Bugün benim doğum günümmüş, o halde özümü Dar'a çekeyim!

Kazım Eroğlu

-O HALDE ÖZÜMÜ BİR DARA ÇEKEYİM-
Sevgili anamın anlattığına göre, aslında benim doğum günüm bugün değil, ekinlerin boy attığı bir bahar günüymüş ( Doğum günümü bundan sonra kutlayacaklara şimdiden hatırlatayım dedim!) Anam tarlada ekinin otlarını ayıkladığı (keğan alma derler) bir çalışma esnasında doğum sancısı çekmeye başlayınca apar-topar köye getirirler ve bende o taşkalada köyde kerpiç bir dam içinde zor zahmet dünyaya gelmişim. Bizim analar işte böyle çocuk doğurur! Analarımız çalışmaktan başlarını biran olsun kaldırmazlarmış- bu anaların emeği ödeşilmez vallah! Benden önce bir çocuk doğumdan sonra ölmüş. Haliyle ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelmenin avantajını ben kullanmışım. İlk olmanın avantajını anlatmama gerek yok; el bebek gül bebek- ne kadar oluyorsa köy yerinde- yeni bir çocuk olana kadar öylece büyümüşüz.
64 yıllık yaşantımın çocukluk dönemi köyde geçti. Ortaokulu ilçemiz Arguvan’da okudum. Lise eğitiminin başlamasıyla köyden kopmaya ve şehirlere yerleşmeye başlıyoruz. Bizim kırsal kesimlerin iktisadi yapısı büyük oranda küçük ölçekli arpa, buğday tarımı ve hayvancılığa dayanan susuz aile işletmeleridir ve çoğunlukla kendi kendine yeterli olmaz. Dolayısıyla köyler sürekli dışarıya göç vermiştir. Babamın 68’de Almanya’ya çalışmaya gitmesi ailemizin geçim şartlarını iyileştirmişti; bundan dolayı da maddi olarak pek bir sıkıntı yaşadığımızı söyleyemem. Aksine bazı durumlar doğrusu beni sıkıyor, utandırıyordu diyebilirim; yani diğer çocuklardan farklı giyinmek, farklı yemek yeme gibi haller. Belli ki ta çocukluk döneminden beri “EŞİTLİK” denilen fenomen ruhumuza işlemiş, işletilmiş. Köyde herkesin “MÜSAHİP KARDEŞ”i vardı, “CEM” yapılırdı; itikat, dayanışma, paylaşım… ne güzel günlerdi diyorum.
70’ler siyasal çalkantı dönemi. Denizlerin idamına hem ağlamış hem öfkelenmiştim. Büyükler diyordu ki “Oğlum bunlar İmam Hüseyin’in süreğini devam ettirenlerdir ”. Kerbela’daki Hüseyin’in direnmesi Türkiye’ye taşınmıştı. Hüseyin…Atatürk… Deniz…Mahir…İbrahim… Bağımsızlık, Devrim, Sosyalizm…Yürüdük aşkın seliyle. Yürüdük arkamıza bakmadan...Yürüdük gençlik ateşinin delicoş çağında…
Haksızlığa tahammülüm yoktu; baskı altına alınmaya, insan katliamlarına dayanamazdım, ülkem yağmalanıyordu seyredemezdim, işçiler sömürülüyordu bana ne diyemezdim. Bu ülkede bu kara düzen değişmeli diyordum; herkes eşit olmalı diyordum; insanlar; Türkler, Kürtler, Araplar, Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Lazlar, Çerkezler… eşit olmalı diyordum. Tüm halklar, ülkeler eşit olmalı diyordum. Sınıflar kalkmalı, silahlar yok edilmeli, sınırlar yıkılmalı, tüm insanlık bir ve kardeş olmalı diyordum. Bunu demenin bir bedeli var diyorlardı. Onu biliyorum, var ise var, diyordum. Öyleyse gel dediler… Demir parmaklık kör pencere…
Nice yiğitler; Pir Sultanlar, Bedreddinler, Denizler, Mahirler, İbrahimler ödememiş miydi bedel! Tabiki biz de gerekirse ödemeliydik bir bedel!…Ne olacaktı ki üniversiteyi bitiripte! Bırakmıyorlardı ki insanları insanca yaşamaya. Faşizme geçit vermemeliydik, bedelse bedel!

“Sen yanmasan
ben yanmasam
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye
Bağır…Bağır…Bağıyorduk!...

Türkiye devrimci sürecinde bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi içinde olanlar mutlaka bir bedel ödemiştir. Ben de bu mücadele içinde bir bedel ödedim; ama hayatlarıyla onca bedel ödeyen yiğit yoldaşların yanında bizimkisinin lafı mı olur! Bundan utanırım kendi adıma.
Dostlar! Bizim orada derler ki; “En büyük günah kul hakkıdır; öbür dünyaya kul hakkıyla gitmeyeceksin”. 64 yıllık hayatımda kimsenin üzerimde bir hakkının olmadığını düşünürüm; çünkü ne kimsenin hakkı olanı çaldım ne de hukukunu çiğnedim. Ülkemin, İnsanlığın ve doğanın üzerimde bir hakkının olup olmadığını sorarsanız derim ki; ülkeme, insanlığa ve doğaya hiçbir zaman ihanet etmedim; ama eğer bir hak iddiaları olursa ülkemin bağımsızlığı için, insanlığın kurtuluşu için ve doğanın özgürlüğü için belki yeterli çaba sarf edemediğimdendir.
Hayat çok çabuk geçiyor. Sorun biraz daha yaşamak değil aslolan ONURLU YAŞAMAKTIR. Geçen ömrümüzde insan kalabilmişsek ve gelecekte de insan olarak kalabilirsek ne mutlu bize.
Ben kendimi dara çektiğimde kendi kendime RIZALIK verebilirim. Umarım ülkemin güzel insanları ve siz değerli dostlar ve dili olmayan bizi var eden doğa da benden RAZIdır.
Benim doğum günümü paylaşan ya da paylaşamayan tüm dostlara teşekkür ederim. Sevgili dostlar, bizlerin gerçek doğum günü ülkemizin ve halkımızın, dahası tüm insanlığın kurtuluş günüdür. Biz asıl o zaman doğacağız ve o zaman kutlayacağız doğuşumuzu!
Ülkemizin ve halklarımızın özgür ve mutlu aydınlık geleceği içinde kimsenin bir bedel ödemeyeceği insanca bir yaşam geçirmeniz dileğimle sizlere gönül dolusu selamlar, sevgiler ve saygılar.


Kazım Eroğlu