Dersimli Bego’nun öyküsü, Dersim dramını çok etkiletici bir biçimde yansıtıyor. Yorgo Andreadis’in Pontoslu çocukların dramını yansıttığı, 'Tamama', 'Tolika', 'Temel Garip' gibi.
Kıyımların, her ne diyorsanız adına, soykırım, dilkırım, etnikkırım, solkırım, kıyımların en ağır yükünü taşıyanlar çocuklardır, kadınlardır.
Dersim kıyımının bir başka özelliği de, yetimlerin kaderinin kıyımcılar tarafından belirlenmiş olmasıdır.
Arjantin’de sayıları 30 bini bulan cunta kayıplarının, çocuklarına da askeriye tarafından el konulmuş, bunlar evlat edinilmişlerdi.
1915 kıyımında da, sağ kalan kimi genç kızlar ailelerini katledenlerce el konulup, yaşam boyu bu acıyı içlerinde taşımaya mahkûm edilmişlerdi. Gül Çiçek Günel, bunların dramını, “Kara Kefen” adlı kitabında başarıyla yansıtmıştır.
12 Eylül cuntasının başı olan General Kenan Evren’in eşinin de Dersim yetimlerinden olduğu söylenir. Belki de 12 Eylül darbesinden sonra felç geçirmesinin psikolojik nedenlerinden biri de buydu.
Dersimli Bego’nun öyküsü, Dersim dramını çok etkiletici bir biçimde yansıtıyor. Yorgo Andreadis’in Pontoslu çocukların dramını yansıttığı, "Tamama", "Tolika", "Temel Garip" gibi.
Ayşe Nur’un annesi Lamia Hanım'dan, Kayseri’ye atanmış genç bir İngilizce öğretmeni olarak trenle giderken, Dersim sürgünleri ile yolunun kesişmesinin hikâyesini dinlemişti. Kolej mezunu İstanbullu genç bir kadın, Dersim sürgünlerinin öyküsünü dinlemiş, onların sıcaklığına, paylaşımcılığına hayran kalmıştı.
Dersim dramını poetik olarak en iyi yansıtanlardan biri de Emirali Yağan. “Beyaz Dağda Bir Gün” elimden düşmemişti yeni çıktığında. Ermenistan’ın en büyük kadın ozanlarından biri olan Silva Gabudikian’ın şiirlerini Raffi Hermon Araks Türkçeye tercüme ettiğinde, şiirsel editörlüğünü ona emanet etmiştim.
O da yolu Mamak toplama kampından geçenlerden. Oradaki vahşetin travmasını şiirle aşmayı başaranlardan. 1989’da çıkan “Urmiye Mavisi”ni çok sevmiştim Bazıları bestelendi zaten. Şimdinin ulusalcı kimi yazarları o zaman karalamıştı, vahşete şiirle direnenleri. Onların Pia yayın kollektifini oluşturup, güzel yayınlara imza atmaları da utandırmadı onları.
“Acaba kaç bebek, kaç çocuk kıyılanların bedenleri arasından yükseldi yaşama?” diye soruyor insan kendi kendine. Mardin’de ölüler arasında ağlayan bir bebeğin sesinin, misyoner bir rahibenin işitip sahiplenmesi gibi. O ses duyulmasa, oğlu Tomas Çerme ile asla buluşamayacaktım.
Bego da o çocuklardan biri, yitik parmakları ile. Bir yanları ile de o ana kilitlenip hiç büyümediler.
Emirali Yağan, Bego’nun kızı Rose Polat Agum tarafından kitaplaştırılan tanıklığını şöyle değerlendiriyor:
"İnsanın ömrü, içine doğduğu tarihin, varlık gösterdiği yerin tabiatıyla biçimlenir. Bego Polat’ın Dersim 1938 kırımının ön yıllarını başlangıç alan, sonraki yüzyıla uzanan doksan yıllık hayat hikâyesi, çatık bir tarihin el çekmediği sarsık yerin biçimlediği bir hikâye.
Rose Agum’un bu ilk kitabı, babası Bego Polat’ın Dersim 1937-38 kırımı sırasında ve sonrasında yaşadıklarını konu alıyor. Yetmiş yıllık sessizliğin sonrasında, son on yılda, döneme tanıklık edenlerin anlatımlarına dayalı pek çok kitap ve dokümanter çalışma ortaya çıktı. Bego’nun kitabı benzerlerinden farkını alt başlığındaki 'Sonrası' vurgusuyla açığa vuruyor ve bir boşluğu dolduruyor. Elbet 1938’in sonrasında neler yaşandığına ilişkin dile gelmiş, kayda alınmış, kaleme dökülmüş, kitaplara, belgesellere konu olmuş çalışmalar da var. Öyleyse bu kitabın bir boşluğu doldurduğu iddiasını temellendiren ayrımı nedir? Ayrıca 'boşluk' yerine konulanla doldurulabilir bir şey midir? Hele de bir topluluğu yediden yetmişe kırıp geçiren, varlığının olanca dayanaklarını tarumar eden, bir daha kendisi olamayacağı türden bir yıkıma uğratan ve geride bıraktığı boşluğa külünü bırakan kötücül bir tarihin yarattığı bir boşluksa bu… İşte böylesi bir tarihin ortaya çıkardığı boşlukta çığlığını gezdiren bekes bir çocuktur Bego. Zaman geçmiş doksanına varmıştır ama hâlâ aynı göğün altında uzandığı tutamağı kavrayamayan eksik bir eldir…”
02 mart 2019
Ragıp Zarakolu