Demokratik Alevi Dernekleri; Muharrem ayı, Munzur Gözeleri’ne peyzaj ve çevre düzenlemesi adı altında ranta açılması, Hacı Bektaşi Veli dergahının müze olması, Hacı Bektaş törenleri ve ödülü, asimilasyon ve Hasret Gültekin heykelinin kaldırılmasından sonra yaşanan tartışmalar gibi Alevilerin gündem maddeleri hakkında 3 günlük çalışması sonucunda yazılı açıklama yaptı.
ZULÜM ALTINDA OLAN HER MEKÂN KERBELADIR
Açıklama şu şekildedir:
“Hak ve hakikat uğrunda, “Bin kere mazlum olsan da bir kere zalim olma,” diyen serdar Hz. Hüseyin’in zalimin zulmüne karşı serden geçtiği Muharrem günlerinde geçiyoruz. Öncelikle canların tutmuş olduğu Muharrem orucu hak katında kabul olsun diyoruz. Hakikat uğrunda yola revan olanların evlatlarının ölümü ile sınandığı, anaların havarlarının gök kubbeye ulaştığı, masum-ı pakların kanlarının Kerbela çölüne aktığı, Fırat nehrinden bir damla suyun esirgendiği zamanların tarihe “Kerbela” olarak yazıldığı günlerin yıl dönümündeyiz. Ve diyoruz ki, zulüm altında olan her mekân kerbeladır, bu zulme karşı hakikat yürüyüşünde bulunan her can, Hüseynî deşti kerbelanın direniş ruhunu yaşatmaktadır. Bu vesile ile Hak ve hakikat uğrunda Kerbela’da Emevi İslam anlayışı tarafından katledilen canların anıları önünde dara durarak, o günden bu güne devam eden Yezit zihniyetine lânet okuyoruz.
HER AN KERBELALAR YENİDEN YAŞATILMAKTADIR
Yaşadığımız demi devranda Kerbelalar devam ediyor. Hakikat aşkının bizleri sınadığı, çoklu kayıp ve kazanımların yoğunca yaşanacağı günlerden geçiyoruz. Farklı coğrafyalarda farklı isimlerle anılan ama aynı hakikati arayan Alevi süreklerine ait kutsal mekânlar, ziyaretler, nişangâhlar, türbeler, dergâhlar, yola talip olan canlar Nehak zihniyet tarafından sürekli zulme uğramaktadır. Canlı yayınlardan, milyonlarca insanın gözlerinin önünde rıza göstermediğimiz hâlde, kutsal mekânlarımız yok edilmekte, Munzur gözeleri peyzaj ve çevre düzenlemesi adı altında ranta açılmakta, doğal yapısından uzaklaştırılmaktadır. Her an Kerbelalar yeniden yaşatılmaktadır. Maalesef bizi üzen de milyonlarca Alevinin yerinde ve zamanında çözüm alıcı müdahalelerde bulunmayarak, iç tartışmalarla, dernek seçimleri ile uğraşarak yaşanan zulme sessiz kalmasıdır.
Bizler biliyoruz ki insan, toplum ve doğaya ait ikrar ve rızalığı esas alan her inanç, her sürek kendi toplumsallığını inşa edip, varlığını, birliğini, dirliğini koruma konusunda başarılı olmuştur, en zor anda dahi olsa, Xızır aklı ile varlığını devam ettirmiştir.
KİŞİLERİN İKBALİ İÇİN ALEVİLİK TAKSİTLE ÖLDÜRÜLMEKTEDİR
Yol cümleden uludur hakikati unutularak, yolun binlerce yıllık kemaleti siyasi parti anlayışlarına, sivil toplum kuruluşlarına, derneklere, derneklerin kongre dönemlerindeki aday yarışlarına, kaba materyalist, pozitivist anlayışlara, siyasi aktörlere, kişilerin ikbal devşirme siyasetine kurban edilmektedir. Bu süreç yine Aleviler ve kurum yöneticileri tarafından yaşatılan bir kültürel soykırımdır ve iç asimilasyondur. En nihayetinde iktidar için, siyaset için, kişilerin ikbali için Alevilik taksitle öldürülmektedir. Binlerce yıldır direnen inanç gerçekliği ile zalimin zulmüne karşı kendini koruyan Aleviler, günümüzde kendilerini Alevilerin resmi temsilcisi olarak kabul eden kurum yöneticileri tarafından hakikatinden uzaklaştırarak iktidara kurban ediliyor.
Zamanı ve mekanı denetim altına alma, bu anlayışla Alevi Bektaşi süreklerini ayrıştırma anlayışı imparatorluklar döneminde başlayarak günümüze kadar devam ediyor. Alevi Bektaşi Dergahlarına, kutsal mekanlarına rıza göstermediğimiz atamaların yapılması siyasetinden birçok dergahımız gibi Hacı Bektaşi Veli dergahı da etkilenmiştir. Başta Alevi Türkmen sürekleri olmak üzere hiçbir süreğin rıza göstermediği atamalar yapılmıştır. Bu süreç Cumhuriyet döneminde “Tekke ve Zaviyeler Yasası” ile farklı bir şekilde devam etmiş, dergâhlarımız kapatılmış, rıza toplumu arayışı yasaklanmıştır.
ASİMİLASYONCU AKLA ALEVÎ KURUMLARININ BİR AN ÖNCE DUR DEMESİ GEREKİYOR
Günümüzde Hacı Bektaşi Veli dergahının, müze olması, kültür turizm bakanlığına bağlı olması, kutsalımıza bilet alarak girmemiz bu zulmün Cumhuriyet döneminde de devam ettiği anlamına gelir. Dergâhın bir an evvel gerçek sahiplerine verilmesi, devletin kutsallarımız üzerindeki yaptırımlarına son vermesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak o zaman Aleviler gerçek laiklikten bahsedebilir, cumhuriyetinde laik olduğu fikri karşılık bulur. Özellikle Hacı Bektaş Veli’yi anma adına düzenlenen, dergahı devlet dairesi haline getiren, inancımızı “resmi tören, seremoni” heline getirerek asimilasyoncu akla Alevilerin, Alevî kurumlarının bir an önce dur demesi gerekiyor. Bu törenlerde mikrofon kapma, gösterişte bulunma, Alevilerin temsilcisi sıfatını kullanma, protokolde yer kapma, kürsüde söz söyleme yarışında bir an önce vazgeçilmeli. O dergahın bir temsilcisi postnişini vardır, Alevî süreklerinin temsilcileri de ocaklarımızdır, pirlerimiz, Mürşitlerimiz, rayberlerimiz ve talip topluluğudur. Bu törene ses çıkarmamak, rıza göstermektir. Alevî Bektaşi dünyasının nereye doğru yol aldığını bilmek, bu bilinçle tavır sergilemek gerekmiyor mu? Önümüzdeki yıl asimilasyoncu bu devlet törenlerine katılım sağlanacak mı? Sağlanacaksa Alevî hakikati dile getirilecek mi?
Hacı Bektaş Veli törenleri için hazırlanan afişte on iki dilimli teslim taşının on üç dilime çıkarılması, Hacı Bektaşi Veli’nin resminin değiştirilmesini nasıl okumalıyız? Teslim taşındaki on iki dilim aynı zamanda on iki imamları temsil ediyor. On üçüncü imam kimdir? Seçilen yeni imam kimler tarafından belirlendi? Devlet törenine katılan Alevi kurumları bu konuda neler söylediler? Yeni bir Alevî- Bektaşi anlayışı ile mi karşı karşıyayız? Susmak zulme ortak olmak değil midir? Hangi Alevi kurumları bu yeni anlayışa rıza göstermiştir?
YENİ İNANÇ MODELİ “Şİİ USULLERİNE UYGUN TÜRK-İSLAM ALEVİLİĞİ SENTEZİ” MİDİR?
Alevi Bektaşi dünyasının aydınları, yol uluları, okuyup yazanları, söz söylemeyi hak bilinenleri, Aleviler adına siyaset yaptığını söyleyenler bu asimilasyonun farkında değiller mi? Hacı Bektaş Veli adına, ilçe belediye başkanı tarafından verilen, “Hacı Bektaş Barış ödülünün” ana muhalefet partisinin Genel Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı eliyle şeriatçı, Şiî anlayışı benimseyen kadın düşmanı bir kuruma verilmesi tehlikesinin farkında değiller mi? Acaba “Cumhuriyetin demokratik laik devlet anlayışı” popülist bir söylem olmaktan öteye değil midir? Ödülü veren bu iki siyasi aktör şahsında Ulus devlet anlayışının yeni inanç modeli “Şii usullerine uygun Türk-İslam Aleviliği sentezi” midir? Düzgün Bawa Cemevine Hasret canımızın heykelinin dikilmesi sürecinde kıyameti koparan, Alevicilik yapan diaspora ve Türkiye’deki Alevi kurumları bu durumu neden sessiz harflerle geçiştirdiler? Kes, kopyala, yapıştır misali hepsi aynı cümleyi kurmaları neyin ifadesidir? Bütün bu yaşananlar Alevileri ayrıştırmak isteyen üst aklın oyunu ise, Alevi kurumları bu aklı ifşa etmek için neler yapmalı? Hangi Alevi kurumları bu aklın değirmenine su taşımaktadır?
ALEVİLİK YAVAŞ YAVAŞ BELEDİYELER ELİYLE DENETİM VE KONTROL ALTINA ALINMAKTADIR
Özellikle son günlerde Alevilerin mütevazı bir şekilde oruç açma erkanını, karşıt İslam’ın “iftar açma” törenlerine indirgemeleri yaşanan asimilasyonun, resmi ideolojinin ne derece Alevi kurumlarını, kurum yöneticilerini esir aldığının somut bir örneğidir. Çeşitli siyasi aktörlerle beraber “iftar açma törenlerinin” artık belediyelerin katkıları ile iftar açma eğlencelerine dönüşeceği ve Alevi kurumlarının buna alet olduğu görülmektedir. Alevilik yavaş yavaş belediyeler eliyle denetim ve kontrol altına alınmaktadır.
Başbakan Tansu Çiller’in döneminde, Diyanet İşleri Başkanı, dönemin Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi (Cem) Başkanı, diğer devlet yetkililerinin bulunduğu, zamanın İran Cumhurbaşkanı ile yapılan özel toplantıda İran Cumhurbaşkanının “Alevileri verin biz Şiîleştirelim ya da siz alın Sünnileştirelim” anlayışı sonuç mu verdi? Bugün Alevilik adına Şiî hattı yaşamsal kılan anlayış ve bu anlayışın savunucuları yine Alevi kurumları içinde devletin resmi siyaseti ile kendilerini var ettiler. Yıllar önce “Aleviliği bekleyen tehlikelerden biri Şiî hattır ve bu hat mevcut Alevi kurumlarından beslenerek ortam bulmuştur,” dediğimizde olmadık söylemlerle itham edildik.
Peki, Türk-İslam sentezi anlayışının ötekileri, oyun bozanları, ‘kâfirleri’ kimlerdir? Son gelişmeler göz önüne alındığında, Alevilerin bu yaşananlardan ders çıkararak, farklı süreklerin el ele vererek, birbirlerine niyaz olup, birlik için hak meydanında dara durma zamanı değil mi? Bugün değilse ne zaman? Yaşananları Xızır aklı ile bilince çıkarıp ruhsal ve bedensel olarak ikrarlaşma, gelecekleri için daha derinlikli düşünme zamanı değil mi? Diyanet İşleri Başkanının elindeki kılıç kimin için ola ki? Kellesi kesilecekler listesinin ilk sırasında Alevilerin olacağını bilmemek ciddi bir akıl yoksunluğu ve tarihten ders çıkarmamaktır.
Şeriata ve Osmanlıya oluşturulan karşıtlıktan dolayı Cumhuriyet dönemi asimilasyonunu görmemek, bu anlayışı “çağdaş, uygar, laik ve demokratik” olarak görmek Alevi aklı ve kemaleti ile ne kadar uyuşmaktadır? Alevi kurumlarının, Alevilik adına söz söyleyenlerin bu yaşananlarla hesaplaşması gerekmiyor mu?
YOLUN HAKİKAT-İ İLE HAREKET EDEMEMENİN NEDENİ NEDİR?
Alevilik tarihi, kültür, inanç, itikat ve doğası ile beraber çarmıha gerildiği bir dönemde neden ortak dil, ruhsal ve bedensel ikrarlaşma ile yolda birlik sağlanmıyor? Neden ayrıştırıcı, itham edici, erkek egemen bir dil kullanılıyor? Neden yola talip olunmuyor? Neden her Alevi Kurumu, yazarı, söz söyleyeni yolu değil de bulunduğu yerden inancı tanımlıyor? Neden en aza razı olmayı kabul ediyorlar? Binlerce yıllık Alevi hakikatini Cemevlerini yapmaya kurban etmek hangi üst aklın ürünüdür. Bunca yaşanmışlık, bunca katliam, bunca ozan ve hakikat arayışçısına rağmen, yolun hakikat-i ile hareket edememenin nedeni nedir?Demokratik Alevi Dernekleri olarak üç günlük bir muhabbetin sonunda zamanın ve mekanın ruhuna uygun olarak, Muharrem ayının vermiş olduğu inanç ve dirençle, her canın kendi özüyle hesaplaşması, kendi darını kurması, tarihi sorumluluklarının farkında olması, ruhsal ve bedensel olarak ikrarlaşması gerektiği belirtildi.
Özellikle Düzgün Bawa’da yaşananlara yönelik bir çalışma yapılması kararı alındı. Demokratik Alevi Dernekleri olarak heykelin dikilmesine rızalık vermeyeceğini söylemesinin dışında, hiçbir aşamasında yer almadı. Ama yaşanan sürece sessiz kalınmayacağı, insanı, doğayı, toplumu ilgilendiren her şeyin kurumumuzu da ilgilendireceği sorumluluğu ve bilinci ile hareket ettik. Bu sorumluluk anlayışı ile, bir peyik grubu oluşturarak, Dersim’deki Alevi ocaklarını ziyaret etme kararı aldık ve şu an itibariyle Ocak ziyaretleri yapılmaktadır.
Başta Kureyşan ocağı pirleri ve talipleri olmak üzere, diğer Ocak Pirleri ile bu Dar- Didar günleri olan Muharrem ayında Düzgün Bawa Kutsal mekanında, kutsalların manevi huzurunda, Hak meydanında bir araya gelmek, Cem olmak. Düzgün Bawa’nın baxtına terkedilen Hasret canımızın heykelinin ve Sivas katliamında Hakka yürüyen canlarımızın isimlerinin de yazılı olduğu bir eserin Hak meydanında çıkacak bir karar ile belirlenen bir yere dikilmesi. Bu sorunun Hak meydanında alınan rızalıkla bir an önce sonlandırılması gerekiyor. Sorunların çözüldüğü, dar Didar olunduğu, yaşanmışlıkların muhasebesinin yapıldığı bir ay olan Muharrem ayının maneviyatı, sorumluluğu, bunu gerektirmektedir.”