Binlerle ve hatta on binlerle ifade edilen Dersim sürgünlerinden yanlış yerlere gönderilen, iaşe alamayan ve aile bireylerinden ayrı düşenler olur
Hüseyin Aygün’ün yazdığı kitap ‘Dersim 1938 Ve Zorunlu İskân - Telgraflar, Dilekçeler, Mektuplar’ adını taşıyor.
Dipnot Yayınları’ndan çıkan kitapta yer alan yüzlerce belge, ağırlıklı olarak dönemin İskân Müdürü Dr. Reşad Tanyeri’nin resmî talimatları, sürgün listeleri, telgraflar, sürgün mektupları, hastalık ihbarnameleri, güvenlik, sağlık, nüfus, ölüm, ulaşım konularında gerçekleşmiş resmî yazışmalardan oluşuyor. Sözkonusu belgelere göre 1938 yılında Dersim halkından batıdaki yerleşim merkezlerine en az 7 bin, en çok 12 bin kişinin sürüldüğü, ‘Dersim 1938 Zorunlu İskân Kararı’nın hiçbir ölçü tanınmadan, kadınlara, hastalara, beşikteki bebeklere, askerlere, eşkıyayla çatışmış kişilere, yaşlı ve sakat insanlara bile uygulandığı ortaya çıkıyor.
Bir yük vagonunda gözlerini dünyaya açtıktan 6 yıl sonra, 1938’de, ailesiyle birlikte Dersim isyanı sürgünleri arasına yine bir yük vagonunda katılan Cemal Süreya’nın,
“Bizi bir kamyona doldurdular
Tüfekli iki erin nezaretinde
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar
Tarih öncesi köpekler havlıyordu...”
dizeleriyle anlattığı, hayatında derin izler bırakan bu sürgüne ilişkin resmi yazışmalar 71 yıl sonra ilk kez bu kitapla günyüzüne çıkarıyor
Cumhuriyet Tarihinde Dersim’in Önemi
Kitapta 1938’de yapılan geniş çaplı öldürmelerden sonra Dersim coğrafyasının önemli bir bölümünün Bakanlar Kurulu tarafından “yasak bölgeler” olarak ilan edilişi; bu bölgelerin insanlarının Batıya zorunlu ikâmete gönderilişi; yasak bölge dışındaki yerlerden de sürgün edilenlerin olduğu; Batıya gönderilenlerin 1947’de geri dönmesine karşın “yasak bölge” uygulamasının 1950’ye kadar devam edişinin yanısıra katliamın kronolojisi, zorunlu iskân kararının temel özellikleri ele alınıp sırasıyla askeri harekâtları ve 1938 katliamı ve sürgün kararı titizlikle ele alınmakta.
Yaz-Sonbahar-Kış 1938 tarihlerini kapsayan, kitapta yer verilen belgelerde; Bakanlar Kurulu’nun sadece 6 Ağustos 1938 tarihli kararıyla, 1.246 haneden 5 bin kişinin, 15 şehrin 50 kazasına bağlı 922 köye zorunlu göçe tabi tutulduğu anlaşılıyor.
Belgelerde anlatılan Dersim sürgünleri, sadece Erzincan tren istasyonundan Batı illerine gönderilenlerden ibaret olanları kapsıyor. Belgelerin, Elazığ’dan gönderilen 5 bin kişinin sürgünüyle ilgili önemli bir cetvel olduğu vurgulanan kitapta Elazığ ve Erzincan tren istasyonları üzerinden 10-12 bin civarında kişinin Batı illerine gönderilerek “köylere serpiştirildiği” anlatılsa da Elazığ üzerinden sürgün edilen ailelerin belgelerine henüz ulaşılamadığı söyleniyor. Ağırlıklı olarak İskân Müdürü Doktor Reşad Tanyeri’nin resmî yazışmaları, sürgün listeleri, telgraflar, sürgün mektupları, hastalık ihbarnameleri, güvenlik, sağlık, nüfus, ölüm, ulaşım konularında resmi yazışmalardan oluşan belgelerde kullanılan dil de dikkat çekici. Osmanlı dönemindeki raporlar başta olmak üzere, tüm resmi belgelerde Dersim halkı, bazen “Kızılbaşlar”, bazen “Türkmenler”, bazen “Kürtler” olarak geçerken sürgün yazışmalarında ise genellikle “muhacirler” deyimi kullanılmış. Dersimli sürgünler, belgelerde, “Doğu Muhacirleri”, “Doğu Göçmenleri”, “Doğu Halkı”, “Tunceli Muhacirleri” gibi adlandırmalarla yer alıyor.
İsmail oğlu Şükrü’nün mektubu
“Sevk sırasında aileler parçalanır, anne-babasından ayrı düşen çocuklar olur. 19 Aralık 1938 tarihli bir belgeye göre Denizli vilayetinden İstanbul Valiliğine gönderilen yazıda, ‘Vilayetimizin Başkarcı köyünden Ahmet’in memleketinden gelen çocuklarının vilayetinizin Karagümrük 58 kahvede Aydoğan Halil’in yanında olduğunu göstermektedir. Dilek sahibi çocuklarının yanına aldırılmasını istemektedir. Bu çocuklar vilayetinize ne zaman ve ne suretle gelmişlerdir. Buraya aldırılmalarında kanuni mahzur var mıdır?’ diye sorulur. Belge, anne-babanın Denizli’ye, çocuklarının ise İstanbul’a sürgün edildiğini ortaya koyar…
“Binlerle ve hatta on binlerle ifade edilen Dersim sürgünlerinden yanlış yerlere gönderilen, iaşe alamayan ve aile bireylerinden ayrı düşenler olur. Kitapta sunduğumuz iki adet ‘sürgün mektubu’ bu durumu ortaya koyar. 4 Ekim 1938 günü ‘İstanbul Vilayet Yüksek Makamı’na Sirkeci İskân Misafirhanesinde kalmakta iken dilekçe veren İsmail oğlu Şükrü, 4 ay evvel askerlikten terhis edilerek geldiğini, Pülümür Göneli köyüne gittiği zaman ailesinin sürgüne gönderildiğini öğrendiğini, Divriği İskân dairesine müracaat ettiğini, Erzincan’a sorduklarını, sonunda Tekirdağ kafilesiyle kaldığı yere geldiğini, Tekirdağ’da imkânı hayat bulamayarak ve fakir haliyle aile yuvasına hasret kalarak mahvolacağından kardeşinin bulunduğu yere gönderilmesini ‘derin saygı ile yalvararak dilediğini’ bildirir. Musa oğlu Mustafa ise 3.10.938 tarihli mektubu ile Uzunköprü Kaymakamından ‘yanlış yere gönderildikleri için iaşe alamadıklarından’ yakınır. Sürgünler sadece Dersim’den değildir. Erzincan, Tercan ve Kemah’tan da sürgün edilenler vardır. Buradan sürgün edilenler de -ne tuhaftır ki- ‘Tunceli Muhacirleri’ içinde yer alır. Bunların İsmet İnönü’nün Erzincan’dan çıkarılmasını istediği ‘Dersimli marabalar’ olduğu tahmin edilebilir. Bir belgeden, sadece Trakya ve Çanakkale’ye 1.300 kişinin gönderildiği anlaşılır. İstanbul Valiliği’ne gönderilen bu yazıda, ‘yasak bölgeler halkından ele geçen 5-7 bin kişinin memleketin muhtelif mahallerine nakilleri hakkında’ –ekte nüfus cetvelleri de sunularak– bilgi verilir.”
Askerden gelen de askerde olan da sürgün edilir. Sürgün kararının asker-sivil, genç-yaşlı, zengin-fakir, bekâr-evli ayrımı yapılmadan uygulandığı, sürgün edilen kişiler arasında ‘emzikteki bebekler’in bile bulunduğu anlatılan anlatılan kitapta 1938 askeri harekâtına katılan bir askerin ve “eşkıyalarla savaşanların” bile sürgün edildiği de şöyle anlatılıyor:
“1938 askeri harekâtında askeri kıtalar nezdinde mekkareci olarak görev yapan Alişar ailesine mensup Hüseyin oğlu Mahmut Zengin dahi görevi bittikten sonra trenle sürgüne gönderilir. Devlete askeri hizmette bulunan kişi dahi sürgünden kurtulamaz. 1938 askeri harekâtı sırasında askerlik hizmetinde olan bir kişi askerlik dönüşü, daha önceden sürgüne gönderilmiş ailesinin yanına (sürgüne) gönderilir. Bir belgede askerde olduğu için henüz gelemeyen Ali oğlu Zeyni, Halil oğlu Dursun ve Şahverdi oğlu İsmail adlı göçmenlerin vazifeleri bittiğinde gelecekleri bildirilir. Başka bir belgede ise Gülperi Eroğlu ailesinden Mehmet Ali ve Nazife Başdan ailesinden İsmail Mahmut’un askerde olduklarından sürgün yerine gelemedikleri belirtilir. (Öte yandan bu yazışmalar, öteden beri resmi raporlarda yer alan “Dersimliler asker vermiyor” değerlendirmelerinin gerçeği yansıtmadığını ortaya koyar.) 18 yaşlarında Gülabi oğlu Hasan ‘eşkıyayla savaşırken sağ kolundan yaralandığı için’ bir müddet Erzincan hastanesinde tedavi edilir ve daha sonra ailesiyle beraber sürgüne gönderilir. 6.10.1938 tarihli bir belgede, Lüleburgaz’a gönderilen Ali oğlu Hasan’ın İbrahim Uğurlu ailesinin çobanı olduğu ve onun da sevk jurnaline eklendiği (sürgün edildiği) belirtilir. Kısacası, asker, asker yardımcısı, çoban, ‘eşkıyayla savaşan kişi’ veya ‘gazi’ olmak dahi, Dersimlilerin sürgüne gönderilmesine engel olamaz.”
BİRGÜN - 31.05.2009
İLGİLİ HABERLER :
Mustafa KEMAL COŞKUN / RADİKAL : "Dersim ve zorunlu iskân"