Dertli Divani

Dertli Divani, sanatını usta-çırak ilişkisi ile öğrenen, bilgi ve becerisini uygulamada üstün, konusunda ender bulunan bilgilere sahip olan, kendisini yaptığı...

Dertli Divani, sanatını usta-çırak ilişkisi ile öğrenen, bilgi ve becerisini uygulamada üstün, konusunda ender bulunan bilgilere sahip olan, kendisini yaptığı işe adayan, bilgi ve becerilerini çırağa aktarma yeteneğine sahip günümüzde yaşayan önemli kişilerinden biri. Alevi- Bektaşilerin cem ibadetinde 12 hizmetten biri olan zakirliği sürdürmesi sebebiyle UNESCO tarafından somut olmayan kültürel mirası koruma çerçevesinde “Yaşayan İnsan Hazinesi” seçildi. Aynı zamanda Alevi- Bektaşi dünyasının önemli isimlerinden biri olan Dertli Divani mahlaslı Veli Aykut ile yaptığımız söyleşiyi aşağıdan okuyabilirsiniz.

Söyleşi: Ceren UCA

Âşık yetiştirmenin gelenek olduğu Urfa’nın Kısas Köyü âşıklarından Dertli Divani mahlaslı Veli Aykut bu geleneğin bugün Kısas’ta hala devam ettiğini ve temelde kendisine çok şey kattığını kendi birikimlerini bu temel üzerine kurduğunu ve bu günlere böyle geldiğini anlattı.

Ben bu Aşıklık-zakirlik geleneğin içerisinde yetiştim, babam hem cemler yürüten Baba, hem de ozanlık, âşıklık vasfı olan biriydi. Büryani mahlasıyla şiirleri var ve her albümde bir eserini seslendirdim. Başka sanatçı dostlarım da o eserleri kendi albümlerinde okudular. Muhabbet ortamlarında biriktirdiklerime kendimde bir şeyler katmaya çalıştım. Dinler tarihinden tutun da felsefeyle ilgili onlarca kitap okudum okuyorum. Kutsal kitabı kur-an’ı, bunların hepsini okumadan bilgi biriktiremezsiniz. Yeme-içme-uyuma nasıl zaruri bir ihtiyaçsa okumak öğrenmek de böyle bir ihtiyaçtır diye düşünüyorum. Bu benim birinci ilkem olmuştur hep. O kâmil insanların, âşıkların muhabbet ortamlarında dinlediklerimi yaptığım okumalarla sentezlemeye çalıştım ve çalışıyorum.

Doğup büyüdüğüm köyüm Kısas, hala bu geleneği devam ettiren bir yöredir. Her hafta perşembe akşamları cemler yürütülür. Ceme gelenler bir biçimde orada pişiyor olgunlaşıyor. Orada yapılan bütün hizmetlerden nasipleniyorlar. Eğer katılan insanlar biraz da kendini geliştirirse onlar da epey bir yol kat ederler.

Unesco’nun ‘’yaşayan insan hazinesi’’ ödülünü kültürümüze, insanımıza yüzyıllardan beri emek vermiş kişiler adına aldım. Mutlu olduğum tarafı bana nasip olmuş olması.

Yüz doksan bir ülkenin üye olduğu, Birleşmiş Milletler’in bir kültür birimidir Unesco.

Kendi alanında usta olan, usta-çırak ilişkisinden kaynaklı hem bir ustadan feyz almış ondan yetişmiş hem de kendinden sonraki kuşaklara birikimlerini aktarma becerisi olan ve bunları topluma ulaştırmayı başaran kişileri ‘’yaşayan insan hazinesi’’ olarak ilan ediyor Unesco.

Kültür Bakanlığı ve Türkiye’deki Unesco temsilcileri tarafından önerildiğimi duymuştum. Anadolu Avrupa gittiğim başka kıtalarda katıldığım etkinlikler yaptığım hizmetler ortada. Sayısız konferans, panel, cem ve konserlerin dışında uluslar arası festivallere katıldım. Bugüne kadar yapmış olduğum beş solo, on iki ortak albüm çalışmalarında yer aldım. Okumuş olduğum eserler, semahlar, duazı imamlar, miraçlara ilişkin yaptığım derlemeler, halk müziğinin zirvesinde diyebileceğimiz sanatçıları tarafından da seslendirmiş olmasından dolayı Dertli Divani ismi kolay bir seçim oldu.

Ama ben bunu kendi adıma almadım; kültürümüze, İnsanlık âlemine yüzyıllardan beri emek vermiş, bugüne kadar taşınmasında olu ozanlarımız Kul Himmet’ten, Pir Sultan Abdal’a, Âşık Veysel’den Âşık Daimi’ye kadar uzanan bilge âşıkların adına aldım. Bu onların hakkıydı. Mutlu olduğum tarafı bana nasip olmuş olması. Ama bu konuda çok fazla mütevazı olmaya gerek de yok. Evet, bu konuda birikimlerim geleneğin içinde yetişmiş olmamdan dolayı kayda değerdir. Üniversitelerde araştırma yapanlara bile bu işin detaylarını inceliklerini anlatabilecek derecede derin bilgiye sahip olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. “Bildiğimizin âlimi, bilmediğimizin talibiyiz” Biz de bir dönem öğrenmeye aşamasındaydık. Doğru kaynaktan beslenir ve sapmazsanız bildiğiniz değerlidir. Emek vermeden hiç bir şey kolay olmuyor.

Mesela Farsça bilmem, Arapça da bilmem ama Yemini’nin Fuzuli’nin ya da bir başka divan şairinin şiirini karsıma koyun birebir karşılığını yazar, tercümesini yapabilirim. Çünkü tasavvufi terimler Alevi- Bektaşi terminolojisi diye adlandırdığımız ulu ozanların deyişlerinde geçen sözcükler ancak kâmil insanların, âşıkların, sadıkların muhabbet ortamlarında doğru yorumlanıyor. İşte ben o muhabbet ortamlarının ürünüyüm. Türkçeyi herkes konuşuyor ama bir Âşık Daimi’nin arı türkçe olan şiirini her edebiyatçı yorumlayamıyor ‘’ Kâinatın aynasıyım /mademki ben bir insanım/ hakkın varlık deryasıyım/ mademki ben bir insanım’’ bu dizelerin batın anlamını, derinliğini bilmeyenler işte ‘’ben evrenin aynasıyım Hak’ın da varlık deryasıyım’’ diye yorumlar geçer. Ama insanın kâinatın aynası olması ne demek? Alevi- Bektaşi inancında Hak ben-i âdemdedir, insan Hak’ın bir varlığıdır Hak’ın nişanını taşır.

Kısacası kâinatın nasıl aynası olabilirsiniz? Dört kapı kırk makam aşamasını geçtikten sonra bir yağmur damlası denize düşünce nasıl onunla bütünleşiyorsa birey Hak ile Hak olunca –fenafillâh diyoruz, varlık içinde eriyip yok olma diyoruz buna. İşte o varlığın özüne kavuşuyorsunuz. Damlayı nasıl denizden ayırma şansınız yoksa Hak ile Hak olan bir birey de tanrısal öze kavuşuyor ve o zaman Hakkın vasıflarını yansıtır hale geliyor. Aynanın karşısına geçip nasıl kendinizi görüyorsanız işte insan-ı kâmil olunca da kâinatın aynası oluyorsunuz. Evrendeki bütün mevcudatların aynası oluyorsunuz. Daimi bunu söylüyor. ‘’Hakkın varlık deryasıyım’’ diyor bizim aklımız bilincimiz olmasaydı, Hakkın varlığını kim bilecekti?

Edip Harabi ;

‘’Daha Allah ile cihan yok iken

Biz anı var edip ilan eyledik

Hakk’a hiçbir layık mekan yok iken

Hanemize aldık mihman eyledik

Kendisinin henüz ismi yok idi

İsmi şöyle dursun cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti resmi yok idi

Şekil verip tıpkı insan eyledik’’ demiş.

Ona bin bir isim biz koyduk. Bizim aklımız bilincimiz olmasaydı onu kim keşfedecekti diyor. Felsefi anlamda Allah’ı biz yarattık diyor.

Âşık Veysel’de bir dörtlüğünde ‘’ Güzelliğin on para etmez/ bu bendeki aşk olmasa/ eğlenecek yer bulaman/ gönlümdeki köşk olmasa’’ demiş. Altı yaşında gözlerini kaybeden bir âşık kimseyi de görmemiş, öyle âşık olduğu bir kız da yok yani bunu can gözüyle gördüğü Hakka söylüyor. Senin tanrılığını, yüceliğini kim bilecekti bizim aklımız, bilincimiz, inancımız, aşkımız olmasaydı ve bizim gönlümüz olmasaydı evin olmazdı diyor. Hak; “size sizden, şah damarınızdan daha yakınım” diyor.

Şimdi bu deyişlerin böyle bir özelliği var yüzlerce kitabın özeti diyebileceğimiz dizeler her şeyi ifade ediyor. İşte bu konuda kâmil insanların yaptığı muhabbetler bizi pişirir ve kemale erdirir. Sanırım bu bilgilerle donandığımı söyleyebilirim.

Unesco’nun ‘’yaşayan insan hazinesi’’ ödülünü zakirliğinizden, inancınızı yaşamınızın bir parçası yapmış olmaktan dolayı alıyorsunuz. Bunun Alevi- Bektaşi inancında olanlara ve sizin sanatçılığınıza yansımaları oldu mu?

Alevi- Bektaşi inancında on iki hizmetlerden birisidir zakirlik. İbadetin en önemli halkalarındandır. Kültürümüzün günümüze taşınmasında zakirlerin rolü çok etkindir. Cemi yürüten dede kadar hatta dede’den de fazla emekleri vardır. Dede, gülbengler okuyan, toplumun manevi lideri olan gönül adamıdır. Zâkir ise sazıyla seslendirdiği deyişlerle bir başka şey veriyor, her şeyi diri tutuyor. İnsanlara direk mesajı veren gönüllere hükmeden bir duygu derinliği veriyor. Tarih boyunca sayabileceğimiz onlarca dedenin yanında yüzlerce Aşık-Zakir sayabiliyorsunuz.

Uzun sözün kısası, Unesco’nun zakirlik alanında bana vermiş olduğu bu ödül bir anlamda Alevi-Bektaşi inancını bugüne kadar yok sayan zihniyetleree bir ders vermiş oldu. “Siz bunu kabul etmediniz ama aslında Anadolu’da kendine özgü bir inanç ve ibadet anlayışı var”demektir. Çünkü zakirlik Alevi-Bektaşi inancının cemde yaptığı on iki hizmetten birisidir. Hem de en önemlilerindendir. Zakirliğin böyle bir ödül alması bir anlamda resmi makamlar tarafından Alevi- Bektaşi inancının kabulü anlamına geldiğini yorumlayabiliriz.

İnsanlar nasıl görüyor bu insanlara nasıl yansıdı benim için önemli değil. Bu ödül verilmeden önce de aynı kişiydim şimdi de aynı kişiyim. Çağrıldığım her yere yetişmeye çalışıyorum. Belki uluslararası düzeyde kendi alanımla ilgili Sempozyumlar yapılacaktır ve herhalde çağırılacak olan kişilerden birisi de ben olursam birikimlerimi aktarma mutluluğunu yaşayacağım. Bunu bir hizmet olarak görüyorum.

Alevi-Bektaşi inancının önde gelen isimleri sanatçı/ ozan Dertli Divani, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Kamil Aykanat ve gazeteci Ahmet Koçak Alevi Çalıştayının‘’çalışmalarını’’ değerlendirdi ve taleplerini bir kez daha dile getirdiler.

DERTLİ DİVANİ:

‘’ Devlet bütün inançlara eşit mesafede durmalı.’’

Siyasi iktidarın Açılım diye adlandırdığı çalışmalar tamamen kendine benzetme ve kendi Alevisini yaratma politikasıdır diye düşündüm ve öyle olduğu da ortada. Bunu biz en başında da söyledik. Bu açılımlardan önce Diyanet’i kaldırmaları gerekiyor. Zorunlu din dersi uygulamasına son vermeleri gerekiyor. Diyanet kaldırılmazmış. Niye kaldırılmaz? Avrupa’nın hangi ülkesinde böyle bir yapı var? Her inançlı toplum kendi inançlarının gereklerini kendisi finanse ediyor. Herkesin inancı ne ise yaptıkları bağışlar, gönüllü olarak maaşlarından yaptıkları ödemeler o kiliseye ya da o cemaate gidiyor. Devlet sadece kontrolörlük yapıyor.

İsteğimiz ve olması gereken şudur: Devlet bütün inançlara eşit mesafede ddursun her inanç kendi içinde yapılanmasını yapsın. Hiçbir inanç bir başka inanca kendisini dayatmasın, başkalarını asimile etmeye çalışmasın. Kaldı ki bu ülkede sadece Aleviler ve Sünniler yaşamıyor. Bizlerin dışında başka inanca sahip olanlar da var. Yezidi’si var, Süryani’si var, Ermeni’si var, Hıristiyan’ı var bunların dışında hiçbir şeye inancı olmadığını ifade eden Ateistler var. Şimdi ne demek yani bizim inancımızda rızasız lokma haram. Yolumuz rıza yolu her şey rızalık üzerine inşa edilmiş. Hiçbir şeye inancı olmayan ya da başka inançtan olan bir kişiden devlet aldığı vergilerle bana Cem Evi yapacak, dedeme maaş bağlayacak. Böyle saçma sapan bir şey olmaz. Biz laik-demokratik bir toplum olduğumuzu söyleyeceğiz sonra da böyle bir şeye taraf olacağız. Bu çelişkileri görmek lazım.

Biz kendi kendimize yetecek durumdayız. Bu binaları biz kendi imkânlarımızla yaptık. Burada hizmet veren insanlar bir şekilde burada yapılan aktivitelerden faaliyetlerden elde edilenlerle hizmetler yürüyor.

Sonra inanç kişiye özel bir şey bu para karşılığında yapılmaz. Bugüne kadar gönülden kopan rızalık lokması dediğimiz çıralıkla nasıl geldiyse bu kültür bundan sonra en zor şartlarda bile daha güzel devam eder.

‘’Dede devletten maaş aldığı an devletin dedesi olur.’’

Maddiyata zaafı olan bir takım insanlar hemen koşuşturmaya başlar başlıyorlar. Dede devletten maaş aldığı an devletin dedesi olur. Devletin memuru olur. Cemevi cami olur ve Alevilik ölür. Aleviliğin hassas olan noktaları var. Bu tehlikeyi görmek lazım. AKP ortaya bir şey atıyor sonra gözlemliyor bakıyor nasıl bir tepki görüyor ve onun üzerinden sinsi bir şekilde başka bir politika yürütüyor. Biz buna Muaviye siyaseti diyoruz. Evet bugünkü siyasi iktidarın yaptığı Muaviye siyasetidir. Bizi kendi içimizde parçalamak, bölmek ve kendi Alevisini yaratma politikasıdır. Bunu görmek ve bu oyuna gelmemek lazım.

Tarih boyunca bizi kesmekle biçmekle zindana kapatmakla yok edemediler. Muhammed’e inandığını söyleyen adamlar Muhammed’den sonra onun evladını çoluğunu çocuğunu susuz feci bir şekilde Kerbela’da katleden bir zihniyet. Bugün de aynı zihniyet devam ediyor. Kendisine benzetmek için şimdi şirin gözüküyorlar. Ali’yi sevmekle alevi olunmaz. “ Teberra kıl eyya mollayi rumi/ teberrasız tevallalar hatadır” diyor MEVLANA… Yani Ehlibeyti Aliyi sevmek yetmiyor. Onları katledenleri ve düşman olanları da lanetlemek gerekir diyor.

Zalime lanet var, zalime boyun eğene de lanet var. Kimse kimseyi tanımlamasa ve olduğu gibi birbirini kabul edip saygı duysa hiçbir sorun olmaz.

KAMİL AYKANAT:

‘’Alevileri tarihteki katilleriyle yan yana oturtmaya çalışacakları hiç aklımıza gelmezdi. Bunları da yaşadık.’’

Bu kurumlar tabanla sürekli iç içe olduğu için şikayetler geliyor, mesela zorunlu din dersi ile ilgili şikayetler var. Biz zorunlu din derslerinin kaldırılması için mücadele verirken ilkokulun 3-4 sınıf kitaplarına baktığımız zaman bırakın Aleviliği tamamen Sünni islamın daha da yaygınlaşması için olağanüstü anlatımlar var. O da yetmiyor çocukları okullarda sınıflarda sıra üzerinde namaz kılmaktan artık daha ilerisinde camilere götürmeye başladılar. Çocuklara camilerin içinde sözde tatbikat yaptırarak namaz kıldırıyorlar. İşte namaz kılmayı bilmeyen çocukları aşağılıyorlar. Aileleri ile ilgili bilgiler alıyorlar. ‘’Babanız namaz kılıyor mu, anneniz namaz kılıyor mu?’’ diye sorguluyorlar.

Ondan öte devlet hastanelerinde muayeneye giden insanlara artık inançları sorulmaya başlandı.

‘’Hükümet Alevilerle, şahıslarla ilgilenmiyor, Alevilikle ilgileniyor. Aleviliği yok etmeye çalışıyor.’’

Bu hükümetin böyle bir cesaret gösterip çalıştayı başlatmasıyla belki bir hak elde etme konusunda ümitlenmiştik ama birinci oturumdan sonra kendi Alevisini yaratmaya çalıştığını tamamen gördük. Bununla ilgili de zaten ‘’taleplerimiz nedir, nasıl olmalı?’’ diye üçüncü oturumdan sonra kitap çıkardık (Alevi Çalıştayı Birinci Etap Alevi Örgütleri ve Temsilcileri Toplantısı Değerlendirme İstem ve Öneri Raporu). Orada devletin ne yapmaya çalıştığını, bizim ne istediğimizi açık açık ortaya koyduk. Bunların başında diyanetin kaldırılması konusu -hala da ısrarla kaldırılmasını söylüyoruz- geliyor. Ne yazık ki şu anda ki mevcut hükümet Alevilerle, şahıslarla ilgilenmiyor, Alevilikle ilgileniyor. Aleviliği yok etmeye çalışıyor. Aleviliği yok etmenin yolunu da artık yaptıkları çalıştaylar neticesinde diyanet aracılığıyla değil de yine başka Alevi kurumlar ya da kendi yarattıkları Alevi- Sünni yani görünmeyen ofis Alevilerince yok etmeye veyahut da onların düşünceleri buymuş gibi kendi düşüncelerini onlara söyletmeye başladılar.

Burada büyük sıkıntılar var. Bu çalıştayın bu duruma getirileceğini biz biliyorduk. Ama bu kadar sulandırılacağı, biz Alevileri tarihteki katilleriyle yan yana oturtmaya çalışacakları hiç aklımıza gelmezdi. Bunları da yaşadık.

Şu anda da zaten kitap çıktı diye devlet bakanı televizyonda bağırıyor. Ama o çalıştayın raporu sadece kitabı ortaya koyuyor ama içinden bir sayfasını açıp da Alevilerin haklı taleplerinden de şu madde geçti diyemedi.

Örneğin şu anda Cem Evleri’nin temelini başbakan atar, kurdelesini bakanlar keser. Ama ne yazık ki hala yasal değil yani kanun nezdinde yasal değil. Yasal olmasını da biz beklemiyoruz zaten biz Cem evlerimizde ibadetimizi yapıyoruz, kurbanlarımızı kesiyoruz veyahut da kültürel etkinliklerimizi gerçekleştiriyoruz. Onlar yasal olarak yok saysalar da biz Cem Evleri’nin varlığını, Anadolu’nun ücra köşelerinde yaşadığı gibi buralarda da yaşadığını söylüyoruz.

Onların bize bir elektrik parası ya da su parası ödemesi lütuf değil. Bizim vergilerimize nerelere nelerin verildiğini, hatta gizli ödeneklerin nerelere harcandığını da görüyoruz. Çalıştaydan hiçbir şey beklemedik beklemiyoruz.

AHMET KOÇAK:

‘’ Hükümet Alevilere istediğini vermeyecek ama çalıştay Alevilerden önemli bir parça götürecek.’’

Bu işin bir evveliyatı var. Avrupa Birliği’nin uyguladığı bir müktesebat programı, projesi var. Bu projede diyor ki; Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin olması gerekiyor ki bu süreç sonunda Avrupa Birliği Türkiye görüşmesini yapabilsin. Şimdi proje buradan çıkıyor yani AKP durup durduk yerde gelin Aleviler sizi dinleyelim sorunlarınızı çözelim demedi. Aynı şeyler Kürtler içinde böyleydi bu tarz bir proje ile yaklaştı. İkisi de Avrupa Birliği’nin dayatmasıyla başladı.

Bu süreç Alevi açılımı adı altında 2007 de başladı. Önce işte iftar yemekleri ki Alevilikte Muharrem yası matem ayıdır. Oruç açımı vardır iftar yemeği diye bir şey yok. Ama işte bu basına böyle yansıdı; büyük şatafatlı yemeklerle hükümet Alevi açılımı yapıyor; Alevi önderleri ile liderlerini dinleyecek; Alevi ileri gelenlerini dinleyecek; Alevilerin sorunlarını çözecek… Daha o günlerden bu işin neyin projesi olduğunu bilenler buradan bir şey çıkmayacağını gördüler ki Hacı Bektaş Postnişini Veliyettin Ulusoy ile o tarihlerde yaptığım söyleşilerde ortak kanı ‘’bu açılımdan bir şey beklemiyoruz’’. Arkasından bir yıl kadar bir zaman geçti. 2008’de çalıştay süreci başladı.

Yine çalıştaydan bir şey beklemiyoruz diyen herkes toplantılara katıldı. Sayın Kamil Aykanat’ın da söylediği gibi birinci çalıştayda biraz umutlanır gibi oldular. Çünkü çalıştay sonunda çıkan belli bir uyum varmış gibi gözüktü. Alevi örgütleri arasında altı talep vardı. Bu altı talepten dördü üzerinde uzlaşıldı. Alevi örgüt yöneticileri uzlaştı bu önemli bir gelişmeydi. Bu uzlaşma sağlanırsa hükümet de belki bunlarla ilgili bir şey verecek gibi iyimser bir havayla ortaya çıktılar. Sonuçta yıllardır bir şey yapılmamış. 85 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca sağ iktidar olan radikal sağ diyebileceğimiz bir hükümet tarafından böyle bir şeyin dile getirilmesi insanlar tarafından heyecanla karşılandı.

Dağın fare doğuracağını biz baştan görüyorduk ama bazen de bekleyip hep birlikte görmek lazım. ‘’Dağ gerçekten fare doğuruyor mu doğurmuyor mu?’’ diye. Süreç hala devam ediyor. Şimdi bizi bize, tartıştırıyorlar.

‘’Hem Kürtlerden hem Alevilerden mevcut hükümet oy alamayacağının hesabına gidiyor ama tıkanırken nasıl zarar verebileceğinin hesabını yapıyor.’’

Yansıyan açıklama; hükümet Alevilere yeni vakıf kuracak, yeni projeler var. Bunu nasıl kurumsallaştıracak? Diyanet işlerini kaldırmayacak, bu kesin. Çünkü bu hükümetin varlığı diyanet işlerinin olmasından kaynaklanıyor. Ama diyanet işleri Alevileri kendisinde istemiyor. Yani yöneticiler ulemaya danışıyor ulema da olur vermiyor. Hükümet de bunun sıkıntısını yaşıyor ama seçim süreci var. Kürtlerle olan müzakereleri tıkanmış vaziyette. Aynı müzakereler Alevilerle de tıkanacakmış gibi gözüküyor. Çünkü hem Kürtlerden hem Alevilerden mevcut hükümet oy alamayacağının hesabına gidiyor ama tıkanırken nasıl zarar verebileceğinin hesabını yapıyor. Eğer seçimden önce vakıf kurulursa ki kurulabilir. Geçen Şerafettin Halis’in mecliste söylediği gibi ‘’yeşilbaş Aleviler’’ diye bir tanımlama getirmişti. Bu Aleviler önceden de vardı yok değildi. Şimdi bunlar devletten, örtülü ödenekten para alıp vakıf kuranlar ve o silsileden gelen anlayış, devletle barışıklardı zaten. Devletle barışık olmayan kesim Alevilerin kendi özgür yaşamı içerisinde bırakılmasını isteyen kesim. Kimler bunlar; demokrasiyi savunan, gerçekten laikliği savunan, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını isteyen kesimler ama diğer kesimlerin böyle bir derdi olmadığı için diğer kesimler zaten barışık yani bugün yaratılan devletin kendi yarattığı dediğimiz Aleviler aslında eskiden de vardı. Anlatmaya çalıştığım bu ‘’yeşilbaş Aleviler’’ Osmanlı zamanında da vardı. Osmanlı kendi Alevisini yarattı. Bugünde var yarın da olacak. Olmayacak diye bir şey yok. Fakat bugünkü tehlikeyi umarım Alevi örgütleri de fark eder ki Veliyettin Efendi’nin son bir yıldır çabası da bu. Olabildiğince bir araya gelip birliği sağlayıp bu süreci olabildiğince az zararla atlatabilmek. Bu proje tutarsa önümüzdeki süreci az zararla atlatabiliriz.

Ayrıca Türkiye dünyadan bağımsız değil. Şimdi bir bakarsan İslam coğrafyası tarumar olmuş vaziyette bütün ayaklanmalar, halk hareketleri… Halk hareketinin karakteri sağcıdır- solcudur- şeriatçıdır bakmamak koşuluyla bir halk hareketi var. Uzantısı emperyalistler olur olmaz hiç önemli değil. Ama bir rahatsızlık var. Emperyalizm yönetemiyor bugün halkları. Aynı sorun bizde de baş verecek. Belki biz de şu an gözükmüyor ama iki sene belki de bir sene sonra olmayacağının garantisi yok. Peki, olunca nasıl olacak? Bu iki şey üzerine kurulacak; ya Kürt-Türk ya Alevi-Sünni. Veliyettin Efendi’nin bugün işaret ettiği nokta burasıdır. O yüzden hem Türkiye’deki Sünni laik kesime hem Türkiye’deki solcu sosyal demokrat kesime sağduyulu kesime muazzam bir görev düşüyor. Türkiye tarihini iyi okumaları gerekiyor. Eğer bu tuzağa düşerlerse Türkiye’deki kanlı çatışma diğer İslam ülkelerindeki gibi olmaz. Milyonlarla ölçülecek büyük şeyler olabilir.

Hükümet bunu yapmayacak Alevilere istediklerini gerçek anlamda vermeyecek ama çalıştayların Alevilerden önemli bir parça götüreceğini söyleyebilirim.

DERTLİ DİVANİ:

‘’Çocuklar sadece kendini değil kendisinin dışındakileri de öğrensin ve ona saygı duysun.’’

Samimi olan bir siyasi iktidar önce Alevilerin ana istekleri konusunda çözüm getirmeli, değil mi? Din dersi sadece Sünni inancını insanlara dayatan bir ders. Din kültürü ve ahlak bilgisi diye bir ders olacaksa o zaman ilkel dinlerden tutun semavi dinlere varıncaya kadar tarihsel süreç içerisinde bunlar sunulsun. Buna itirazımız yok bizim. Ama neden sadece Sünni inancı dayatılıyor çocuklara? Burada bir kere net değil. Biz Aleviliğin tek olarak verilmesini ya da başka bir inancın verilmesini de doğru bulmuyoruz. Herkes çocuğuna ailesine kendi inancını evinde öğretsin ama genel anlamda bütün çocuklar kendi inançları dışındaki inançları da tarihsel süreç içerisinde onun gelişimini de onların doğaya, insana, tanrıya bakışını tarafsız olarak o dersin içersinde öğrensin. Sadece kendini değil kendisinin dışındakileri de öğrensin ve ona saygı duysun. Eğer bir inancın, bir dinin içerisinde sevgi yoksa o din, din olmaktan çıkmıştır, o inanç, inanç olmaktan çıkmıştır. Başka bir şeyin aracıdır o. Sizin dışınızda farklı düşünenleri, inananları da olduğu gibi kabul edeceksiniz. Bunu çocuklara ve gençlere aktarabilirsek sevgi dolu bir toplum haline geliriz. Emevi geleneğinin dayattığı bir islam anlayışı kabulümüz değil. Dinlere inançlara saygımız var ama dayatmaya karşıyız. İnanlara da inanmayanlara da eşit oranda saygı duyan bir toplum olduğumuzu artık dünya âlem biliyor.

NOT: Söyleşiye katkılarından dolayı Ferhat Karaca ve Erdem Kandemir’e teşekkürler…

Alevi Ozanları Haberleri

Bir deli Çoban hikayesi: Hüseyin Özen
Hasan Erdoğan'ı kaybettik!
Noksani kimdir?
Aşık Ali İzzet Özkan
Fuzuli kimdir?