardakoğlu "Diyanet İşleri Başkanlığı"nın konumunu konuştular. Ve manşete çekilen görüş olarak; Sayın Bardakoğlu'nun Diyanet'in devlet denetiminin dışına çıkarılması gereğini ve özerkliğini talep ettiğini biraz da şaşırarak okudum. Evet biraz şaşırarak okudum; zira bu kurumun varlık nedeni, işlevi ve bu işlevin önemini en çok bilmesi gereken kişi Sayın Bardakoğlu olmaktadır.

Şimdi gözlerimizi biraz geriye çevirelim, Diyanet'in ne zaman ve neden oluşturulduğuna bir bakalım.

Xxx

3 Mart 1924; bence yakın tarihimizin en önemli günlerinden biridir. O gün; TBMM birbirinden önemli üç yasa çıkarmıştı. Bunlardan biri "hilafete son verilmesi" ve Osmanlı Hanedanı'na yurtdışına çıkma zorunluluğu getirilmesiyle ilgiliydi. (Bu Osmanlı Hanedanı kavramı konusunda çok farklı duygularım var. Bunları bir gün yazmak niyetindeyim. Fakat doğru dürüst Türkçe bile bilmeyen kimi hanımlar ve beylerin bir anlamda yüceltilmesini içime sindiremiyorum).

İkinci yasa "Tevhid-i tedrisat" yani "eğitimin birliği" yasası idi. Bence Türk devrimini mümkün kılan en önemli gelişmeler bu yasanın getirdiği düzen içinde mümkün olabilmiştir. Her aşamada ve alandaki eğitimin devlet denetiminde yapılması; devrimimize karşı çıkabilecek gelişme ve örgütlenmelerin önünü kesmiştir. İran'da "şahlık yönetimi" bunu beceremediği için devlet kontrolü dışında ve merkezi Koum kenti olan ayrı bir eğitim zinciri oluşmuş, kendi "mollalarını" yetiştirmiş ve sonunda iktidara uzanmıştır.

Aynı gün çıkarılan üçüncü yasa ile; 3 önemli bakanlık (nezaret) kapatılacaktır. Bunlar; "Evkaf Nezareti", "Şeriye Nezareti" ve "Harbiye Nezareti"dir.

Evkaf Nezareti "Vakıflar Genel Müdürlüğü"ne dönüştürülecektir.

Osmanlı'dan kalan sayısız vakıf eserlerinin denetim, bakım ve değerlendirilmesi bu genel müdürlüğe bırakılacaktır.

Şeriye Nezareti ise; Osmanlı İmparatorluğu'ndaki "din işleri" ve "din görevlilerinin" sorunları ve özlük haklarıyla ilgilenen bir bakanlıktı. Bu bakanlık da "Diyanet İşleri Başkanlığı"na dönüştürüldü. Görevi aynen bakanlık gibi; din işleri ve görevlilerinin sorunlarını ve özlük haklarını düzenlemekti. Harbiye Nezareti kapatılmıştı.

Xxx

Daha 1924'te Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın birleştirilmesi ve özerk bir kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın; vakıfların geliriyle yaşayarak din adamlarının özlük işlerini düzenlemesi ve vakıf eserlerinin bakımını sağlamasını önermişlerdir. Fakat doğrusu; bu teklif fazla bir yandaş bulamamıştır. Zira "Diyanet İşleri Başkanlığı"nın işlevi; sadece din adamlarının özlük işlerini düzenlemek değildir. Bunun çok ötesinde bu başkanlık ve müftülükler kanalıyla; "devlet" din kurumundan devlete gelebilecek tehditlerin önünü almaktadır.

Gerçekten; "Diyanet", "Sünni-Hanefi" İslam'ın devlete yönelebilecek talepleri önünde bir koruma kalkanı konumundadır. Hangi dönemde hutbelerde nelerin dile getirilmesi ve halkın hangi konularda aydınlatılması gerektiği konusundaki öneri ya da direktifler; işte bu başkanlık tarafından duyurulur. Kimlere nasıl hitap edileceği konusu bile; camilerimize bu başkanlık kanalıyla aktarılır. Gözlerimle görmedim ama örneğin Abdullah Öcalan'a "bebek katili" vb. sıfatlarla hitap edilmesi bile Diyanet'in genelgeleriyle sağlanmıştır.

Memleketimizde laiklik yaygın bir biçimde; "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" olarak tanımlanmaktadır. Böyle bir tanım kabul edildiği zaman devletin din işlerine müdahalesi açıklanamamaktadır. İşte bu nedenle laikliğin din ve devlet işlerinin birbiriden ayrılmasından çok; "bir ülkede yönetenlerin yönetme yetkisini din dışı bir kurumdan alması" biçiminde tanımlanması gerekmektedir. Bu durumda TC'nin laikliği konusunda hiçbir kuşku kalmaz.

Xxx

Diyanet'in bu tür yani özlük haklarıyla ilgili işlevleri bir yana; belli bir özerkliğe kavuştuğu ve vakıfların gelirlerinin bu kuruma devredildiği anda bambaşka sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı; Müslümanlığı sadece "Sünni- Hanefi" mezhep açısından değerlendirmektedir. Bu görüş maalesef kimi üst düzey siyasetçilerimiz tarafında da paylaşılmaktadır. Buna karşılık; toplumumuzda (sayıları belli olmasa bile) yoğun bir "Alevi inançlılar" vardır. Kimi Alevi gruplar arasında bazı görüş farkları olsa bile bunların varlığı inkâr edilemez.

Diyanet (gene yaygın bir anlayış çerçevesinde); "Cem Evleri"ni ibadethane saymama eğilimindedir. Bazı siyasetçilerimiz de "Eğer bunlar Müslüman'sa işte cami orada duruyor oraya gitsinler" diyebilmektedirler. Çok yanlış işler bunlar. Bu görüşün aksine; eğer toplumumuzda birileri Cem Evleri'ni ibadethane olarak görüyorsa; devletin görevi bunları ibadethane olarak değerlendirmek ve ibadethanelere yaptığı katkıyı buralara da yapmaktır.

Özerk bir "Diyanet İşleri Başkanlığı" bu esnekliği asla göstermez. Var olan sorunlarımıza yeni sorunlar eklemiş oluruz...

Toktamış ATEŞ
Bugün - 28 Ekim 2010

Diğer Haberler

Onarılamayan yara Maraş Katliamı 46. Yılında
Honaz Alevi Köyleri
AABF’ye karşı ‘hakkını arayan’ Beyhan İpek’ten çağrı!
Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Kerbela: Gerçek mi mitoloji mi?
Muharrem Orucu ve Yas-ı Matem Takiyyesi
Alevilik ve İslam farklıdır, Alevilik nedir?
12 imamlar bizden değildir
Minaresiz Camiye benzeyen Cemevleri
Metin Karataş: 'Alevilerin ibadethanesi dört duvar arası değildir!'