Kimsesiz iki insan vardı, biri evsiz-barksız ve köyümüzdeki çocukların çok kızdırdığı için şimdilerde buna çok üzüldüğüm Hassoğ dayı ve Eymirdeki akrabalarının yanına her gitmek isteğinde Salman dedemin yanına gelip, yola çıkıp çıkmama konusunu dedeme danışan bir kolu sakat olan gariban bir Heyriye'miz vardı.
Soluk soluğa kapımızın önüne kadar gelip çağıllara oturup anama ''şiştim Tamam'' diyerek nefes almakta ne kadar zorlandığını anlatan Mamoş dayı ve çok güçlü bir insan olarak anımsadığım ve birgün kızı örgülü saçlı Elif ablamızı yanına alıp İstanbulun yolunu tutan Hanım bibi vardı.
Kulakları iyi duymayan ve elindeki bastonuyla tek başına köyde ve köyün bahçe arası yollarında dolaşan Şevked dayı ve televizyona 'Tırabızon' diyen, aklına geleni hesapsızca söyleyen ve hayat mücadelesinde saçını süpürge ettiğini düşündüğüm Sultan bibi vardı.
Bağ ve bahçesinin her bir yanı özenle düzenlenmiş, budanmış, kesilmiş ve çevrilmiş, elini değidirdiği her işi son derece özenerek yapan usta Besseyn oğlu Hüseyin dayı ve yine köyümüzün güçlü kadınlarından Sultan bibi vardı.
Aklımın yettiği dönemde her seçimde rakipsiz köyümüzün muhtarı olan, engin ve mütevazi kişiliğiyle aklımda yer edinen, son derece sevip saygı duyduğum Sami dayı ve vefat haberini duyduğumda çocuk aklımla çok üzülüp köyün harman yerine doğru koştuğumu anımsadığım ve nazarımda adeta dağ gibi güçlü ve kuvvetli biri olarak anımsadığım Gülende bibi vardı.
Çocuklarının üzerine titreyen ve Bozanın bence en çalışkan ismi olan, adı gibi Kamil olan ve akşamları Dedemin yanına en çok uğrayan isimlerin başında gelen Kamil dayı ve hayatını ev ve bağ-bahçe işlerine adamış Emey bibi vardı. O zamanlar köy harmanında top oynama hevesinde olan gençler Kamil dayının futbol oynamalarına yerine çalışmaya götürmesinden dolayı hep sitem ederlerdi. Çünkü Kamil dayının oğullarıy olmayınca 2-3 topçu eksik olurlardı.
Hızlı konuşması, şakacı, sevecen yapısı aklımda yer edinen ve herkesin çok sevdiği ve şakalaştığı Emmög dayı vardı.
Gidişini hala kabul etmek istemediğim, vefatına kendi öz akrabalarımdan daha çok üzüldüğüm, insanı ayrı güzelliklere taşıyan doyumsuz anlatımını, sohbetini ve sofrasını tüm Bozanla ve Arguvanla paylaşan efsane muhtarımız ve canımız Aleysan abi vardı.
Kendisiyle yaşadığım ve unutmadığım kısa bir anımı anlatmak istiyorum: Aleysan abi köy önünde okulumuzun karşısındaki kayısı bahçesine bir islim damı yaparken birkaç gün kendisine yardım etmiştim. O zamanlar yaşım 17 idi. Bana 'ula Deniz var mı bir sevdiğin, sana alalım' dedi. Bende o tarihlerde ortaokuldan sınıf arkadaşım Arguvanlı bir kıza aşıktım.
Kendisiyle yaşadığım ve unutmadığım kısa bir anımı anlatmak istiyorum: Aleysan abi köy önünde okulumuzun karşısındaki kayısı bahçesine bir islim damı yaparken birkaç gün kendisine yardım etmiştim. O zamanlar yaşım 17 idi. Bana 'ula Deniz var mı bir sevdiğin, sana alalım' dedi. Bende o tarihlerde ortaokuldan sınıf arkadaşım Arguvanlı bir kıza aşıktım.
Dedim ki ''He abi var birisi''
Dedi 'kimdir, Arguvanlıysa köyünü ve babasının adını bana söyle.''
Kızın köyünü ve babasının adını söyledim.
Evlenmek için çok erken olduğunu söylesemde Aleysan abi ben daha 17 yaşında olsamda, beni evermeyi kafaya taktı :)
'Vay babam vay... babası benim av arkadaşımdır, yarın gidip sana alıyoruz. Vermezse evini basıp kaçıracağız' dedi...
Dedi 'kimdir, Arguvanlıysa köyünü ve babasının adını bana söyle.''
Kızın köyünü ve babasının adını söyledim.
Evlenmek için çok erken olduğunu söylesemde Aleysan abi ben daha 17 yaşında olsamda, beni evermeyi kafaya taktı :)
'Vay babam vay... babası benim av arkadaşımdır, yarın gidip sana alıyoruz. Vermezse evini basıp kaçıracağız' dedi...
'Gizli saklı kaçırma yok, evi basarak kaçıracağız' dedi.
Bahçeden köye döndük, köyde tek onun evinde olan telefona sarıldı, Malatyadaki babam ve annemi aradı ve onlara dedi ki ''Hıdır abi yarına bir çiçek, bir tepside tatlı alın gelin, Denize kız alacağız'
Babam gil tabi şok geçirmişler.
Babam gil ertesi sabah erkenden arabayla gelip bana ''Buradaki pılını pırtını topla derhal Malatyaya gidiyorsun'' dediler. Bizim kız alma hikayemiz benim çok sevdiğim köyümde geçen güzel günlerimin sonunu getirdi.
Bahçeden köye döndük, köyde tek onun evinde olan telefona sarıldı, Malatyadaki babam ve annemi aradı ve onlara dedi ki ''Hıdır abi yarına bir çiçek, bir tepside tatlı alın gelin, Denize kız alacağız'
Babam gil tabi şok geçirmişler.
Babam gil ertesi sabah erkenden arabayla gelip bana ''Buradaki pılını pırtını topla derhal Malatyaya gidiyorsun'' dediler. Bizim kız alma hikayemiz benim çok sevdiğim köyümde geçen güzel günlerimin sonunu getirdi.
Arada bir Malatyadan gelen ve bacağının birinin kesik olmasını hep çok merak ettiğim ama hala bilmediğim ve dedem ve Tamam anamın 'akrabamızdır' diye devamlı tembihledikleri ve Türkçeyi çok iyi konuştuğunu anımsadığım, dere tepe gezip adeta köy hasreti gideren Avni dayı vardı.
Köyümüzün yukarısında oturan ve kapılarının önünde çıkan kaynak suyundan bol bol içtiğimiz, aklımda hep omuzunda kürekle bağ bahçe işlerine koşturan Memmed Mustafa dayı ve vefatını anımsadığım ama simasını maalesef unuttuğum Zeynep bibi vardı.
Köyde hayatını kaybettiğini anımsadığım ilk insan olan -evlerinin odasında sırtı Kamil dayı gilin eve dönük makatta oturduğu halini anımsadığım- Gülağa dayının anası Döndü bibi vardı.
Köyümüzün karşısında yoktan varettiği bağı ve bahçesiyle ne kadar emektar ve çalışkan olduğunu ispatlamış olan ve maalesef çok erken yaşta aramızdan ayrılan Veysel dayı vardı.
Çermede iş kazası geçirdikten sonra eşeğinin üzerinde Çerme'den gelip kapımızın önünden geçtiğinde herzaman ki gibi değildi. Normal olarak her geçişinde bizlere sevgi dolu birşeyler derdi ama bu kez hiç ses etmeden, iki büklüm geçişini unutmadığım Memmed Ali küğrem ile Bozandaki kadınları tansiyon ölçme cihazıyla tanıştırdığını anımsadığım Zezey küğrem ve her 'gurban' dediğinde hissedebilen için net insanın en saf, yalansız, samimi, temiz ve yalın hali olan Happa küğrem vardı.
Malatyadan her köye gelişinde köyümüzde coşkuyla karşılanan ve saygı gören,hitabı ve varlığıyla ağırlığını hissettiren, kimselerden korkmayan Tamam anamın bile çekindiğini düşündüğüm tek isimdi. Keskin ses tonu ve hitabı hala aklımda yer edinmiş olan komiser Musa Köse dayı vardı. Musa dayı köye her gelişinde müthiş saygı gören, mesleki görevine rağmen Malatyadaki devrimci gençleri koruyup kolladığı destan gibi anlatılan bir değerimizdi.
Bükülmüş beliyle hayatının sonuna kadar çalışan ve bir kızılbaş dedesini andıran bıyıklarını oldu bitti çok sevdiğim, doğal Dedem gibi gördüğüm Celal dayı ve melek gibi bir varlık olan Fındıh bibi vardı.
'Sahiplenmek ve değer vermek nedir?' diye sorsalar aklıma köye her geldiğimde yaşlı Tamam anama yük olmayayım diye beni evlerinde kahvaltıya çağıran, banyo ihtiyacımı karşılamam için merdivenlerinin altındaki banyosunu benim için hazırlayan ve sevgi dolu bir yürekle bana herzaman 'küçüğüm' diye hitap eden Arife bibi vardı.
'Sahiplenmek ve değer vermek nedir?' diye sorsalar aklıma köye her geldiğimde yaşlı Tamam anama yük olmayayım diye beni evlerinde kahvaltıya çağıran, banyo ihtiyacımı karşılamam için merdivenlerinin altındaki banyosunu benim için hazırlayan ve sevgi dolu bir yürekle bana herzaman 'küçüğüm' diye hitap eden Arife bibi vardı.
Kapılarının önünde hep yüzü güneşe çevrili oturan Hasan Hüseyin dayının anası, adı gibi güzel, kendi güzel, yumuşak yüzlü, sevgi dolu Hanım bibi vardı.
Ana tarafından Eymirli oluşumumuzdan dolayı ayrıca bir yakınlık gösterdiğini hep hissettiğim, herzaman halimizi hatırımızı soran, konuşurken sevgi dolu gözlerle bizlere bakan, gözleri hep gülen Zeynep bibi vardı.
En yakın komşularımız ve çocukluk arkadaşlarım Mahire ve Tahirenin emektar ve cefakar anaları Kürt kızı Şaarban (Şehriban) bibi vardı.
90 küsür yaşlarındaki ve gözleri görmeyen haliyle, torunları Tahire ve Mahire ile oynadığımızda yerde oturur hali aklımda yer edinmiş Hıdır Mansur dayının anası Sultan bibi vardı.
Kendi kardeşinin yetim çocuklarını, üvey evladı olan babamı, üvey torunu olan ben ve kardeşimde dahil sahip çıkıp besleyip büyüttüğü sahipsiz ve yetim sayısı bilinmeyen ve 'sevgi emektir, sahiplenmeketir' sözünün ete kemiğe bürünmüş örneği olan canımdan çok sevip saydığım ve oğluma adını verdiğim Salman dedem vardı.
Birimizi 3 aylıkken diğerimizi 40 günlükken (ben ve kardeşimi) alıp gözü gibi koruyup büyüten, hiç kimselerden korkusu olmayan, ömrümden alıp ömrüne verilmesini çok dilediğim, kendisine birgün dahi sahip çıkamadığımız yiğit ve tırnağımıza taş değse canı yanan Tamam anam vardı.
Tamam anamla birçok kavgasına şahit olduğum halde beni sevdiğini hissettiğim ve benimde sevdiğim, çocuklarına ne kadar düşkün olduğunu gözümün önünde evlerine girmiş olan kara bir yılanı oğlunu korumak için eline aldığı ayakkabıyla öldürerek gösteren yiğit ama kimsesiz-sahipsiz Gülay yengem vardı.
Dedem Salman Aydoğdu'nun tek öz evladı olan ve çocukluk ve gençlik yıllarımda babam kadar çok sevip saydığım ama annemin vefatı sonrası gelişen süreçten dolayı küs olduğumuz ve ayrıldığımız Abdullah emmim vardı.
Birimizi 3 aylıkken diğerimizi 40 günlükken (ben ve kardeşimi) alıp gözü gibi koruyup büyüten, hiç kimselerden korkusu olmayan, ömrümden alıp ömrüne verilmesini çok dilediğim, kendisine birgün dahi sahip çıkamadığımız yiğit ve tırnağımıza taş değse canı yanan Tamam anam vardı.
Tamam anamla birçok kavgasına şahit olduğum halde beni sevdiğini hissettiğim ve benimde sevdiğim, çocuklarına ne kadar düşkün olduğunu gözümün önünde evlerine girmiş olan kara bir yılanı oğlunu korumak için eline aldığı ayakkabıyla öldürerek gösteren yiğit ama kimsesiz-sahipsiz Gülay yengem vardı.
Dedem Salman Aydoğdu'nun tek öz evladı olan ve çocukluk ve gençlik yıllarımda babam kadar çok sevip saydığım ama annemin vefatı sonrası gelişen süreçten dolayı küs olduğumuz ve ayrıldığımız Abdullah emmim vardı.
En son bir yaz izninde gördüğüm ve bir daha göremeyebileceğimi düşünerek sarılıp vedalaştığım, ustalığı ve insanlığıyla bilinen ve bende yer edinmiş olan Sadık dayı vardı.
Ebem ne zaman hiç sevmediğim herle yaptığında, herleyi beğenmeyip elimi askılı bahçivan kot pantolonumun cebime sokup paşa paşa evlerine gittiğim ve daha 5-6 yaşlarındaki beni büyük bir adam gibi agırlayan, sofrasına konuk eden 'adamına göre palan dikerim' lafının sahibi komşumuz Nazım dayı ile narin yapılı ve sessiz Mercen bibi vardı.
Bir sabah tüm ailece köyden göçüp gittiklerini anımsadığım ve evlerinin kapısı arada sırada köye kalaycı geldiğinde açıldığını anımsadığım Akkide dayı giller vardı.
Kimselere zararı dokunmayan ve köyümüze ayrı bir güzellik ve özellik katan ve bize sıkça gelen Hasanoğ dayı vardı.
Burada Hasanoğ dayıyla ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum; sene sanırsam 1994 idi, Tamam anam bana dedi ki 'gurban bu Hasanoğ iyice gudurmuş, bana dedi ki Tamam sende yaloğuzsun bende, gel aynı evde durak''. Bunun üzerine bende Tamam anamı kızdırmak için dedim ki ''Ana çok güzel olur, yine bir dedem olur, kabul et'' dedim. Bunu duyan Tamam anam bu kez Hasanoğ dayıyı unutup bana verip veriştirmişti.
Burada Hasanoğ dayıyla ilgili bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum; sene sanırsam 1994 idi, Tamam anam bana dedi ki 'gurban bu Hasanoğ iyice gudurmuş, bana dedi ki Tamam sende yaloğuzsun bende, gel aynı evde durak''. Bunun üzerine bende Tamam anamı kızdırmak için dedim ki ''Ana çok güzel olur, yine bir dedem olur, kabul et'' dedim. Bunu duyan Tamam anam bu kez Hasanoğ dayıyı unutup bana verip veriştirmişti.
Aklımda hep sitem eder hali yer edinmiş olan ve bizim eve sık sık gelen yufka yürekli körüseynin Yusuf dayı ve çok kez evlerinde bulunduğum ve tüm oğullarının bizleri, bizlerinde kendilerini çok sevdiğimiz, kardeşimle sofrasında çok kez yediğimiz-içtiğimiz Sultan bibi vardı.
Hiç abartmadan söylüyorum; köye sanki emekli olup dönerek yerleşmiş eğitimli bir çift gibi gördüğüm Fayık dayı ve Tamam anamın bize her zaman 'akrabamızdır' diye bana tembih ettiği yumuşak yüzlü ve sevgi dolu yüreği konuşmasına ve her sözcüğüne yansıyan Zeynep bibi vardı.
Aklım yettiği ilk zamanlarda hasta olduğunu anımsadığım ve oldukça zayıf bir bünyeye sahip olduğunu bildiğim Eğirtmen dayı ve evinin işlerine koşturan Hatun bibi vardı.
Her konuşmamızda ve hal hatır edişimizde tavrı ve davranışıyla karşısındakine 'daha nasıl çok ilgi ve önem gösterebilim' hissi veren, insancıl mahçubiyetiyle ne kadar engin ve duygusal bir yapıya sahip olduğunu düşündüğim Münire abla vardı.
Her konuşmamızda ve hal hatır edişimizde tavrı ve davranışıyla karşısındakine 'daha nasıl çok ilgi ve önem gösterebilim' hissi veren, insancıl mahçubiyetiyle ne kadar engin ve duygusal bir yapıya sahip olduğunu düşündüğim Münire abla vardı.
Hayatını kaybettiğinde 'Ölüm için çok erken değil mi?' diye kendimce hayatı ve ölümü ilk kez sorguladığımı anımsadığım ve aklımda ince yapısıyla yer edinmiş olan Feyzi dayı ve köyümüzün meydanında Gurutdaşlı otobüscülere Mamanlı otobüscüler saldırdığında yiğitce araya girip Gurutdaşlıları koruduğu aklıma yazılmış olan ve yine Tamam anamın 'akrabamızdır' diye bizi tembihlediği yumuşak yüzlü, sevecen Zöhre bibi vardı.
Durmaksızın hep işlerinin peşinde koşan, köyümüzün en uzun boylusu Hümmet dayı ile ev işlerine koşturan kızıl kınalı saçları aklıma kazınmış olan Hacöğ bibi vardı.
Güttüğü sürüsüyle kapımızın önünden geçen, her geçişinde nazımız geçtiği için şavlanıp koyunlarının sırtına bindiğimizde ses etmeyen, başımızı okşayan arzının oğlu Hüseyin dayı ve hayatın yaşattığı zorlukların adeta yüzüne işlenmiş yiğit ve emektar Hatem bibi vardı.
Çok erken kaybettiğimizi düşündüğüm, ince uzun boyu ve zayıf bünyesiyle aklımda yer edinen, herkesle iyi geçinen Kemal dayı ve yüreği pamuk gibi olan ve bizlere ve herkese canı gönülden 'gurban' diye hitap eden çok sevdiğim Fatik bibi vardı.
'Köyde bana okulumu ve derslerimi en çok kim sormuş olabilir?' diye tüm Bozanlılara sorsam belkide herkesin en son tahmin edeceği bir isimdi o.
Kulağı iyi duymayan, lafını esirgemeyen, taş gibi bünyesi var denilen, kış aylarında kapımız önünde akan Bozan deresine agzını dayayıp buz gibi soğuk suyunu içen kapı komşumuz Mürteze dayı ve evinin odaları arasında mekik dokuyan emektar Yeter bibi vardı.
Almanyadan geri dönüş yapan ve hem Malatyada hem köyümüzde dönemsel yaşayan ve en küçük oğluna Maradona deyip çok sevdiğimiz Muharrem dayı vardı.
Bir insan bu kadar sade, düzgün, zararsız, kinsiz olabilir mi diye sorulsa 'evet olabilir, işte köylümüz Gülağa dayı' diyebilirim. Hayatı hiç kimselere kem söz etmeden hep işinde gücünde ve ailesi ile geçti.
.......
Bu yazdıklarım Bozanlı küçük bir çocuğun 4-10 yaşları arası köy izlenimleridir.
Benim nazarımda her biri son derece değerli olan köyümün insanları arasında hayatta olmayanlar hakkında aklımda yer edilenleri kısaca yazmaya çalıştım. İstedim ki hem çocukları ve torunları okusun hemde beraber yad edelim.
Feodal yanım çok güçlüdür ve bundan asla gocunmam.
Beni ben yapan yer köyümdür ve bu yazdığım hayatta olmayan ve yazmadığım hayattaki güzel insanlarımızdır.
Hiçbirisinden tek bir kötülük görmedim, olumsuz hiçbir tecrübe edinmedim.
Köyde herkes dayımızdı, bibimizdi, abimiz, ablamız ve kardeşimizdi.
O günlere duyduğum özlemim asla azalmadı.
Bugün var yarın yokuz, öldüğümde tüm işe yarar organlarımı bağışlayacağım, kalan bedenimin yakılıp küllerim bağlama eşliğinde ''İşte gidiyorum çeşmi siyahım' türküsüyle rüzgarın köyüme doğru estiği bir havada karşıdaki tepeden rüzgarlara teslim edilmesini vasiyet ettim.
'Memleket; ne insanın doğduğu yerdir, ne doyduğu yerdir, memleket insanın çocukluğunu geçirdiği yerdir' demiş şair.
Ricamdır: Lütfen kimse ne az yazmama, ne çok yazmama nede eksik yazmama gocunmasın ve gücenmesin. Çocuktum, bu yazıya döktüklerimi gördüm, hissettim, algıladım, aklım bu kadarına yetiyordu, dilim bu kadarını anlatmaya yetti. Eksik ve yanlışımda olabilir, insanları bu kadar gözlemleyebildim, bu kadar tanıyabildim, malum çoğunu daha ben çocukken kaybettik.
Deniz Çamur
08.01.2024