Anımsarsınız, bir aralar, bundan birkaç yıl önce bir “Ulema” modası çıkmıştı. Birileri durup durup, “Ulema’ya soralım” ya da “Ulema ne der acaba?” gibilerden laflar atıyorlardı ortalığa. Sonraları, birden, bıçakla kesilir gibi “Ulema” konusu kapandı. Ya birileri kar suyu kaçırmıştı kulaklara ya da Ulema’cı kardeşlerimiz, “Aman şimdi sırası değil, Ulema’yı-Mulema’yı çıkarmayın ortalığa,” demişlerdi de Ulemaseverler birden Üç Maymunlar’ı oynamaya başlamışlardı.
Ulema, “Âlim” in çoğuluydu, biliyordum. Ama tam sözlük karşılığını bilmiyordum. Mustafa Nihat Özün’ün “Osmanlıca-Türkçe Sözlük” üne (İstanbul, İnkılâp Kitapevi, 8. baskı, 1989) baktım. Şöyle yazıyordu karşılığında: “İlmiye mensupları. Müderris ve kadılık yolunda olup özel kıyafetleri bulunanlar.” Bilirsiniz, müderris, medreselerde ders verenlerdir. Kadılar da şeriat yargıçları. Yani medrese hocasıyla şeriat yargıcı çok önemli konularda karar verecekler…
Bir de özel giysileri varmış… 2007 Eylülünde bir aylığına İstanbul’a gitmiştim. AKP’lilerin Maliye Bakanı’nın adamlarına yazar olduğumu tanıtlamak için Fatih sokaklarını arşınlamıştım. Yok yok, Fatih Sultan Mehmet’in türbesine gidip, “Ey Fatih Hazretleri, sen İstanbulluları Bizanslılardan kurtardın. N’olur ruhun bir kıyak yapsın da, beni Kemal Unakıtan’ın adamlarının zulmünden kurtar,” diye dua etmek için değil. Başka şeyden oradaydım… İşte o günlerde Çarşamba semtini de görmek istedim. Fotoğraflarda görmüştüm, takkeleriyle, cübbeleriyle birtakım adamlar dolaşıyordu. Allah bilir , “Ulema” onlardı. Yakından göreyim, nasıl oluyor bu yaratıklar, diye düşündüm. Ama arkadaşlarım engelledi, “Seni hallederler,” diye. Neyse göremedim o ucubeleri…
Şimdi gün onların. Türban yerleşti, arkasından ulema da gelir. Fethullah Gülen , “Halife” olarak Topkapı Sarayı’na oturmadan önce Ulema yerleşir topraklarımıza… Bazı şeyleri fena halde merak ettiğim için, geleceğin Ulema’sına birkaç şey sormak istiyorum. Aslında yüzlerce var, ama şimdilik birkaç tanesi yeter…
Birinci sorum: İktidarda olanlar, yabancılar, yani Hristiyanlar, Museviler daha çok kazansın diye onların vergilerini düşürmeye çalışırken, Türkiye’deki Müslüman esnafa baskı üstüne baskı uyguluyor, ayrıca müslüman emekçilere kan kusturuyor. Siz Ulema’sınız, bilirsiniz, İslamiyet’e nasıl sığıyor bu?
Bir diğer sorum: “Helal gıda” diye bir şey çıkardılar. Peki, bu Helal gıda’yı üretecek olanların, bu işe yatırdıkları para haramsa, işte bu gıda nasıl helal olacak?
Bir başka sorum: AKP’lilerin cumhurunun Başkanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünisa Gül, 500 Euro’ya kırmızı tabanlı bir pabuç almıştı, Türk halkı açlık altında inlerken, iktidarın “Kömür, fasulye, pirinç, çay, şeker” sadakasına muhtaç kaldığı bir ortamda. Bu lüks ayakkabıyı elleriyle yapanlar domuz eti yiyor. Şöyle ya da böyle domuz eti bulaşmış oluyor. Bu ayakkabıyı giymek bazı şeyleri bozmuyor mu?
Bir yeni sorum: Bilet kalpazanları, sahte faturacılar, trilyonlarca liralık yolsuzlukta adları geçenler kendilerini kurtarmak için her yolu deniyorlar. Ama öte yandan, örneğin cep telefonu çalanlar hapse mahkûm ediliyor. Bu çelişki Allah’ın adaletinin hangi bölümünde yer alıyor?
Bir başka sorum: Basit anlatımıyla, kızlarımıza-kadınlarımıza taktırılan türbanla, onları erkeklerden korumak, erkekleri de “Tahrik olma” gibi tehlikelerden kurtarmak amacı güdülüyormuş. Müslüman erkeklerimiz bu denli mi uçkuruna egemen değil?
Ve özel bir sorum: Türbanı sadece Musevi ve Hıristiyan rahibeler kullanıyormuş. Şimdi ben, türbanlı bir kız ya da kadını görüp de yanından geçerken istavroz çıkarsam, o en tepedeki makam nezdinde itibarlı bir kişi sayılır mıyım?
Siz Ulema’sınız, beni aydınlatırsınız, sanırım. Daha yığınla sorum var ama şimdilik yeter bu kadarı…
Bülent Habora / EVRENSEL HAYAT - 6 Nisan 2008