Soner Yalçın, 'Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı'nda İslamcı çevreler tarafından yıllardır tekrarlanan, bazı İslamcı olmayan yazarlar tarafından ise son yıllarda keşfedilen rivayetleri ve dedikoduları bir araya getiriyor
Türk Dil Kurumu komplo teorisi için "Bir kimse, kuruluş veya ülkeye karşı gizlice, zarar verici tuzak kurulduğu varsayımına dayanan düşüncelerin tümü" diyor. Yetersiz bir tanım olduğu açıktır. Buradan yola çıkarak ABD'nin Ortadoğu'da karıştırdığı haltlardan bahsedenlerle uzaylıların dünyayı yönettiklerini iddia edenleri ayırmak son derece zordur.
Ama komplo teorilerini tanımlama sorunu sadece Türk Dil Kurumu'na ait değildir. Konu hakkında yapılan tartışmalara bakıldığında hemen herkesin kendi bulunduğu yerin ihtiyaçlarına göre bir tarif yaptığı görülecektir. Bir metne ne zaman ve hangi ölçülere göre komplo teorisi deneceği meselesi karışıktır. Bu karışıklıktan dolayı metinleri tasnif için farklı bir yol izlemek gerekmektedir.
Tam bu noktada bir metnin işlevleri önem kazanmaktadır. Komplo teorilerinin gerek müptelaları gerekse de üreticileri açısından çeşitli işlevleri olduğu bilinmektedir. Herhangi bir metni söz konusu işlevler açısından incelemek onun komplo teorisi olup olmadığını anlamanın en kolay yollarından birisidir. Söz konusu işlevler bir metnin komplo teorisi olup olmadığını anlamak için adeta turnasol kâğıdı görevini görmektedirler.
Soner Yalçın'ın Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı isimli yeni kitabında yazdıklarını bu çerçeve içerisinde değerlendirmek son derece aydınlatıcıdır. Yalçın, kitabında bazı İslamcı çevreler tarafından yıllardır tekrarlanan, bazı İslamcı olmayan yazarlar tarafından ise son yıllarda keşfedilen rivayetleri ve dedikoduları bir araya getiriyor. Bütün bu tevatüre işlevler açısından bakıldığında çıkan sonuç açıktır. Turnasol kâğıdı kızarıyor. Buna göre Soner Yalçın'ın yazdıkları komplo teorilerinden ibarettir.
Müptelalar açısından işlevler
Batıdaki komplo teorisyenlerine göre dünya üzerindeki kötüleri Yahudiler temsil ediyor. Kırılma noktası burasıdır. Bu rivayetlere göre Yahudiler tuhaf bir tarihi refleks ve irade birliğine sahiptirler. Bütün kötülüklere başka hiçbir kavme benzemeyen Yahudiler neden oluyorlar. Emperyalizm mi, onu da yöneten Yahudiler ve müttefikleridir.
Soner Yalçın'ın tasvir ettiği 'Sabetayist' tipi Batı'daki komplo teorilerinde kullanılan Yahudi figürünün kopyasıdır. Yalçın'a bakılırsa Türkiye'deki kuru yapraklar bile yerlerinden kımıldamak için Sabetayistlerden izin almaktadırlar. Yalçın'a göre Sabetayistler çizgi roman kahramanlarına benziyorlar. Her yere giriyorlar, herkesi değiştiriyorlar ama hiç değişmiyorlar. Yalçın'ın Sabetayistlerde olduğunu düşündüğü bu metafizik irade ve örgütlenme anlayışı aslında Yahudiler hakkında hoş olmayan duygular beslemeye giden yolun da başlangıcıdır. İnsanların 'genleri' ile ticaret arasında bir ilişki olduğunu düşünen Yalçın'ın bahsi geçen yolda ilk adımları atmaya başladığı söylenebilir.
Komplo teorilerinin gücü basitliğindedir. Basitlik yöntemde de kendisini gösteriyor. Komplo teorilerinde gidişat olaylardan komploya değil komplodan olaylara doğrudur. Bir komplonun varlığı önkabul olarak alındığında her türden olayı ve bağlantıyı bu sözde komployla ilişkilendirmek mümkün hale geliyor. Bundan sonrası çocuk oyuncağıdır. Toplumsal olayların birden fazla nedeni olabileceği gerçeği görmezden geliniyor ve belli bir grup bütün olayların tek faili ilan ediliyor.
Yalçın'ın tarih kurgusu da bu basitliğe uygundur. Buna göre tarihimizdeki Vaka-i Hayriyye'den Cumhuriyet Devrimi'ne kadar bütün toplumsal olaylar Hıristiyan-Yahudi çekişmesinin sonucudur. Nitekim Yalçın ilk kitabında da Kıbrıs sorununun asıl nedeninin Yahudi-Rum çekişmesi olduğunu ileri sürmüştü. Yalçın'a göre Yeniçeri Ocağı ilk Müslüman-Türk sermaye birikimini sağlıyor. Rumların gözden düşmesiyle güçlenen Ermeniler Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasını ve yerine Nizamıcedid'in almasını istiyorlar. Yahudiler ise bu duruma karşıdırlar. Böylelikle Yahudi-Bektaşi ittifakının bir başka adımı daha atılıyor. 16. yüzyıldan itibaren Yahudiler ve Müslümanların ittifakı Ermeni-Rum sermayesine karşıdır. Yahudi sermayesiyle iç içe olan Yeniçeri Ocağı bu yüzden kapatılıyor. Hıristiyan sermayesi öne geçiyor. Yahudiler, Bektaşi Türkler ve tabii Sabetayistler ise iktidarı İttihat Terakki adı altında örgütlenerek tekrar ele geçiriyorlar. Bu kadarla da kalmıyor. Aynı unsurlar cumhuriyeti kuruyorlar ve mübadele ile Hıristiyanlardan intikam alıyorlar.
Yalçın'ın araladığı giz perdesi sayesinde artık yakın tarihimizi anlamak çok daha kolaydır. Bu tarihte emperyalizm, ABD, toplumsal mücadeleler gibi kafa karıştırıcı şeylere yer yoktur. Kim kimin çocuğu ve kim kimin elini tuttuya bakmak yeterlidir. Bu türden bir tarih analizinin Güneydeki 'beachler'de ve mahalle kahvelerinde çok tutacağı bellidir.
Sola ve Alevilere düşmanlık
Komplo teorilerinin her zaman siyasi işlevleri vardır. Komplo teorilerini üretenler bu rivayetleri geniş kitleleri belli siyasi hedeflere karşı harekete geçirmek için kullanıyorlar. Toplumsal kriz dönemlerinde komplo teorileri ile geniş kitleleri yönlendirmek ve yönetmek mümkündür. Bu konuda en başarılı örneği 'Siyon Protokolleri' ile Nazilerin verdiği biliniyor.
Türkiye'deki gerici çevreler de komplo teorileriyle siyasi nedenlerle ilgilenmektedirler. Saçma sapan iddialarla İttihat Terakki'den Kemalistlere kadar Türkiye'nin bütün ilerici birikimini, sosyalistleri ve Alevileri 'Sabetayist' ilan ediyorlar. Bu tür metinlerde Mithat Paşa, Halide Edip, Talat Paşa, Hasan Âli Yücel, Nâzım Hikmet, Mehmet Ali Aybar gibi isimlerin ikide bir tekrarlanmasının nedeni budur. Türkiye'nin bu büyük birikimi kerameti kendinden menkul soyağaçları yardımıyla ülkenin bugünkü halinden sorumlu olanlarla ya da üç beş asalakla aynı kefeye konmak isteniyor. Yalçın'ın yaptığı geniş kitleleri Cumhuriyet Devrimi'ne ve sola karşı yönlendirmeye çalışan bu dedikoduların yeniden servis edilmesinden ibarettir.
Ortaçağda sınıf mücadeleleri dinsel bir görünüm altında ortaya çıkıyorlar. Tektanrılı dinler feodalizmi kutsadıkları için halk yığınları söz konusu dinlerin batınî yorumlarına sarılıyorlar.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman köylülerin sıkıntıları ve talepleri aynıdır; bu yüzden isyanlarını ifade eden dinsel bayraklar da birbirine benziyor. Ama komplo teorisyenlerine göre bu benzerlik toplumsal olayların sonucu değil nedenidir.
Yalçın bu iddialardan yola çıkarak Yahudilik, Alevilik, Bektaşilik ve Mevlevilik arasında hayali ilişkiler kurguluyor. Arada kantarın topuzunu kaçırdığı da oluyor. Yalçın'ın Vahdet-i Vücud'dan bahsederken birden Karl Marx'a geçmesi bundandır. Bolca faydalandığı internet sayfalarını hazırlayan meczuplardan fazla etkilendiği anlaşılıyor. Bu etki yüzünden Sabetay Sevi'nin yolundan yürüyen Jakob Frank ve müritlerinin Fransız Devrimi'nde oynadıkları rol ve Yahudilerin Aydınlanma'daki etkileri hakkında bir sürü 'araştırmacı emek' harcandığını söylüyor. Doğrudur. Meczupluk bu coğrafyaya has bir şey değildir. Batı'da Jan Van Helsing türü Neo Nazilerin bu konularda bir sürü kitabı bulunuyor.
Günah keçisi aramak
Komplo teorilerinin bir başka işlevi de günah keçisi yaratmak ve kötü gidişatı açıklamakla ilgilidir. Komplo teorisyenleri bu türden rivayetlerle mensup oldukları grupların nezdinde hem geçmişlerini temizliyorlar hem de yaptıkları yanlışların cezalarından kurtuluyorlar.
Türkiye'deki gerici çevreler komplo teorilerini kendi emperyalizmle iç içe geçmiş tarihlerini ibra etmek için kullanıyorlar. Yalçın'ın da söz konusu çevreleri sütten çıkmış ak kaşık gibi tasvir etmesi manalıdır.
6-7 Eylül Olayları mı? Zamanın hükümeti komünistleri sorumlu tutmuştu; Yalçın ise Sabetayistlere işaret etmektedir. Tan gazetesinin basılması mı? Sabetayistlerin Kapancı ve Karakaş kolları arasındaki hesaplaşmanın sonucudur. Soner Yalçın'ın bir sonraki kitabında Kanlı Pazar'ın gerçekleştirilmesinde de bir Yahudi parmağı bulacağı kesin gibidir.
Yalçın'ın İslami literatürdeki İbn Sebe rivayetlerine gönderme yapması günah keçisi yaratma işlevine güzel bir örnektir. Geçmişte yaygın olan bu rivayetlere göre bir Yahudi dönmesi olan İbni Sebe İslam'a İsrailiyat'ı sokmuştur. İsrailiyat ise dindeki bütün bozulmaların nedenidir. Bugün birçok İslamcı çevre tarafından ciddiye alınmayan bu rivayetlerde gizli anlamlar arayan Yalçın'a göre gizli Yahudiler Arap düşmanı bir İslamiyet yaymaya, yani İslamı tahrif etmeye çalışmaktadırlar. Yalçın, İslam'daki bütün reform denemelerinin nedeni olarak Yahudileri ve Sabetayistleri görmektedir. Bu denemelerin başında Cumhuriyet Devrimi ve laikliğin geldiği açıktır.
Soner Yalçın yeni kitabında Sabetaycı avını genişleterek sürdürmektedir. İşin içine bu kez İslamcı çevreler ve AKP'de girmiştir. Bu durum meseleye değişik bir boyut kazandırmaktadır. Yalçın'ın zikrettiği isimlerin gerçek kökenlerini bilmek hem gereksiz hem de imkânsızdır. Ama anlatılanlardan ve üsluptan bu isimlerin çeşitli siyasi hesaplaşmaların sonucunda ortaya atıldıkları söylenebilir. Yalçın böylesi bir iç hesaplaşmanın yine komplo teorisi biçiminde tezahür eden argümanlarını okuyucuya 'araştırma' diye sunmaktadır.
Dünyayı açıklamak için soyağaçlarına ihtiyaç duyanların kendi aralarındaki iç hesaplaşmalarda da aynı yöntemi kullanmaları, yaşadıkları her türlü olumsuzluğun faturasını aralarındaki bazı 'kanı bozuklara' çıkarmaya çalışmaları eşyanın tabiatına uygundur. Emperyalizmi kavrayamayanlar kendi içlerinden çıkan işbirlikçileri de yerli yerine oturtamamaktadırlar. AKP'nin önde gelen isimlerinin ABD ve İsrail karşısında takındıkları tavrın nedeni soyağaçlarında değil bu teorileri üretenlerin de mensubu olduğu Türkiye'deki gericiliğin yapısında gizlidir.
Nereden nerelere geldik!
Aaron Kandiyoti'nin şeyhlerini tanımak Nakşibendiliğin son yüzyıldaki sürecini göstermek zorunda kaldık.
Ama atlamayalım: "Necmettin Erbakan ile Üzeyir Garih niye dosttular?" sorusu yanıtını henüz bulmuş değil. Bu konuda biraz daha bilgiye ihtiyacımız var.
Üzeyir Garih'in babası Ezra Garih, Küçük Hüseyin Efendi'den sonra Abdülaziz Bekkine Efendi'ye "bağlanmış"mıydı? Kuşkusuz, evet.
Peki, Erbakan ve Garih'i yakınlaştıran bu bağlantı olabilir mi?..
Yani üniversitede değil, dergâhta mı tanışmışlardı? Çünkü yakınlıkları, okul arkadaşlığını aşıyor gibi... İpuçlarına ihtiyacımız var...
Üzeyir Garih, cebinde hep Cevşen duası taşıyordu.
Farsça asıllı olduğu kabul edilen "cevşen" kelimesi "zırh, savaş elbisesi" anlamına geliyor. Şiî kaynaklarında Ehl-i Beyt tarikiyle Hz. Peygamber'e isnat edilen, "Cevşen-i Kebir" ve "Cevşen-i Sagir" denilen iki duanın ortak adıydı.
Bu duayı okuyan veya yazılı olarak üzerinde bulunduran kimsenin, dünyada her türlü beladan korunduğu gibi, Allah'la kendisi arasında perde kalmayacağına ve bütün isteklerinin yerine getirileceğine inanılıyor. Kitaptan
BEYAZ MÜSLÜMANLARIN BÜYÜK SIRRI Efendi 2
Soner Yalçın, Doğan Kitap, 2006, 506 sayfa, 19 YTL.
İLÜSTRASYON: ESER YAZICI
HALUK HEPKON / RADİKAL KİTAP - 18.08.2006