HÜSEYİN DENİZ* / Evrensel
Dersim tedbil ve tenkil harekatının sonuçları, Dersimli göçmenlerin yoğun yaşadığı Almanya’nın Başkenti’nde, masaya yatırıldı.
Dersim Kültür Gemeinde ile Berlin Anadolu Alevileri Kültür Merkezi tarafından ortaklaşa (Dersim konusunda ilk ortaklaşma) düzenlenen etkinlikte Prof. Dr. Baskın Oran, Yrd. Doç. Dr. Zeliha Hepkon ile Dr. Şükrü Aslan kendi akademik inceleme alanları açısından sonuçları irdelediler.
Kısa adı FDG olan Federation der Dersim Gemeinden in Europa Başkanı Kemal Yoldaş’ın kolaylaştırıcılığında yapılan toplantıya 500’e yakın bir kalabalık katıldı.
Bir gün sonra, yani 15 Kasım’da ise Türkiye’nin Berlin Konsolosluğu önünde protesto eylemi gerçekleşti. 24 Kasım günü ise Berlin Eyelat Parlamentosun’da yine Dersim tartışılacak. Bu açıdan Berlin, Dersim ile ilgili üç ayrı etkinliğe ev sahipliği yapmış oluyor.
Son bir iki yıldır Dersim meselesinin gündeme gelmesi aslında geçmişle yüzleşmede önemli bir adım. En azından Dersimliler için…
Öncelikli Dersimlilerin buna büyük ihtiyacı var- daha da olacak. “Dersim ’38 kıyımı başta olmak üzere, öncesinde ve sonrasında yaşananların Dersimliler üzerinde yarattığı travma, öyle kolay anlatılacak ve atlatılacak gibi değil. Ayrıca, bu travma sadece bir kuşakla da sınırlı değil; en az 3 kuşağa yayılmıştır. Dersim’de dimili ve kurmanci ezgilerinin büyük çoğunluğunun hüzün ve ağıt içermesinin en önemli nedeni de budur; yaşam sürekli bir yitirme, var olanı koruma, saklama ve kollamayla geçmiştir. 80 öncesi solun yükseliş dönemlerinde, Anne ve Babalarımız bize “siz devleti tanımıyorsunuz daha” derlerdi sık sık. Travmanın derinliği bu cümlenin altında gizli...
İsyancı olmanın altında da bu yatıyor. İsyan yaşanan bu travmayadır.
Böyle bir pozisyondan çıkmak için hiç imkan olmadı/tanınmadı. Sürekli bir savunma ile karşı karşıya kaldı Dersim. Dersim’in parçası olduğu diğer Kürt coğrafyasından farkı Alevilikten kaynaklıdır. Sadece Yavuz’dan bu yana değil, Aleviliğin (Enel Hak, Ehli Hak’a kadar uzanan sürecinde) tarihin de hep bir savunma, kendini koruma öne çıkmıştır. Aleviliktir, Solculuktur, Kürt (Kırmanc, Kurmanc) olmaktır, muhalif olmaktır. 12 Eylül’de en tehlikeli pozisyon olarak nitelendirilen 3K (Komünist, Kürt, Kızılbaş) formatına uyan tek kenttir. Bütün bu kimlikler sürekli bir tehlikede olma ve buna karşı kendini ayakta tutmak arasında gidip gelmektedir. Bu aynı zamanda Dersimin neden birlikte davranmayıp parçalı durduğunun da cevabını içermektedir.
Bu parçalılık hali, sadece günümüze özgün bir durum değildir, yine 3 kuşak boyunca süregelen bir durumdur.
Bu parçalılık aynı zamanda Dersim üzerindeki hesapların başarıya ulaşmasının da en önemli zemini olmuş, olmaya da devam etmektedir.
Bunun en somut örneklerinden biri Dersim-CHP ilişkisidir. Ve bu ilişkiye dair en dikkat çeken tespit de bu panelde Prof. Dr. Baskın Oran’dan geldi.
Toplantının nabzını tutan bu tespit ne idi? Baskın hoca, “Dersim ‘38”i gerçekleştiren dönemin tek parti iktidarı olan CHP’nin, günümüze kadar en çok oyu bir-iki yıl hariç, sürekli Dersim’den (CHP yöneticisi Onur Öymen’in geçen yıl katliamı açıkça savunmasına rağmen) almasını, Dersimilerden CHP’ye doğru tek yanlı bir kara sevda olarak niteledi. Bunu da Stockholm Sendromu ile eşleştirdi. Ama konuşmasında, “Dersimlilere haksızlık etmek istemiyorum, başka alternatifi de yoktu” ihtiyatını koydu.
Tabii ki, böyle bir gerçek varken ihtiyat ne eylesin!
Zaten tartışmanın bunun üzerinde odaklanması, gerçeğin ne kadar çıplak ve irkiltici olduğunu da ortaya koydu.
Şüphesiz bunu en büyük payı, kendi tabiriyle Kemalizmin çelik çekirdeğinden gelme bir akademisyen olmasınadır.
Tabii, bir kısım Dersimli buna tepki gösterdi; Dersimlilerin haksızlıklar karşı mücadele ettiğine, 12 Eylül Anayasası’na en çok “hayır” çıkan kent olduğuna, direnişçi ve devrimci mücadelesine dikkat çekildi.
Ancak, itirazların hiç biri, CHP’nin neden buradan sürekli oy aldığını izah edememektedir:
Aynen “Kemal” isminin neden bu kadar çok olduğunu;
Neden sürekli bir Alevilik-Türklük bağlantısı kurulmaya çalışıldığını;
Neden son yıllarda sadece Alevi kimliğinin öne çıkarılmak istendiğini;
Neden anadillerini unutup Türkçeyi bu kadar iyi konuştuklarını;
Neden, Dersimlilerin varlıklarını gerekçe yaptıkları kültürel, moral ve sosyal değerlerin her geçen gün daha da büyük bir kayba ulaşmasına sessiz kaldıklarını da izah edememektedir.
Örneğin Dersim’in en çok içki tüketilen bir kent haline doğru hızla yol alması, Aleviliği oluşturan kastların tepesindeki Seyyidlerin bir birine düşmesi ve birinin diğerini yok sayma girişimleri. Kendi inançsal kuralları yerine, bir Osmanlı Padişahı’nın mühürlediği iddia edilen bir “SECERE” peşinden dört nala koşmaları… Bir olalım, dirlik olalım diyenlerin, parçalanma ve rant kavgasına girişmesi… Cemevlerindeki iktidar çekişmeleri, Kırmanc (Dimili) ve Kurmanç farklılığının karşı karşıya getirilmek istenmesi. Sünnileştirme politikaları… Bütün bunlara cevap bulmadan, ders çıkarmadan, pratiğe uygulamadan “Dersim’e sahip çıkacağız” demenin gelecek açısından bir getirisi olmuyor.
*Gazeteci
Evrensel - 19.11.2010