Tunceli Kanunu'nun yapıldığı ve uygulandığı sıralarda, TBMM'ne, ordinaryüs profesör veya profesör unvanlı birçok kişi TBMM'e mebus olarak tayin edilmişti. Yani bunlar Tunceli Kanunu'nun yapıldığı ve uygulandığı sıralarda TBMM'nde mebus idiler. Bunların bir kısmı Avrupa'da özellikle Almanya'da, bir kısmı da Çankaya Sofralarında tahsil etmişlerdi. Bunları kabaca şöyle sıralayabiliriz.
1. Prof.Dr. Yavuz Abadan
2. Prof. Hasan Şükrü Adal
3. Prof. Ahmet Ağaoğlu
4. Prof. Yusuf Akçora
5. Prof. Ali Kani Akyüz
6. Prof.Dr. Zeki Mesut Alsan
7. Ord.Prof.Dr. Sadri Maksudi Arsal
8. Prof. Celal Esat Arseven
9. Prof. Besim Atalay
10. Prof. ismail Hakkı Baltacıoğlu
11. Prof. Tahsin Banguoğlu
12. Prof. Yusuf Hikmet Bayur
13. Prof.Dr. Tahsin Bekir Balta
14. Prof. Selahattin Batu
15. Ord.Prof. Kemal Cenap Berksoy
16. Ord.Prof. Cemil Bilsel
17. Ord.Prof. Mahmut Esat Bozkurt
18. Prof. Hayrullah Diker
19. Ord.Prof.Dr. Ali Saim Dilemre
20. Prof. İbrahim Necmi Dilmen
21. Prof. Fahri Ecevit
22. Ord.Prof. Halil Vedat Eldem
23. Prof. Ahmet Cevat Emre
24. Prof.Dr. Nihat Erim
25. Prof. Emin Erişirgil
26. Prof.Dr. Ahmet Şükrü Esmer
27. Prof. Ali Muzaffer Göker
28. Doç. Galip Gültekin
29. Ord.Prof. Şemsettin Günaltay
30. Prof. Şevket Raşit Hatiboğlu
31. Ord.Prof.Dr. Neşet Ömer lrdelp
32. Ord.Prof.Dr. Sadi Irmak
33. Ord.Prof.Dr. Fuat Köprülü
34. Prof. Hazım Atıf Kuyucak
35. Prof. Agah Sırrı Levent
36. Prof. ismail Müştak Makoyan
37. Prof. Hıfzırrahman Raşit Öymen
38. Ord.Prof. Yusuf Ziya Özer
39. Doç. Necmi Özün
40. Prof. Recep Peker
41. Prof. Fazıl Nazmi Rüküm
42. Doç. Necmettin Sadak
43. Prof. Hasan Saka
44. Prof.Dr. Vehbi Sandal
45. OrdProf. Vasfi Raşit Sevig
46. Prof. ismail Habib Sevük
47. Prof. Hasan Vasıf Somyürek
48. Prof. Hasan Reşit Tankut
49. Prof.Dr. Ahmet Hamdi Tanpınar
50. Prof. Cemal Hüsnü Taray
51. Prof. Esat Tekeli
52. OrdProf. Yusuf Kemal Tengirşenk
53. OrdProf. İsmail Hakkı Uzunçarşılı
54. İsmail Hakkı Ülkümen
55. Lütfü Ülkemen
56. Ord.Prof.Dr. Suut Kemal Yetkin
57. Prof. Ali Kemal Yiğitoğlu
Bu liste eksik olabilir. TBMM albümleri iyice tarandığı zaman profesör veya ordinaryüs profesör unvanlı birçok kişinin bu dönemlerde (1935-1946) mebus olarak tayin edildikleri görülebilir. Bunlardan önemli bir bölümü, siyasi ilimler, hukuk, iktisat, tarih ve gen; anlamıyla toplumsal bilimler okutan profesörlerdir. Ord.Prof. Mal mut Esat Bozkurt, Ord.Prof. Yusuf Hikmet Bayur, Ord.Prof. Yust Kemal Tengirşenk, Ord.Prof. ismail Hakkı Uzunçarşılı, Ord.Prof. Yusuf Ziya Özer, OrdProf. Vasfi Raşid Sevig, Ord.Prof.Dr.Sadı Maksudi Arsal, Prof. Yusuf Akçora, Prof. Ahmet Ağaoğlu, Pro! Emin Erişirgil, OrdProf. Cemil Bilsel, Prof. Nazım Atuf Kuyucak Prof. Şevket Raşid Hatiboğlu, Prof. Esat Tekeli, Prof. Cemal Hüsni Taray, Prof. Hasan Şükrü Adal, Prof. Hıfzırrahman Raşid Öymen Doç. Necmeddin Sadak, Doç. Necmi Özün, Ord.Prof.Dr. Fuat Köprülü, Prof. ismail Hakkı Baltacıoğlu, Prof. Dr.Ahmet Şükrü Esmer Prof.Dr. Zeki Mesut Alsan, Prof.Dr. Tahsin Bekir Balta, Prof.Dr Yavuz Abadan, Prof.Dr. Nihat Erim, İsmail Hakkı Ülkümen... bunlar arasındadır.
10 yılı aşkın bir zaman yürürlükte kalan ve uygulanan Tunceli Kanunu makable şamil bir kanundur. Bu hukukçu profesörlerin hiçbirisi, bu uygulamanın modern hukuk sistemlerine aykırı olduğunu söylemiyor, itiraz etmiyor. Üstelik onaylıyor, alkışlıyor. Bu kanun Genel Müfettiş olan vali ve komutana, kişileri yakalamak, itham etmek, yargılamak, idam kararı vermek, idamları infaz etmek yetkilerini veriyor. Genellikle Almanya'da, italya'da Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Sofralarında "ilim" tedris eyleyen bu hukukçular(l) bunun 1924 Anayasasına aykırı olduğunu söyleyemiyor, yargı ve icra görevlerinin bu derece bir tek kişinin uhdesine verilemeyeceğini belirtemiyor, sesini yükseltemiyor. Yükseltmiyor. Üstelik, bu ulema takımı bunları onaylıyorlar, alkışlıyorlar, en münasibi budur, diyorlar. Şefe, resmi ideolojiye bol bol övgüler düzüyorlar. Tunceli Kanu-nu'na göre getirilen yargılamada, sanığa iddianame verilmiyor, savunma hakkı verilmiyor. Mahkeme kararlarının kesin olup temyizinin mümkün olmadığı hükme bağlanıyor. Ordinaryüs profesör ve profesör unvanlı "ulema"mn bunlara da itirazı yok. Bunları, yeri ve zamanına göre övgüler düzdükleri 1924 Anayasasına aykırı bulmuyorlar. En münasibi budur, diyorlar, alkışlıyorlar. Eşkıyalıkla, haydutlukla mücadele ediyoruz. Gericilikle, ağalarla mücadele ediyoruz, diye geniş kitleler sürgünlere gönderiliyor, kadınların kızların ırzına geçiliyor, gebe kadınların karnına kılıç sokuluyor, emzikteki bebeklerin başlan kesiliyor, kılıçlara takılıyor, iki-üç yaşındaki bebekler, başları taşlara vurula vurula öldürülüyor, tekmelenerek öldürülüyor, insanlar, mağaralara tıkılıp üzerlerine zehirli gazlar sıkılıyor, kadınlar, genç kızlar, çocuklar, ağzı betonlarla kapatılmış mağaralarda yakılıyor, "ilim" heyeti, bütün bunlan onaylıyor, alkışlıyor. En münasi-
bi budur, diyor. Çünkü Şef böyle istiyor. Ve Şeflik düzenlerinde doğrunun ölçütü, olgular değil, Şefin dedikleri, tavır ve davranışlarıdır. Bu bakımdan Şeflik düzenlerinin temel davranış biçimi Şefe yakın olmaktır. Bunu, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, yukarıda sözünü ettiğimiz nutkunda gayet açık bir şekilde belirtiyor:
"... Millet ve memleket davalarında başarınızın birinci şartı; Atatürk'e İnönü'ye inanmaktır. Doğru düşünce onların sözünde, doğru davranış onların izindedir."
Yukarıda adları geçen ordinaryüs profesörlerin ve profesörlerin sürekli olarak yazılar yazdıkları bir gazete var. "Hukuk Gazetesi". 15 Temmuz 1933'ten itibaren çıkmaya başlamış. "Onbeş günde bir çıkar, hukuki, ilmi, içtimai gazete"dir. Bu profesörlerin meydana getirdiği tahrir heyeti Cumhuriyetin Onbirinci yılını şöyle kutluyor.
"Ebediyete doğru giden Cumhuriyet yıldönümlerimizden onbirincisini kutlamakla şeref duyan "Hukuk Gazetesi" realist hukuk yolunda sarsılmaz adımlarla yürüyen yeni rejimin huzurunda en coşkun saygılarını kaydetmekle bahtiyardır. Sağda, solda hemen dünyanın her köşesinde vicdani kıymetlerin sarsıldığı bir devirde en doğru yolu seçen, genç Türkiye Cumhuriyeti, şüphe yok ki kendisine mahsus bir şiar ile dünyanın fikir tarihine de şeref ve kıymet veriyor.
En yüksek faziletli bir hukuk müessesesi olan Cumhuriyeti, en yüksek mevkiine, eriştiren büyük inkılap adamlarına, başta dünyanın en ulusu olan Gazi Hazretleri olmak üzere tebcil duygularımızı (ululama) arz etmekle daha çok gönlümüzden konuşmuş oluyoruz.
Şu müstesna mazhariyet karşısında Onuncu Yıldönümünden en büyük sözü ile sütunlarımızı süsleyerek (Ne Mutlu Türküm Diyene) cümlesini ila-vet ediyoruz."
Gazete, Büyük Şef Gazi Mustafa Kemal'e de ulaştırılıyor. Bundan sonra ordinaryüs profesörlerden ve profesörlerden meydana gelen tahrir heyetinin Şefe bağlılık ve minnet duyguları şöyle ifade ediliyor:
"... En büyüğümüz Ulu önder Atatürk'ün yüce katına gazetemizi taktim etmemizden ötürü Cumhurreisliği Genel Yazmanlığından gelen bir yazıda Atatürk'ün bizlere sonsuz bir şeref ve onur veren iltifatları bildirilmektedir. Bundan dolayı taşkın bir sevinç ve kıvanç içindeyiz. Her zamanki gibi şimdi de bu coşkunluğumuzu kağıda dökerek diyoruz ki: Ulu Önder! Nesi varsa hepsi büyük dehana borçlu olan bizler sana karşı beslediğimiz şükran duygularımızı nasıl bildirebiliriz? Senin gösterdiğin yolda yürümek, senin büyük ülkün için çalışmak bizim inanımızın bağlandığı en büyük bir borçtur. Bu yolda kendimizi bağışlamakla bir zerre olsun borcumuzu ödeyebilirsek ne büyük saadet!.."
Görüldüğü gibi Şef (Ulu Önder)den başka kimse yoktur. Uzun unvanlı bu ulemayı gerek toptan ve gerekse teker teker yaratan da odur. O halde tapılacak tek unsur şeftir. İbadet ona karşı yapılır. f İşte biz diyoruz ki, böylesine "bilginlerin", "hukukçuların", "ilim I. heyetlerinin", Hitler'in, Mussolini'nin profesörlerinden, Franco'nun danışmanlarından, Salazar'nın hukukçularından hiçbir farkı yoktur. Hatta Türkiye'dekiler Çankaya'nın sazlı-sözlü ve içkili sofralarında "ilim" tedris ederlerken, kişiliklerini o kadar kaybetmişlerdir ki, ne derece sömürgeci ve ırkçı ve faşist zihniyetli olduklarının farkına bile varamamışlardır.