Cafer KARATEPE : Dayaklı terbiye

Cafer KARATEPE : Dayaklı terbiye    Burak Tibar. Şişli Endüstri Meslek Liseli öğrencisi. 15-16 yaşlarında. İnce dalan, bıyıkları...

Cafer KARATEPE : Dayaklı terbiye  
 
Burak Tibar. Şişli Endüstri Meslek Liseli öğrencisi. 15-16 yaşlarında. İnce dalan, bıyıkları yeni terlemiş. Yüzünün esmer sarılığından eksik beslendiği belli. Babasını 6 yıl önce kaybetmiş. Derste cep telefonunun saatine bakıyor. Bunu gören Din Kültürü ve Ahlak dersi öğretmeni, ‘Çık dışarı!’ diye azarlıyor. Öğrenci ‘neden hocam?’ demeye kalmıyor iddiaya göre öğretmen çocuğa saldırıyor; kafasını yumrukluyor, boğazını sıkarak yere yatırıyor, rastgele tekmeliyor. Öğrenci acile kaldırılıyor. İdrarından kan geliyor, nefes alamıyor vs.

İnternete girip “dayakçı öğretmen! yazarak arama yaparsanız benzer yüzlerce örneğini görebilirsiniz. İşin ilginç yanı dayak konusunda Din kültürü ve Ahlak Dersi öğretmenlerinin başı çekmesi ve daha çok alevi ailelerinin çocuklarının dayak yemesi. Bunda bu öğretmenlerin eğitimde (yani terbiyede) muhafazakar eğilimleri daha çok temsil etmesi yatıyor olabilir. Kim bilir belki AKP iktidarı onları cesaretlendirmiştir.

Dayak bir fikri, bir kuralı, bir davranışı, bir inanışı, bir görüşü, vb zorla kabul ettirmek için muhatabı sonu ölümü kadar varan dövme olayıdır ki, tokat, tekme, yumruk gibi organlarla yapılabildiği gibi cop, sopa, taş vb gibi araçlar da kullanılır.

Dayak bir toplumdaki hakim ideolojinin zorla benimsetilmesinin, iktidar ilişkilerinin sürdürülmesinin en önemli araçlarından birisidir. Dayak özünde biat ettirmeye dayanır ki çocuk daha doğar doğmaz başlanır işe. Ağlayan, huysuzlanan, altını ıslatan bebek dayakla susturulur, uslu uslu oturması sağlanır, altını ıslatmaması öğretilir. Daha 3-5 yaşlarında neden yalan söyledin, diye dövülür. Çocuk yalanı kendisi icat etmez; ya dayak korkusundan söyler ya da çevresindekilerden öğrenmiştir. Çocuğun yanında her gün onlarca yalan söyleyen büyükler çocuğun kendilerine yalan söylemesini hoş görmezler. Sinemaya gittiğini söylerse dayak yiyeceğini bilen çocuk arkadaşıma gittim, der.

Çocuk için aile, kalın demirlerle çevrili bir kafes gibidir. Aileye şekil veren ideoloji, otorite çocuğa da aynen geçirilecektir. Aile nasıl düşünüyor, nasıl davranıyor, nasıl yaşıyorsa vb. çocuk da aynı olmak zorundadır. Örneğin aile dindar ise çocuk daha konuşmayı öğrenir öğrenmez kendisine besmele çekmesi, elerini havaya kaldırarak dua etmesi, yavaş yavaş namaz sureleri öğretilir. Kızsa başını örtmesi, erkekse büyüklerle namaza gidip gelmesi sağlanır. Aile Atatürkçü bir aile ise bu kez çocuğa önce Atatürk, bayrak gibi kavramlar öğretilir, küçük şiirler belletilir. Sol değerleri benimsemiş bir ailede çocuk emeğe saygılı, üretken, tüketimden sakınacak biçimde yetiştirilmeye çalışılır. Vb.

Yani çocuk ilköğretim çağına kadar içinde bulunduğu ailenin şeklini alır. Bu şekil alma ikna yöntemiyle olduğu gibi kimi durumlarda dayak yöntemiyle olur. Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötek’tir diyen şairin sözünü bu kadar çok içselleştirmemiz nedensiz değildir.

Genelde ailelerimiz ister eğitimli, ister eğitimsiz olsun çağdaş çocuk eğitimi konusunda yetersiz oldukları için çocukla baş edemedikleri durumlarda çoğu dayağa başvururlar.

Çocuğun ilköğretime başlamasıyla çocuğa dayak atanlara bir yenisi eklenir: Öğretmen. Daha düne kadar babalar öğretmene ‘eti senin, kemiği benim’ diye çocuklarını teslim ederlerdi. Bu düşüncede olan baba sayısı hala tahmin edemeyeceğimiz kadar fazla. Okullardaki dayak olaylarının dışarıya yansımamasının bir nedeni budur; bir diğer nedeni de velinin kendisini çaresiz hissetmesidir.

Öğretmenin asıl görevi resmi ideoloji, buna bağlı egemenlik ve üretim ilişkilerini daha küçük yaşlarda çocuğun belleğine kazımaktır. Öğretmen ne kadar bilinçli olursa olsun mutlaka bir şekilde bu ideolojiye alet edilir. Sabah çocuklara andımızı okutmak zorundadır örneğin. Eline verilen resmi tarih kitabını okutacaktır vs.

Öğretmenin öğrencilerine tavrını en çok belirleyen iki bileşenden birisi kendisinin o öğretim basamaklarından geçerken edindiği deneyimler, diğeri de öğretmen yetiştiren okullarda edindiği formasyondur. Kendisinin öğrenci yıllarında edindiği deneyimler bellidir: Ezbercilik, otoriteye tam itaat ve tek tipçilik. Uymayana dayak, disiplin. Bugün ilköğretim, ortaöğretim hatta yüksek öğretimdeki ezberciliğin kaynağında otoriteye boyun eğdirme yatmaktadır. Ezber hiçbir sorgulama yapmadan bellenilen, istendiğinde tekrarlanan bilgi ya da anlamsız şeylerdir. Öğretmenin görevi eline verilen programlardaki bilgilerin çocuğa aktarılmasıdır. Aktarma işini yeterince yapamayan öğretmen başarısız sayılır. Böyle durumlarda öğretmen, öğretmenlerinin kendisine yaptığını yapar; yani döver. Öğrenciler çocuk olsun, yeni yetme olsun, genç olsun; istiklal marşı söylenirken hazır ol vaziyetinde durmadı, öğretmenine dışarıda selam vermedi, arkadaşına mektup yazdı, ödevini yapmadı, dersi dinlemedi, arkadaşıyla dövüştü, okuldan kaçıp sinemaya gitti, ceketini düğmelemedi, sıraya girmedi, etek boyu bir santim kısa vs. diye dövülür.

Genç eğer şansı varsa üniversiteye gider; ama dayak burada da peşini bırakmaz. Kuşkusuz bu kez dayakçılar doğrudan hocalar değildir. Sıraya polis ve polisin kullandığı sivil yardımcıları girer. Ailesinde, okullarda otoriteye biat etmesini öğrenmeyeni protesto yürüyüşlerinde, karakollarda polis copu beklemektedir. Polisin ulaşamadığı durumlarda bıçaklı tabancalı sivil güçler devreye sokulur.

Savaşların insan kalabalığı ile değil de teknoloji ile savaşıldığı şu dönemde 70 milyonu geçmiş bir ülkede her genci askere almanın altında yatan mantık gene aynıdır: Otoriteye biat.

Eğer o yaşa kadar otoriteye biat konusunda tereddüdü olanlar varsa askerde onların tereddütleri giderilir. Askerlikte anlamsız bir hareketin binlerce kez yinelenmesinde ezber-otorite ilişkisi bir kez daha üretilerek dolaşıma sokulur. Bizde askerlik yapmayanların adamdan sayılmayacağına dair değer yargısının sorgulanmadan kabul edilmesi askerliğin biat etmedeki önemini vurgular.

Camilerimiz sadece ibadet edilen yerler değildir; buraları aynı zamanda mevcut ideolojinin ve üretim ilişkilerinin sürekli üretildikleri yerlerdir.

Bu kadar eğitimden geçmiş bir kişi hala ‘terbiye’ edilemediyse, mahalle baskısından (yani bütün bu eğitimlerden başarı ile geçmiş insanların baskısı) da etkilenmiyorsa kendi bileceği iştir. Bu kez gene kurulu düzeni yani mevcut ideolojiyi, üretim ve iktidar ilişkilerini korumakla görevli mahkemeler çıkar karşısına, yani adalet! Artık oradan zor sıyırır paçayı, ya biat etmesini öğrenir, ya da hapislerde çürütülür ya da bir şekilde yok edilir. Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.

İşte biz, hepimiz yukarıda anlattığım aile, okul, üniversite, askerlik, cami, sokak, hapishane gibi basamaklardan geçerek ‘ergin’ birer insan oluyoruz. Günümüz medyası bu basamakların hemen hepsinin etkisini birkaç kat artırıyor. Nasıl ailemizin dini dışındaki bir dine inanmamız kolay değilse, mevcut düzenin bize verdiği şeklin dışına da kolayına çıkamıyor; dünyayı, olayları o düzenin sahiplerinin istediği gibi yorumlamaya çalışıyoruz. Bir bayrak yırtma provokasyonunda linç’e çıkan insanlara, gayri Müslimleri öldüren, öldürten, katilleri koruyanlara vb gibilere bu terbiye basamaklarından bakmamız gerekir.

Cafer Karatepe

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy66171 = 'karacafer' + '@';

addy66171 = addy66171 + 'hotmail' + '.' + 'com';

var addy_text66171 = 'karacafer' + '@' + 'hotmail' + '.' + 'com';

( '' );

66171 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


www.sendika.org - 19.01.2008

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku