Darbeye karşı çıkalım; darbeciler dahil, insanın haklarını savunalım

Darbeye karşı çıkalım; darbeciler dahil, insanın haklarını savunalımYüksel Işık(*)Türkiye, kurulduğu günden beri, demokrasiye ulaşmayı...

Darbeye karşı çıkalım; darbeciler dahil, insanın haklarını savunalım

Yüksel Işık(*)

Türkiye, kurulduğu günden beri, demokrasiye ulaşmayı hedefliyor. Demokratikleşme taleplerinin arttığı her dönem, bilinmesi şimdilik olanaksız olan bir güç, her türlü yasadışı yöntemi kullanarak devreye giriyor. Cinayetler işleniyor; katliamlar yapılıyor ve nihayetinde bütün toplum terörize edilerek, teslim alınmak isteniyor. Bu güçler, 60, 71, 80 darbelerinde olduğu gibi, öncelikle, kayıtsız koşulsuz demokrasi talep edenleri bertaraf etmekle işe başlıyor.  Bu anlamıyla Türkiye’nin önemli tarihsel dönemeçleri, karanlık güçlerin rol çalmalarıyla biliniyor. İşin tuhaf yanı, her karanlığı, biri üstleniyor; üstlenici, cezaevinde “kahraman” muamelesi görüyor; dışarı çıktığındaysa ülkenin belirli bölgelerini kendileri için “av sahası” olarak tahsis edebilme gücüne sahip olabiliyor.

Bu süreç, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz’de boğdurulmasından Sabahattin Ali’nin öldürülmesine; Tan Matbaası baskınından 6-7 Eylül olaylarına Kanlı Pazar’dan 1 Mayıs 1977 katliamına; Abdi İpekçi’nin katledilmesinden Hrant Dink cinayetine kadar bu tarzda işlemiş bulunuyor. Daha da tuhafı, kim demokrasi lafı ediyorsa, bütün bir toplum, “mal bulmuş mağribi gibi” onun arkasına diziliyor; ancak, demokrasiyi en çok demokrasi lafı ederek Hükümete taşınanların ihlal ettiğine tarihimiz tanıklık ediyor. Yani hiçbir iktidar demokrasiden hoşlanmıyor; bizim özgürlük ve demokrasi talebimizle onların kullandığı demokrasi kavramının aynı olmadığı da böylece açığa çıkmış bulunuyor. Mitingler yapacak kadar darbe karşıtlığı rolüne soyunanların temsilcilerinin Ufuk Uras’ın darbe araştırma önergesine uzak durmaları da bu süreci tamamlıyor.

Aydınlık bir gelecek için tertemiz bir geçmiş

Demokrasi yüzü görmek için yıllarını harcamış olan Türkiye, açığa çıkartılmamış bir dizi cinayeti, haketmediği halde, sırtında taşıyor. Katilleri tanıyoruz; çoğu zaman kendilerini gizleme ihtiyacı bile duymuyorlar. Gümüşhane Baro Başkanı cinayetinde olduğu gibi bazen bir meczup, Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi kimi zaman, reşit bile olmayan “bilinçsizler”den, çoğu zaman da, “itirafçı”lardan oluşuyor. Türkiye, karanlıkta kalmış cinayetlerin ciltler dolduracak kadar çok olduğu için Hükümet etmeye talipli her parti, geçmişi aydınlatma sözüyle işe başlıyor. Ancak görev süreleri dolduğunda, geriye daha fazla karanlıkta kalmış cinayet ve katliam kalıyor.

Bütün bunlar, Türkiye’nin, arkasını temizlemeden, tarihini aydınlatmadan, suçlu suçsuz, yargısız infaza kurban edilen nice cinayeti aydınlatmadan, aydınlık bir geleceği yakalamayacağına işaret ediyor. İşte böyle bir ortamda, bir yılı aşkın bir süredir, kahramanlarına darbecilik atfedilen bir operasyon yapılıyor. Operasyonun mağdurları arasında bulunanların karmaşık kimlikleri, politik yelpazede tuttukları pozisyon, insanı tereddüte itiyor. Hele hele ilk açığa çıktığı tarihten bu yana soyut bir darbecilik suçlamasından başka bir adım atılmamış olması, darbe karşıtlığının arttığı Türkiye’de, DTP’li Emine Ayna’nın işaret ettiği gibi, bir çeşit mıntıka temizliğine duyulan ihtiyaçtan mı kaynaklandığını da düşündürtüyor.

Gözaltına alınıp, tutuklananlar arasında varlar mı bilemem; ancak, darbeciler benim 6 yıl 8 ayımı çaldı. Bunun 18 aylık bölümünü “sakıncalı piyade”lik oluşturuyor. Ankara dışında yaşamak zorunda bırakılmış olmamı dahil bile etmiyorum. Askerliğimi bitirdiğim günden beri de, resmi kayıtlarda, “sakıncasız” bir yurttaş olarak görünüyorum. Çalınan ömrüme karşılık ülke, geçmişinden beri taşıyıp getirdiği karanlık ilişkilerden kurtulabilmiş olsa, “feda olsun” derdim. Ancak, benim ömrümün çalındığı 12 Eylül’den bu yana, Sakarya- Hendek, Ankara- Gölbaşı ve Doğu ve Güneydoğu gibi bölgeler başta olmak üzere, ülke, çetelerin kol gezdiği bir arenaya dönüşmüş bulunuyor. Dolayısıyla darbecilik fikrinin sorgulanması bile insanı heyecanlandırıyor. 

Gene de, 12 Eylül mağduru biri olarak, adına “Ergenekon” denilen bu operasyonun bu kadar uzamasından açıkça rahatsızlık duyuyorum. Bir suç ya işlenmiştir; ya da işlenmemiş; yahut işlenme teşebüsünde kalmıştır. Bırakın kamuoyunu, suçlananların bile neyle suçlandığını bilmediği bir süreci, “temiz eller”e benzetmeye kalkışmak, sudaki görünümünden hareketle çubuğun kırık olduğunu iddia etmeye benziyor.

İddialar delil haline gelirse

Meramımı anlatmak için kişisel tarihimin 12 Eylül’e denk gelen bir vakıasını paylaşmak istiyorum. Alışveriş yapmak için gittiğim Semt Pazarı’nda, gözaltına alınıp, tutuklanmamanın üzerinden yaklaşık sekiz ay geçtikten sonra, benim için karşılığı olmayan bir suç icat edilmiş; bununla da kalmayıp, uydurulan suç üzerinden kamuoyuna teşhir edilmiştim. Güya “Ankara ve çevresinde yütürülen operasyonlar sonucu, yasadışı bir örgütün onu lider kadrodan olmak üzere 200 militanı yakalan(mış)tı”. Dönemin olağanüstü yargısı, Sıkıyönetim Komutanlığı’nın dezenformasyon amaçlı olduğu açık olan bu açıklamasını delil kabul ederek ve başkaca delile de ihtiyaç duymadan, beni 5 yıl ağır hapis, iki yıl Van ilinde genel güvenlik gözetimi cezasına çarptı.

Bu kadarla kalsa iyi! Sonuçta insanlar bir çevrede yaşıyor; aileleri, akrabaları, çocukları, anne ve babaları bulunuyor. Suçlanmakla kalmıyor; yakınlarınızla kurduğunuz dialog da bozuluyor. Sekiz ay boyunca hiç aksatmadan suçsuz olduğuna inanarak ziyaretime gelen babam, bu açıklamanın ardından, “oğlum sen neymişsin, niçin durumunun bu kadar ağır olduğunu bana söylemedin” diye sitem etti. Bereket, izlediği mahkemede, “liderlik” meselesine ilişkin delilleri sormamız karşısında “olağanüstü mahkeme”, bu soruları gereksiz görüp, gazetelerde de yayınlanan Sıkıyönetim Komutanlığı’nın açıklamasını yeterli bulduğunu belirtince babam da bu açıklamanın dezenformasyodan ibaret olduğunu anlamıştı. Kişisel tarihime ilişkin süreçte Hürriyet’in üslendiği rolüyse hiç unutamam; zira Sıkıyönetim Komutanlığı’nın açıklamasını ilk gün yayınladığı gibi, bir hafta sonra, çok büyük bir tesadüf olacak ki, duruşmanın yapılacağı gün de aynı haberi tekrar ederek, suçlayana kanıt oluşturma görevini üstlenmişti.

Toplumun gözündeki mahkumiyet

Bir anekdot daha! Cezaevinden çıktıktan yıllar sonra, çok eski bir mahalle komşumla tesadüfen karşılaştığımda, bana tuhaf tuhaf bakarak, “Sen ne kadar Yüksel Işık’a benziyorsun” demez mi? “O benim” dediğimdeyse, “İmkansız, dedi, senin asılmış olman lazım”. Zira televizyondaki haberde geçen suçlarımı dinleyince oturduğu yerden asılmama hükmetmiş. Eee böyledir; önce, toplumun gözünde mahkum etmek gerekiyor, değil mi?

Savcı’nın bana dair ettiği, “doğru olmasa Hürriyet iki kez yayınlar mı” sözü, Ergenekon operasyonu nedeniyle hep zihnimde tekrar edip duruyor. Kimi gazeteler, operasyon nedeniyle gözaltına alınan zanlıların neyle suçlandıklarını zanlılardan önce öğrenebilecekleri bir duruma gelmişlerse, hukuk da, insan hakları da işlemiyor demektir. Ha bu arada, yıllardır gazetecilik yapan, herşeyi duyan ve gören gazetecilerin, yalnızca ve sadece Ergenekon operasyonu nedeniyle bu kadar özel habere ulaşmaları size de enteresan gelmiyor mu?

Dolayısıyla Ayna’nın işaret ettiği bir “mıntıka temizliği” yapılıyor ve bu temizlik yapılırken, Kuddusi Okkır örneğinde olduğu gibi, kurunun yanında yaş da yanabiliyor. Öte yandan, gözaltına alınma ve yapılan sorgulamadan sonra bırakılma biçimleri, operasyona sansasyon kazandırmak olduğu anlaşılan İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ile birlikte “Her şey çok güzel olacak” sözüne muhatap olan Ufuk Büyükçelebi’nin neyle suçlandığı bilinmiyor. Geriye gazete manşetlerini meşgul eden birkaç soru dışında bir şey kalmadığına göre, savcılık, Mahkemede gazete kupürlerini mi kanıt olarak gösterecek? Tarih, acaba, tekerrür mü ediyor?

Darbecilerin hayatını kararttığı ve elbette darbeciliğe karşı biri olarak, darbe karşıtlığını bayrak edinerek, herkesi suçlama yarışına girenleri uyarmak isterim. Darbe karşıtlığıyla iktidarın zihninde mahkum edilen kişi karşıtlığını birbirine karıştırmayın. Cuma günü açıklanacağı belirtilen iddianamedeki suçlamanın ne olduğuna bir bakın ve sonra da teşhir ettiğiniz kişinin karşılaştığı komşusundan şok etkisi yaratmasına vesile olmayın.

Darbeye şiddetle karşı çıkalım; ancak, darbeciler dahil insanın haklarını savunalım. Farkımız buradadır; aksi halde, tarih, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı nasıl not ettiyse Ergenekon operasyonunu da öyle not edecektir.

(*) gazeteci- yazar

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy6800 = 'isikyukselk' + '@';

addy6800 = addy6800 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text6800 = 'isikyukselk' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

6800 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


ALEVİ HABER AJANSI - 10 Temmuz 2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku