Türkiye'nin demokratikleşmesi, sivilleşmesi, laikleşmesi ve siyasetin dinsel vesayetten arındırılması için, Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalı
Turan ESER
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun “Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalıdır” açıklaması sorunlu. “Hıristiyanların kendi kiliselerinde ibadetlerini etmeleri, bizim alicenaplığımız” yaklaşımı ise hükmedici. Bardakoğlu “sosyal hayata müdahaleden” bahsediyor
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’nun “Toplumun bütün sosyal hayatına müdahale eden kanaat önderi olmalıdır” açıklaması sorunlu. “Hıristiyanların kendi kiliselerinde ibadetlerini etmeleri, bizim alicenaplığımız” yaklaşımı ise hükmedici. Bardakoğlu “sosyal hayata müdahaleden” bahsediyor. Müdahalenin de devlet Sünniliği ekseninde ve cemaatlerin de desteğiyle yaygınlaşacak bir “dinsel müdahale” olacağı kesin. Bununla mahalledeki baskı artacak, sosyal baskı mekanizmaları daha da güçlenecek. Mahalledeki devlet ve siyasi iktidar kaynaklı sivil baskı, memur imamlar aracılığıyla yeni bir resmi tahakküm mekanizmasıyla desteklenecektir. Müdahale mezhep eksenli ve Diyanet merkezli olunca “sosyal hayat”, yani toplumsal hayatımız buna göre düzenlenecek. Devlet, Diyanet ve cemaat aklı, AKP iktidarının aklıyla birleştirilerek oluşturulan güç, “sosyal hayat” üzerinde belirleyici olacak. Diyanetin ve cemaatlerin misyonerlerinin mahalleye hakim olmasının zemininin sağlayacaktır.
Alicenaplık
Bardakoğlu, Hıristiyanların kilisede ibadet etme hakkını, hak dağıtan, bağışlayan diliyle açıklıyor. Bu dil kendini tahakküm eden, Hıristiyanlar ise tahakküm edilen görüyor. Tahakküm kurma dili üzerinden üretilmiş argümanlarla din ve vicdan özgürlüğü sağlanamaz. Bu insan haklarını ihlal eden, ilkel, teokratik tahakküm kurmayı hedefleyen, yaklaşımdır. Diyanet hak dağıtan bir mercii değildir. Hıristiyanların ibadet etmesinin, “bizim alicenaplığımızla” ilişkisi yok. Hıristiyanların kiliselerde ibadet etme hakkını diyanet veremez. Bu bir insan hakkıdır. Bir lütuf değildir. Eğer Hıristiyanların ibadetlerini kiliselerinde yapmaları, Diyanetin insafına ya da devletin “alicenaplığına” kalmış ise, vay halimize! Anayasa’nın 24. Maddesinde ifade bulan “Herkes din ve inanç hürriyetine sahiptir. Bu hak, tek başına veya topluca, alenen veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapma” hükmü yok sayılıyor demektir. Ayrıca, gayrimüslimlerin ve azınlıkların Lozan Antlaşmasıyla güvence altında olan haklarını da bilmezliktir.
Hukuk dışı, laiklik karşıtı ve bireysel hak ihlali içeren ilkel görüşlerle ve 19. yüzyıl zihniyetiyle, 21. yüzyıl Türkiyesine çözüm önerilemez. İnanç özgürlüğü “alicenaplığa” bırakılamaz. O zaman Diyanet, bugün Avrupa’da sayıları binleri bulan camileri, Müslümanların camilerinde ibadet etmelerini, Hıristiyanların “alicenaplığına” mı yoksa, Avrupa ülkelerindeki laiklik anlayışı, uygulamaları ve insan haklarına yaklaşımlarıyla mı açıklıyor?
Din polisi mi?
Diyanetin “kanaat önderi” projesi, insan haklarına ve laiklik ilkesine aykırı. Bireyin vicdanı ve sosyal hayatı özeldir. Bireyin vicdanı, devlet aracılığına ihtiyaç duymaz. Mahalledeki baskı bakidir. Bu baskılara bir meşruluk kazandırılmak için, Suudiler gibi şeriat hükümlerinin uygulanmasını sağlayan “din polisi” modeli, mahalledeki din baskısını artırır. Bugün parklardaki “ahlak zabıtası” vukuatları söz konusu iken, bu uygulama yeni bir çatışmanın habercisidir.
Diyanette görev yapan imamlar siyasetten bağımsız değildir. “Kanaat önderi” olarak görülen imamlar, sendikal tercihlerini bile siyasal dünya görüşlerine göre yapıyor. Bunun en somut örneği ise kamu görevlileri sendikalarının üye sayılarında görmek mümkün. MHP ve merkez sağ partilerin taraftarı olduğu bilinen Türkiye Kamu-Sen’e 22,286 imam üye iken, AKP ve SP yakınlığı ile bilenen Memur-Sen’e 43,969 imam üye. Kendini soldan yana tanımlayan KESK’te ise sadece 542 imam var. Bu veriler aslında imamların siyaset üstü olmadığını gösteriyor. Türkiye’de kayıtlı ve kayıtsız 95 bin civarında cami var. Tüm kamu kurumlarında 120 bin civarında din görevlisi bulunuyor. Sadece Diyanette sayıları 103 bin olan imamlardan “kanaat önderi” olursa, bunların mahalledeki sosyal hayata müdahalesini kim denetleyecek? Parti militanı gibi çalışan imamların mahalledeki siyasi müdahalesini kim denetleyecek?
Sünni-Hanefilik ekseninde dini eğitim almış bir imam, kanaat önderi olursa, Alevi mahallesine gidip ne anlatacak? Gayrimüslimlerin mahallesinde, onların ibadet etme hakkını bir lütufmuş gibi “devletimizin alicenaplığından”dır mı diyecek? Ateistlerin sosyal hayatına müdahale edince, neyi savunacak? Sünni-Hanefi mezhepli “kanaat önderi” Alevilere, gayrimüslimlere ve ateistlere nasıl bir akıl “önderliği” yapacak? Müdahaleyi tayin edecek akıl kim olacak? Bir Alevi ya da gayrimüslim yurttaşın “benim Diyanete helal etmediğim vergimden maaş alıyorsun ve şimdi bana nasıl bir kanat önderi olacaksın?” sorusuna “kanaat önderi” nasıl cevap verecek?
Güç sivillikten alınır
Kanaat önderi sivildir. O gerçeği duyandır, uyandırandır, saygı duyulandır. Yol ve dava insanıdır. Güvenin adresidir. Devlet dinini savunarak, 657’ye tabi “sivil kanaat önderi” olunmaz. Önce dinin sivilleşmesi lazım. Bunun için devletin dinsizleşmesi lazım. Devlete yasayla, maaşla, görev tanımıyla bağlı bir memurdan kanaat önderi olmaz. Devletin resmi teolojik penceresinden bakarak, halkın sivil yaşamında kanaat önderi olunmaz.
Olursa sivil toplum yeşermez. Çölleşir. Bireyin ve mahallenin özgüveni körelir. Sivillerin aklı ve düşüncesi diyanetin ve cemaatlerin teolojik aklıyla işgal altına alınır. Düşünce kuraklığı başlar. Aklını ve özgüvenini mahallenin memur “kanaat önderine” teslim etmek zorunda kalır. Toplumun kendi dinamikleri ve demokratik tecrübeleri üzerinden gelişmesini engeller. Toplumun kendi özgüveniyle buluşmasının önünü tıkar. Bazen yasaklar, bazen de devletin mahalleye soktuğu “kanaat önderleri” aracılığıyla yurttaş olması engellenir. Egemenlere itaatkarlıkta kusur etmeyecek, “kullar” ve “müritler” yaratılmaya devam edilir. Çünkü mahallenin derdi, hükümetin derdiyle aynı değil. Mahalle iş, aş, barış ve demokratik haklar derdinde, AKP ise halkı susturma ve haklarının bilincine varmasın diye diyanetin ve cemaatlerin “kanaat önderleri” ile sosyal hayatlarına müdahale derdinde.
Çözüm yok mu? Var. Türkiye’de din ve devlet ilişkisi tartışılmalı. Türkiye’nin demokratikleşmesi, sivilleşmesi, laikleşmesi ve siyaseti dinsel vesayetten arındırmak için, Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalı. Birey ve toplum inancını Diyanetin ve Din İşleri Yüksek Kurulunun fetvasına ve dayatmasına göre değil, kendisinin belirlediği şekilde yaşamalı. Mahallenin “din polisine” değil barışa, huzura, işe, aşa ve özgürlüğe ihtiyacı var.
KAYNAK : Radikal - 12 Ekim 2010