Fehmi SALIK
“Bir ulusun gerçek yurdu, onun anadilidir…
-A. Van Huanboldt-
Önce şu bölümceyle bir giriş yapayım:
“Hiç kuşku yoktur ki düşünme, düşündüğünü uygulama, yaratma, yenilikler ortaya koyma bakımından dünyadaki bütün yaratıklardan değişik nitelikler, yetenekler taşıyan, insanoğludur. Bu nitelikleri, onun aynı zamanda konuşan bir yaratık olmasını sağlamış, toplum halinde yaşayan insan, ‘dil’ denen kurumu ortaya koymuştur…” (Prof. Dr. Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, 1. Cilt, 3. Baskı)
Bu yazımda ben dilin etimolojisinden, yapısından, kurallarından, şu ‘dil teorisi’nden, bu ‘dil teorisi’nden söz etmeyeceğim. İnsanın en doğal haklarından biri olan anadilinin özgürce konuşulup konuşul(a)mayacağı üzerinde durmaya çalışacağım.
Ülkemizde kimi ahmaklarca ‘baba’ diye nitelendirilen; sıkıştı mı ‘şapkasını kapıp giden’; kimi yalakalarca ‘bir bilen’ olarak tanımlanan; gerçekte bencil, kıskanç, bilgiç görünümlü biri var aramızda. Bana göre ülkemizin diğer alanlarda olduğu gibi bu dil alanında da bugünkü çıkmaza sürüklenmesi, bu kişinin yüzünden olmuştur hep. Ta 1975’lerde seslenmeye başlamıştım ona; “Sorumlu Demirel’dir” demiştim. Yeni Ortam’da, Vatan’da, Bakış’ta bir yığın yazı yazmıştım onun üstüne. “Öp babanın elini” demiştim. “Bu hükümet bizi yönetemez” diye bağırmıştım. “Devri Süleyman da biter” biçiminde serzenişte bulunmuştum. Tabii bunun sonucudur ki yıllarca ora senin, bura benim sürülüp gezdirilmiştim. Türkiye sınırları içinde bulunmayan okullara atanmıştım.
Onun devrini yaşamayan genç kuşak, onun söylemlerini, uygulamalarını bilemez elbette. Neler neler demedi bu ‘kimilerinin babası’: “Dün dündür, bugün bugündür”mü demedi? “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” mi demedi? “Verdimse ben verdim” mi demedi? (İlk-Sen’in biriken parasının çarçur edilişi)
Bana göre ülke topraklarına bunca ‘bela tohumu’, Süleyman Demirel eliyle serpilmiştir.
Kürt sorunu çözümünün gecikmesinde, Kürt’ün dilinin bugüne dek yasaklı kalmasında da, ‘Çoban Sülo’nun imzası vardır.
Önümde 3 Kasım 1999 tarihli Bakış Gazetesi var.
Süleyman Demirel’in ‘Kürtçe’ ile ilgili bir demeci ve bu demeç üzerine yazar ve sanatçıların tepkileri dile getirilmiş bu gazetede.
Demirel’den başlayalım önce:
“Türkiye’de Kürtçe televizyon ve radyo yayınlarının serbest bırakılması, bir süre sonra Türkiye’yi ayrılığa götürür…”
Bu ‘sözde bir bilen’e o gün, ‘gerçek kendini bilenler’, karşı çıkmıştı.
Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel’in tepkisi şöyle olmuştu:
“Kürtçe yayın yapan radyo ve TV’ler, tabii ki olabilir. Yalnızca Kürtçe değil, her dil olmalı. Bu konuyu çözecek olan, çağdaş düşünecek, özgürlükçü düşünecek bir Meclis’tir. Kürtçe yayın yapma yasağı var. Hâlâ dil devrimiyle kazanılmış tüm sözcükler yasak. Bunlar açığa kavuşmadan, Demirel’in ya da başkasının görüşlerini çok önemli bulmuyorum.”
O zamanın ‘A Takımı’ yapımcısı Savaş Ay konuşmuş:
“Ben yayıncı olarak şöyle bakıyorum: Eğer bir iş yapılacaksa, çifte standart olmamalıdır. CNN İngilizce yayın yapıyor da niye Kürtçe yayın yapılmasın? Herhalde Kürtlerin Türklere Amerikalılar kadar zararı dokunmamıştır…”
Yine o yıllar ‘Kanal 7’nin, haber koordinatörü olan Ahmet Hakan Coşkun’u da okuyalım:
“Bu konuda iki farklı görüş var. Ben özgür bırakılması gerektiği görüşünü taşıyorum. Kürtçe televizyonun kurulmasının Türkiye’ye hiçbir zararı olmayacağını düşünüyorum. Siyasal otoritenin bu konuda çelişkiler içinde olduğu kanaatini taşıyorum. Zaman zaman çıkıp ‘Kürt realitesini tanıyoruz, işte PKK bitti, şimdi sıra kültürel hakların tanınmasında’ gibi açıklamalar yapıyorlar. Sonra da kültürel haklar için yasakçı bir zihniyet içine giriyorlar. Ya özgürlükçü olmalıdırlar ya da yasakçı…”
Bu söylemler, insanın aklına ‘fabl’ biçiminde yazılan o fıkrayı getiriyor hemen:
“Ormanların kralı aslan, katırın tutumuna sinirlenirmiş hep. Artık dayanamamış bir gün, çakalı çağırmış, katıra haber göndermiş: ‘Ya diğer hayvanlar gibi doğursun; ya da bu dalaplığı terk etsin’.”
Bu fıkradan yola çıkarak şu yorumu yaparsak yanılmayız sanırım:
Ya o faşist tavrınızı korur yasakları sürdürürsünüz; ya da söz konusu yasakları adam gibi kaldırırsınız.
Örneğin ben Kürt müziğini seven birisi olarak, açılışından bu yana ‘TRT ŞEŞ’i hiç dinlemedim.
99’dan birkaç alıntı daha yapıp günümüze gelelim:
O yılların Cumhuriyet yazarı Oral Çalışlar, şöyle yazmış:
“Cumhurbaşkanının bu tavrını yanlış buluyorum. Bu söylem, geleneksel bir devlet tavrıdır. Halbuki Kürtçe, özgürce gelişseydi belki de ortak bir dil yaratılırdı. Kürtçe TV ya da radyo, ayrılığa götürmez, tam aksine Kürtlerin, Türkiye’nin birlik unsuru haline gelmesini sağlar…”
Sanatçı Lale Mansur’a da kulak verelim bir:
“Ayrımcılık, bunu yasaklamakta oluyor. Türkiye’de ‘şu dilde yayın yapılamaz’ demek, ayrımcılıktır. 2000’li yıllardan bahsediyoruz. Yasaklamalar, utanç verici. Bununla bir yere gidilemeyeceğini hâlâ anlayamadılar…”
Yazar Murathan Mungan’ın, karşı çıkışı da şöyle:
“ Demirel’in kendisinden artık çok sıkıldım. Dünyanın bu tür zenginlikler içinde görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Bütün aklı başında ve çağdaş insanların, böyle bir konunun, ayrılığa götürmeyeceğini bilmesi ve düşünmesi gerekir. Zaten Demirel böyle düşündüğü için Türkiye karanlığa doğru gidiyor…”
Şimdi bir de günümüze bakalım:
DTP’li Ahmet Türk’ün, Meclis çatısı altında kendi grubunda Kürtçe olarak yaptığı konuşma, sadece Türkiye’yi değil, dünyayı da salladı; yanlış yolda olanların ipliğini pazara çıkardı.
Düşünce üreten kimi duyarlı kişiler, Ahmet Türk’ü alkışladı; ondan yana tavır sergiledi. Kimileri de ellerinin on parmağından sızan kızıl kanı görmezlikten gelip ipe sapa gelmez aşağılık kokan sözlerle Ahmet Türk’ün konuşmasına ‘hainlik’ suçlaması getirdi. Bu ‘küçüklük karesi’nde yer alanları iyi tanıyoruz artık. Biz taraf tutmadan ‘aydınlık yüzlü’ kişilerin bulunduğu fotoğraf karesine bakalım şimdi:
Milliyet’te Fikret Bila’dan birkaç satır:
“…Türk, 21 Şubat’ın ‘Dünya Anadili Günü’ olduğunu, hem bu vesileyle hem de Kürtçe üzerindeki baskılar nedeniyle konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapacağını söyledi ve yaptı. Kürtçe sorununu TRT yayınıyla veya bir iki kelime Kürtçe kullanmakla çözdüğünü sanan Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve AKP iktidarı yanılıyor. Türk, dün Meclis’te Kürtçe konuşarak kazın ayağının hiç de öyle olmadığını gösterdi. Bunu yaparken de ‘Başbakan Kürtçe konuşunca oluyor da ben konuşunca niye olmuyor? DTP Belediye Başkanı Kürtçe konuşunca suç oluyor da Başbakan konuşunca niye suç olmuyor?’ diye yüklenmeyi de ihmal etmedi…”
Doğrusu da bu değil mi?
Saplantılardan sıyrılarak, nesnel bir gözle Mehmet Altan’a bakalım bir de:
“Kürtçe, TRT ŞEŞ’te serbest, TRT 3’te yasak. Hukuksal bir bütünlük, felsefi bir derinlik olmayınca da pratik siyasal açılımlar bir başka yerde su koyuveriyor. Ve siyaset kurumu, 29 yıldır 12 Eylül hukukunu yok edeceğine, askeri sistemi korumaya devam ediyor. Sövüp sayacağımıza, kızıp kavga edeceğimize, bu garip çarpıklığı gidermeye bakalım. Bakalım ki toplum ve siyaset nitelik kazansın. Hukuksal açıdan en temel haklarımız, siyasetin terkisinde ırgalanıp durmasın…”
Ağabeyi Ahmet’e bakalım bir de:
“…Bill Clinton gelince, herkes onun bizim Meclis’teki İngilizce konuşmasını alkışlıyor. Ama Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşmasına şaşıyor. İngilizce konuşulan bir Meclis’te neden Kürtçe konuşulmasın? Tabii ki farkındasınız bunun mantıklı bir açıklaması yok…”
Uzatsam uzayacak Almanya’lara kadar.
Bizi yönetenler bu ikiyüzlülükten, bizler de kimi saplantılardan kurtulmadıkça, ülkemiz de bu tür sorunlardan kurtul(a)mayacaktır…
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy80451 = 'fehmisalik' + '@';
addy80451 = addy80451 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text80451 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
80451 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
KAYNAK : Alevihaber.com - 17 Mart 2009