Yüksel Işık
(...) Bütün bu problemler, kaynağını, Türk tipi tuhaf laiklikten alıyor. Her şeyi olduğu gibi, laikliği de kendimize benzetmemiz nedeniyle inanç özgürlüğü alanı, herkesin devletle hesabının olduğu bir garabet alana dönüşmüş bulunuyor...
İzmirli Belediye işçisi Sinan Işık’ın, nüfus kâğıdındaki din hanesine yazılan “İslam” sözcüğünün silinmesi ve yerine “Alevi” yazılması amacıyla açmış olduğu davayı görüşen AİHM, “kimlik kartlarında ‘din’ hanesinin bulunmasının başlı başına insan hakları ihlali olduğuna ve devletin bu konuda tarafsız olması gerektiği”ne hükmetmiş olması, bir kez daha, Türkiye’nin laiklik anlayışı tartışmaya açılıyor. Böylece, hem Hükümet’in, “istemeyenin kimliğindeki din hanesi boş bırakılır” kararının dayanaksızlığı hem de inanç özgürlüğünün çoğunluk inancıyla sınırlı olmadığı teyit edilmiş bulunuyor.
Türkiye’nin laikleşme serüveninin, esas rengine, Cumhuriyet sonrasında kavuştuğunu biliyoruz. Laikliğin anayasaya girdiği 5 Şubat 1937 de, bu serüvende önemli bir yer tutuyor. Cumhuriyet’in laikliği benimseme süreci, Mustafa Kemal’in ölümünün akabinde, laikliği ihlal sürecine dönüşmüş olsa da, atılan adımların küçümsenemeyeceğinin altını çizmem gerekiyor. AİHM’in nüfus kâğıtlarındaki din hanesine ilişkin almış olduğu kararı, işte böyle bir tarihsel öneme haiz anayasal değişikliğin yıldönümüne rastlamış bulunuyor. Hoş bir rastlantı; ancak, Türkiye’nin artık rastlantıdan öte adımlar atması gerekiyor.
AİHM’in kararı, bize, Türkiye’deki tuhaf laiklik anlayışını sorgulama olanağı da veriyor. Kararda, “demokratik bir toplumda devlet çoğulculuğun garantörüdür. Bu, dinsel çoğulculuğu da kapsar. Devletin bu görevini yerine getirebilmesi için tarafsız olması gerekir. Mahkemenin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşüne dayanarak, başvurucunun inancıyla ilgili bir değerlendirme yapması, devletin dinsel inançlar karşısında tarafsızlığıyla bağdaşmaz” deniyor olması, benimsememiz gereken laikliğin de çerçevesini çiziyor. AİHM, bir adım daha atarak, “…din hanesinin boş bırakılmasını talep etme, belirli bir inancı açıklamak anlamına gelir. Bunun zorunlu olması dinsel inanç özgürlüğüyle bağdaşmaz” diyerek, laikliğin ruhunu kavramamızı sağlıyor.
Demek ki laiklik, bir inanç biçimi değil, farklı inançların ve dolayısıyla inançsızlıkların kendilerini güvencede hissedebilecekleri bir özgürlükler alanıdır. Nitekim AİHM de, “düşünce, vicdan ve din özgürlüğünün demokratik bir toplumun temelini oluşturduğuna” dikkat çekiyor. Karardan da anlaşılacağı üzere, laiklik, dinin de din dışının da kendisini var etmesinin zeminidir. Bu zemini, en yalın haliyle uygulamak, inanç özgürlüğünün önündeki engellerin tümüyle ortadan kaldırılması demektir.
Devletin, çoğunluğun inanç biçimini dikkate alarak, yasal düzenlemeler yapmasının inançlara müdahale anlamına geldiği, AİHM’in bu kararıyla tescillenmiş bulunuyor. Tez elden kimliklerdeki din hanesinin kaldırılması ve devletin yurttaşlarının dini inancına ihtiyaç duymadan hizmet eder hale gelmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’deki inanç özgürlüğü sorunun, kimliklerdeki din hanesinin kaldırılmasıyla hallolmayacağı açıkça görülüyor. Gene AİHM’in verdiği karara rağmen halen zorunlu din derslerinin müfredatta yer alması, Cemevlerinin ibadethane olup olmadığının gene bir devlet kurumu olan Diyanet’e sorulması; İslam’ın Sünni yorumunun ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret bir kurum olan Diyanet’in varlığının tartışma dışı tutulması gibi problemler varlığını korumayı sürdürüyor.
Bütün bu problemler, kaynağını, Türk tipi tuhaf laiklikten alıyor. Her şeyi olduğu gibi, laikliği de kendimize benzetmemiz nedeniyle inanç özgürlüğü alanı, herkesin devletle hesabının olduğu bir garabet alana dönüşmüş bulunuyor. Bu alanın özgürlükçü bir çerçeveye kavuşabilmesi için hak ve özgürlükleri, kimliklerden bağımsız olarak ele alıp, evrensel ölçekte uygulanmasını sağlamamız gerekiyor. Aksi halde, din ve inançtan bağımsız olması gereken devletin, bir din veya inanış hakkında karar verme hakkını, AİHM kararlarına rağmen, sıkça tartışıyor olacağız.
Evrensel laikliği ilke edinmiş bir devletin görevi, bütün din ve inançlara eşit mesafede durarak ve bütün inançların ve elbette inançsızlıkların kendisini yaşatmasını güvence altına alan bir düzen kurmaktır. Bu düzen kurulmadıkça, devletin yurttaşlarının kimliğine dini inancını yazması ve dolayısıyla yolumuzun AİHM’e düşmesi kaçınılmazdır!
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy3116 = 'isikyukselk' + '@';
addy3116 = addy3116 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text3116 = 'isikyukselk' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
3116 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
KAYNAK : Alevihaber.com - 4 Şubat 2010