Bir İpte Birkaç Cambaz

Bir İpte Birkaç CambazFehmi SALIKKim demiş “İki cambaz bir ipte oynamaz?”Ülke sahnesinde bir oyun sergileniyor bugünlerde. Oyunun...

Bir İpte Birkaç Cambaz

Fehmi SALIK

Kim demiş “İki cambaz bir ipte oynamaz?

Ülke sahnesinde bir oyun sergileniyor bugünlerde. Oyunun adı, perdenin üstüne abece’nin büyükleriyle kazılmış:

“SİYASAL İSLAMCILARLA STATÜKOCULARIN RANT SAVAŞI”

Oyuncuların öyle ahım şahım kostümlerine bakmayın siz; söylemlerine, tutumlarına kulak kabartıp iyice tanık olduğunuzda göreceksiniz ki üççeyrek yüzyıldır dişe/tırnağa dokunur bir değişiklik olmamıştır gerçekte. Replik yarışında aktörlerin birbirlerine söyledikleri, öyle yenilir yutulur gibi değil.

Sahneye çıkma sırasıyla ilgilenen kondüvit, kimdir, necidir, nerde oturur; dini/mezhebi, uyruğu bilinmez pek; ama sahneye kimleri süreceğini iyi becerir.

Sahneye çıkanlar, kondüvite yakışmak, ona yaranmak için ellerinden geleni artlarına koymazlar; jestlerini en iyi biçimde, mimiklerini kusursuz yapmaya çalışırlar.

Oyunda asıl yönetim, rejisöre bağlıdır; rejisör de tıpkı kondüvit gibi perde arkasındadır; sırdır hep; ama rolleri aktörlere, ya da aktrislere nasıl dağıtacağını iyi bilir o da.
 
Bir görünmez daha vardır; o da suflördür. Kim rolünde yanlış yaparsa, anında müdahale etmek, onun görevidir.

Seyirciler de hep “yaşa, varol” diye bağıran, şakşakçılığa alıştırılmış halklarımızdır.

Alkıştan, bağırmadan söz açılınca yıllar önce okuduğum yaşanmış bir olayı anımsadım hemen:

Güneydoğu illerimizden birinde kürsüde Adnan Menderes konuşmaktadır. Dinleyiciler arasında yaşlı bir amca, avazı çıktığı kadar bağırır:

“Ya/ ya/ ya; şa/ şa/ şa; İsmet Paşa çok yaşa!”
 
Bu bağırmayı Kürtçe yapar elbet.
 
Amcanın yanındaki genç, dayanamaz:
 
“Bu konuşan İsmet Paşa değil, Menderes’tir”
der.

Yaşlı amca, anadiliyle yanıtı yapıştırır hemen:

“Ne fark eder, ha Alo, ha kel Alo…”
 
İşin burasında anısı önünde saygıyla eğildiğim, zamanımızın Pir Sultan’ı, aile dostum, yoldaşım Mahzuni’nin bir dörtlüğünü de burada söylemeden geçemeyeceğim:

“Al birini vur birine
Koydu bizi hiç yerine
Vay boyunuz devrileydi
İnandık körü körüne…”

Gerek o yaşlı amcanın, gerekse rahmetli Mahzuni’nin o günkü söylemleri, günümüz cambazlarına tutulmuş dupduru birer aynadır diye düşünüyorum.

O ünlü sözü şöyle değiştirip söylersek, yanılır mıyız acaba:

“Bunca uzun bir süreçte, Türkiye coğrafyasının tümünde değişen bir şey yok…”

Seyirci olarak senaryonun içeriğine eğilelim biraz da:

Şimdiye dek 80 maddesi değiştirilen bu 12 Eylül Anayasası’nın şu son değişiklikleri de gerçekleşse, değişen ne olacak?

Kürt’ün, Türk’ün, diğer etnik kökenlilerin, işçilerin, emekçilerin yarasına merhem sürülebilecek mi?

İnanç alanında Alevilerin istemlerine yanıt verilebilecek mi?

Bayrak örtülü tabutların sayısı azalacak, bu alanda yapılan göstermelik törenler son bulacak mı?

Siyasi liderlerin sultası sona erecek, halkların gerçek temsilcileri Meclis’e girebilecek mi?

İşsizlik yüzünden evine ekmek götüremediği için canına kıyıp kendilerini asanların sayısı azalacak mı?

Söyler misiniz bana ne değişecek?

Sürekli hep ‘altta kalanlar’, doğrulup kalkabilecek mi?

12 Eylül’ün faşist generali yargılanabilecek mi?

Adalet sağlanabilecek; eşitlik, demokrasi sözcükleri sözlüğümüze girebilecek mi?

İşçiye/memura toplu sözleşme, grev hakkı tanınabilecek mi?

Anayasalar, bir “uzlaşma metni” değil midir? Öngörülen bu değişiklik, bir uzlaşma sonucu oluşturulup da öyle mi çıkılmaktadır halkın huzuruna?

Sekiz yıldır tek başına iktidarda bulunan bir parti, bu süreç içinde neden geçici 15. maddeyi kaldırma yiğitliğini gösteremedi?

Bu değişikliğin bir aldatmaca, bir göz boyama olduğu apaçık ortada değil mi?

Bu değişiklik, iktidarın, gelecekte bir hesap verememe, yaptıklarıyla yüzleşememe korkusundan kaynaklanmıyor mu?

Şu anda bu değişikliği isteyenler, “Minareyi çalan, kılıfını hazırlar” durumunda değiller mi?

Yoksa 12 Eylül faşistlerinin, halklara zorla kabul ettirdikleri bu 82 Anayasası’nın tümden değiştirilmesini kim istemez?

Bugün de halkların yararına olmayan bu değişikliği gerçekleştirmeye kalkışmak, tıpkı 12 Eylül Anayasası’nın kabulünde olduğu gibi bir “zorlama” değil midir?

Yetmez ama yine de evet” diyenler, külahlarını önlerine koyup düşünmeliler:

Ehven-i şer, şerden beterdir.”

Değneğin bir ucu böyle; bir de diğer ucuna bakalım isterseniz:

Yıllardır paşanın oğlu paşa, hamalın oğlu hamal oldu hep. Kimileri köşklerde, saraylarda, villalarda büyüdü; kimileri yazıda/yabanda, çadırda gözlerini açtı dünyaya. Yoksulun başına gelmedik zulüm, varsılınkine konmadık taç kalmadı.

Bu kahrolasıca düzen, yoksulun soluğunu kesti hep. Grizu patlamalarında onlar öldü. Sele onlar kapıldı. Deprem, onların evlerini mezara döndürdü. Yangın, onları yaktı küle çevirdi. ‘Şehit anası’ olmak, onlara nasip oldu. Bayrak örtülü tabutlar, onların çocuklarını taşıdı.

Bir generalin, bir patronun, büyük bir bürokratın, bir milletvekilinin, ya da bir bakanın çocuğu, nedense bayrak örtülü tabutların içine girmiyor hiç. Kimin çocuğu olursa olsun, kimse girmesin bu tabutların içine; ama yoksulların çocukları da girmesin.

Evet, bu kahrolasıca düzen, insanı duygulandırıyor. Baksanıza Genelkurmay Başkanı bile ağlıyor.
 
Kimileri de böylesi bir düzende statükonun bekçiliğini yapıyor; düzenin değişmesini istemiyor.

O türkünün sözleri geliyor dilimin ucuna:

“Yemen yolu çamurdandır
Karavana bakırdandır
Zenginimiz bedel öder
Askerimiz fakirdendir…”

Ülkemizde adalet gecikmeli geliyor; hatta görünmüyor bile. Yukarıda değindiğimiz gibi eşitlik, demokrasi Hak getire.

Düzenbazlar”, bu düzenin değişmesini istemiyorlar; villalarının, saraylarının yıkılacağını, koltuklarının altlarından kayacağını düşünüyorlar. Bu yüzdendir işte “ırkçı, saldırgan, kışkırtıcı” oluyorlar.

Görüyorsunuz ki değneğin bu ucu da tutulacak gibi değil.

Karar vermek, size kalmış artık.

Büyük ozan Ali İzzet’in, bir zamanlar bir parti için yazdığı şiirinden iki dörtlükle yazımı sonlandırmak istiyorum:

“…Parti’yi güzel bir kız sandık
Çirkin çıktı, kötü çıktı, dul çıktı
‘Alnım açık, yüzüm ağ’ dedi kandık
Yüzü kara çarşaf, başı kel çıktı

Bunların mevki kazanmak fikri
Düşünen kim bizim gibi fakiri
‘Has kumaşık’ dedi bize her biri
Kendir çıktı, keten çıktı, çul çıktı…”

Şimdilik hoşça kalın…

Fehmi SALIK

<!--

var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';

var path = 'hr' + 'ef' + '=';

var addy66181 = 'fehmisalik' + '@';

addy66181 = addy66181 + 'gmail' + '.' + 'com';

var addy_text66181 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';

( '' );

66181 );

( '' );

//-->n

<!--

( '' );

//-->

<!--

( '' );

//-->


KAYNAK : Alevihaber.com - 30.08.2010

Makale Haberleri

Ölümsüz bir analiz olarak: Büfeci İslamı - Ufuk Güldemir
Ali mi Aleviliği, Alevilik mi Ali'yi yarattı?
Şebnem Korur FİNCANCI yazdı: Aralık 78
Alevi düşmanlığı yapan Rabia Mine'ye PSAKD yöneticisinden cevap
Din ortaklığının kitle kontrol silahı : Korku