Can DÜNDAR : Genco Erkal'la politik tiyatro geri döndü

Can DÜNDAR : Genco Erkal’la politik tiyatro geri döndüAnkara’da Tunus Caddesi’nin nihayetinde, sırtını Akün Sineması’na,...

Can DÜNDAR : Genco Erkal’la politik tiyatro geri döndü

Ankara’da Tunus Caddesi’nin nihayetinde, sırtını Akün Sineması’na, yüzünü Tunalı Hilmi’ye dönmüş emektar bir tiyatro sahnesidir Çağdaş Sahne...
Bizim kuşağı yetiştirmiştir.
Çocukluktan gençliğe geçerken elimizden tutmuş, bizi buluşturmuş, müşfik bir kültür-sanat okulu gibi, görmemiz gereken filmleri, izlememiz gereken oyunları, dinlememiz gereken düşünürleri, “Çağdaş”lığın kalelerini tanıştırmıştır bize birer birer.
Film diye ne gördüysek orada gördük; Fellini’yi, Antonioni’yi, De Sica’yı orada tanıdık.
“Bisiklet Hırsızları”nı, “Leopar”ı, “Masumlar”ı, “Ve Gemi Gidiyor”u o perdede izledik.
Timur Selçuk’u, Cem Karaca’yı orada söyledik.
Onat Kutlar’ı orada dinledik.
Ve Genco Erkal’ı orada tanıdık.

Belgesel tiyatro

1975’te o sahnede “Kerem gibi” yanan oydu.
1980’de sahneye bir “Kafkas Tebeşir Dairesi” çizen o...
Tiyatrosu AST’la yarışırdı. Sahnede Brecht, Gorki, Dimitrov, Haldun Taner, Nâzım...
Toplu seyre gelmiş sendikalar, dernekler, okullar...
Ateşli sloganlarla kesilen, hararetli alkışlarla biten politik oyunlar...
Her şey olduğu gibi sahne de siyasaldı.
Tiyatro bazen bir propaganda zemini, bazen bir ajitasyon vesilesiydi.
Belgesel tiyatroyla da Genco’nun oyun dizilerinde tanışmıştık:
“Havana Dosyası”, “Allende’nin devrilmesi”, “Rosenberg’ler ölmemeli” kampanyası... 12 Mart döneminde AKM’nin kundaklanması...

Çağdaş’ın sonu

80 sonbaharında, ülkeyle birlikte yapraklarını döktü Çağdaş Sahne...
Yanılmıyorsam en son olarak afişinde “Bir Zamanlar Amerika” filmi vardı.
Sonra kapandı.
Filmler bitti. Oyunlar durdu. Konserler sustu.
Tiyatro, televizyona yenildi. Sahneler yaldızlı güldürülere teslim oldu.
“Çağdaş” yıkılmadı ama sahnesi “devletleştirildi.”

Bu dönüş sadece Türkiye’de değil

“Sonra uzun süre insanların içindeki o siyasal dürtü öldü zannettik” diyor Genco Erkal:
“Ama şimdi, belki hiç ölmemişti de biz yakalayamıyorduk diye düşünüyorum.”
İşte o dürtü, yeniden canlanıyor şimdi...
Sadece Türkiye’de değil, Batı’da da...
İngiliz devlet tiyatrosu, Irak’ın işgali üzerine eleştirel bir oyun oynuyor.
Amerika’da Guantanamo işkence üssü ve 11 Eylül’e dair oyunlar sahneleniyor.
Ve Türkiye’de Genco Erkal’ın “Sivas 93”ü tiyatroya nicedir özlediği bir ilgiyi bahşediyor.
Geçen hafta Çağdaş Sahne’nin eski salonunda Genco’yu izlerken “Çağdaş”ın hayatımıza yeniden döndüğünü hissettim.

İbret kumpanyası

Oyun çıkışı bir barda sohbet ediyoruz Genco Erkal’la...
“Sivas katliamında neredeydiniz?” diye soruyorum. Anlatıyor:
“Avignon festivalindeydim. Fransızlar haber verdi. ‘Sizin memleketten kötü haberler geliyor. Bir yangın çıkmış, çok ölü varmış. Çok ünlü bir yazarınız kurtulmuş’ dediler. Hemen Türkiye’ye telefon ettim. Durumu öğrendim. Ama dönene kadar işin vahametini fark edemedim.”
“Ya oyun fikri nasıl doğdu?”
“Her 2 Temmuz’da Cumhuriyet’te yazılar çıkıyordu: ‘Neden sanatçılarımız bu konuda bir şey yapmıyor? Neden bu katliam sinema perdesine, tiyatro sahnesine yansıtılmıyor’ diye...
Hep hak veriyordum ama yazar olmadığım için bekliyordum.
Geçen yaz, kendim denemeye karar verdim. ‘Beceremezsem bırakırım’ dedim. İçine girdikçe heyecanlandım. 1000 sayfalık mahkeme tutanaklarını, tanıkların anılarını, katledilenlerin kitaplarını, öykülerini, şiirlerini okudum. Sonra Sivas’a dair ne varsa topladım.”

Fazıl’ın müziği

O aşamada konuşmuştuk kendisiyle...
Geçen yaz projeden bahsetmiş, Sivas üzerine yaptığım belgeseli ve ham görüntüleri istemişti.
Projeyi duyar duymaz heyecanlanmıştım. Daha sonra Fazıl Say’ın “Nâzım” belgeseli için yaptığı müzikleri istedi.
O belgeselde Genco, Fazıl ve ben birlikte çalışmıştık.
Şiirleri Genco okumuştu. O aşamada müzikleri de dinlemişti.
Orada Nâzım’ın şiirine eşlik eden notaların, şimdi Sivas yangınını belgelemesini istiyordu.

Oyun değil, iddianame

Sivas’ın görüntüleri ve Fazıl’ın müziği, oyuna bambaşka bir gerçeklik duygusu kazandırmış.
Oyun değil sanki; oyun şeklinde yazılmış bir iddianame bu...
Bir yargılama tutanağı...
İzleyeni hüzünlendiren, dehşete sürükleyen, korkutan, ağlatan, utandıran bir canlandırma...
“Bizim ora işi” bir hançer, yüreğinize saplanıp kalıyor.
Seyirci soluksuz izliyor ve finalde boğazı düğüm düğüm ayakta alkışlıyor.
Sivas’ta katledilenlerin aileleri bir otobüsle gelmişler prömiyere:
“Çok ağladık ama sonuçta kendimizi iyi hissettik” demiş Lütfiye Aydın; “Çünkü unutulduğumuzu sanıyorduk, bize sahip çıktınız, yalnız olmadığımızı hissettik.”

Boş koltuk yok

İki ay içinde 40 oyun oynamışlar; Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de, Aydın’da...
Bir gün olsun, tek bir koltuk bile boş kalmamış.
“Uzun zamandır böyle bir şey görmemiştik” diyor Erkal...
En son 90’larda “Simyacı”da benzer bir başarıyı yakalamış ama onda, romanın popülaritesi büyük rol oynamış.
“Şimdiki iklimin de payı olsa gerek” diyorum; onaylıyor.
Son siyasal gelişmelerle Sivas yeniden güncelleşti; daha da önem, anlam kazandı.

Sivas’a gidecek

Oyun sonbaharda Avrupa turnesine çıkacak.
Sonra Adana, Mersin, Antep’e gidecek. Çorum, Malatya, Maraş gibi yakın geçmişin olaylı kentlerine de gidip oynayacaklar.
“Ya Sivas?”
“Engellenmezsek oraya da gideceğiz” diyor Genco...
Tiyatro turnesinden öte bir şey bu...
Bir ibret kumpanyası...

Sahnedeki yargıç

Bazı insanlar özel koruma altında korumalı diye hissediyorum bazen...
Kişisel yeteneklerinden değil sadece; onunla birlikte, hatta daha çok, şimdilerde şu “duruş” denilen tavrı becerebildiklerinden...
Herkesin hızla irtifa kaybettiği bir devirde sağlam durmayı başarabildiklerinden...
Genco Erkal onlardan biri...
Geçen senelerin ve “yoğun hava kirliliği”nin bozamadığı bir tavrı, sessiz bir kararlılık, inat ve özgüvenle sürdürüyor.
Toplumsal sorumluluk duygusu ile sanatından taviz vermeden yürüyor.
Buna zarar verebileceğini hissettiği her şeyden, reklamlardan, dizilerden, ucuz vodvillerden, gündelik polemiklerden uzak duruyor.
Kaç kişi sayabiliriz ki onun türdeşi?..
Sivas’ta sahneyi perdeye katarak, gerçekle oyunu yoğurarak, sahnedeki beş-altı kişiden 50-60 bin kişi yaratarak oynuyor.
İnanılmaz bir enerjiyle koşturuyor sahnede... Ağaran saçları uçuşuyor spotlar altında...
Sesi bir yükseliyor, bir alçalıyor; dalgalanıyor. Tanıdığımız vurgularıyla esler vererek, heyecanlanıp öfkelenerek konuşuyor.
Savcıların, yargıçların, medyanın yapmadığını, yapamadığını yapıyor:
Sahnesini bir mahkemeye dönüştürüyor.
Yargılıyor.
Kurban o sanki; davacı da, yargıç da, savcı da...
Oynayarak “Yargılama ve cezalandırma hakkı”nı kullanıyor.
Ateşten bir tuzakta boğulmuş yoldaşlarının hesabını soruyor.

Can Dündar

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy82941 = 'can.dundar' + '@';

addy82941 = addy82941 + 'e-kolay' + '.' + 'net';

var addy_text82941 = 'can.dundar' + '@' + 'e-kolay' + '.' + 'net';

( '' );

82941 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


MİLLİYET - 16 Mart 2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku