İSMET BERKAN / RADİKAL
Oral Çalışlar’ın ‘Aleviler Ne İstiyor?’ dizisini okuyorum iki haftadır. Bu dini azınlık grubunun bugün dahil çekmekte olduğu eziyeti, dışlanmayı, ayrımcılığı çok iyi ifade ediyor Alevi cemaatlerinin önde gelenleri ama iş ‘Sizin için ideal bir hayat nasıl olurdu, neyin nasıl olmasını istersiniz?’ sorusuna gelince çatallanıyor.
Bir sorunun çözüm yolları konusunda farklı farklı görüşler olması da kaçınılmaz bir şey, bunu anlayabiliyorum. Ama anlayamadığım, daha doğrusu anlamakta epey güçlük çektiğim şey, devletin ders kitaplarında Aleviliği hakkınca anlatması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Aleviliği tanıması ve mesela Cem Evleri’nde din hizmeti veren ‘dede’lere maaş ödemesi halinde sorunların çözüleceğinin düşünülmesi.
Ben tam tersi görüşteyim. Alevilik, bizdeki laiklik uygulamasının dini pratikte yol açtığı ‘devletin dine hükmetmesi’ anlayışının dışında gelişmiş, kendini modern zamana ve şehirleşmeye uyarlamış ve kendi kendine sekülerleşmiş, yani dünyevileşmiş bir dini anlayış.
Tam da bu sebeple, yani uzunca bir zamandan beri devlet boyunduruğunun (ve elbette imkanlarının da) dışında kalmış olması, kendi gelişimini tamamen sivil ananevi bir biçimde sürdürmüş olması sebebiyle, bu anlayışın bundan sonra da sürmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yani Alevilik, Diyanet’le veya şunla bunla hiç ilişkiye geçilmeden, hiçbir yere bağlanılmadan sürdürülebilir bir dini anlayış.
Bana kalırsa Alevi toplumu, mücadelesini kendi etnik-dini kimliklerinin kabulü, Cem Evleri’nin yasalar önünde ‘ibadethane’ olarak tescil edilip diğer bütün ibadethanelerle aynı imkanlara (elektrik ve suya para vermemek) sahip olabilmesi ve hepsinden önemlisi bu Cem Evleri’nin cemaatleri veya dernekleri tarafından yönetilmesinin sağlanması yönünde sürdürmeli.
Bu mücadele, özellikle son maddesi nedeniyle, Türkiye’deki mevcut laiklik uygulamasıyla taban tabana çelişiyor, o yüzden de Aleviler’in yolu uzun ve zorlu.
Ama unutmayın, Aleviliğin sivil bir dini anlayış olarak, tamamen devletin dışında gelişmesi, zaten gelenekle de uyumlu. Ve tam da bu yüzden, Alevi cemaat temsilcileri, başlarından geçen en zorlu olayın Atatürk döneminde tekke ve zaviyelerin kapatılması olduğunu söylüyorlar.
Şimdi Alevi toplumunun ciddi bir şansı da var: Türkiye, Avrupa Birliği ile ‘dini örgütlenme özgürlüğü’ alanında tam da bu çatışmayı yaşıyor. Türkiye’ye yerleşen Alman, Hollandalı gibi topluluklar burada kendi kiliselerini açmak ve daha da önemlisi bu kiliseleri kendi cemaatleri eliyle yönetmek istiyorlar. Yani sivil bir dini anlayış istiyorlar; çünkü başka türlüsünü bilmiyorlar.
Buna karşılık bizim yasalarımız, Anayasa aracılığıyla güvence altına alınan ‘Devrim Kanunları’ nedeniyle, kimseye bu imkanı vermiyor. Devlet kendi yasasıyla cemaatlerin camileri, cemevlerini veya kiliseleri yönetmesine izin vermediği gibi sünni islam anlayışı dışında kalan inanç gruplarının ve dinlerin bu yöndeki taleplerini da karşılamıyor.
Ama AB süreci içinde ister istemez bu yönde ilerleme sağlayacağız. En azından Avrupa’da yaşayan Türklerin din ihtiyaçları nasıl karşılanıyorsa, biz de burada yaşayan Avrupalılara ve bu arada Aleviler başta olmak üzere cemaatlere aynı imkanı sağlayacağız.
Türkiye eninde sonunda tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununu konuşacak. Bu konuşmayı AKP gibi bir siyasi geçmişten gelen bir partinin başlatmasındansa her zaman barışçı bir dil kullanmış, her zaman Atatürk’e bağlı kalmış Aleviler’in başlatması, sanki siyaseten daha doğru olur.
İSMET BERKAN
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy25112 = 'ismet.berkan' + '@';
addy25112 = addy25112 + 'radikal' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
var addy_text25112 = 'ismet.berkan' + '@' + 'radikal' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
( '' );
25112 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
RADİKAL - 22 Kasım 2008