Bülent Habora
Daha eskisini unutamadan, yenisine alışamadan yepyeni paralarımız dünyaya gelecekmiş, bu yılbaşında. Kâğıt olanların üstünde eski sanatçıların, aydınların resmi varmış. Paramızın durumu, köy adlarına benzedi, hani sık sık değişiyor da…
Örnek fotoğrafları yayınlandı gazetelerde. Onlara bakınca, ana karnındaki çocukların ultrasonla çekilen fotoğrafları geldi gözlerimin önüne. Neyse, dilerim uzun ömürlü olur bu banknotlar, yani yaratıcıları yeni paralar için yeniden hamile kalmazlar.
O paralarda Nasrettin Hoca’nın resmi yoktu. Oysa o paraların en büyük kupürlüsünün üzerinde Hoca olmalıydı; cuk otururdu günümüz Türkiye’sinde.
Sennur Sezer’in hazırladığı “Benim Nasrettin Hocam”ı okurken bu geldi aklıma.
Seçtiği yazarların öyküleri ve Sefer Selvi’nin çizgileri, 800 yaşındaki bilgenin adına hazırlanmış iyi bir yapıt.
Ben bugüne dek, çocukluğumdan bu yana birçok Nasrettin Hoca kitabı okudum. 2-3 formalık kitapçıklardan, 30-40 formalık; ciddi araştırmaların da yer aldığı kitaplara dek. Ama “Benim Nasrettin Hocam”ın ayrı bir yeri oldu bende.
Bir kez hem 800 yıl öncesini yaşadım, hem de günümüz Türkiye’sini. Sennur Sezer, önsözünün sonunda şöyle diyor: “En iyisi öykücülere sormak Nasrettin Hoca’yı, diye düşündüm. Nasıl bilirler Hoca’yı, onların Nasrettin Hocası nasıldır? İşte bu kitabın öyküsü bu…”
12 yazar; Ali Balkız, Adnan Özyalçıner, Ahmet Say, Burhan Günel, Feyza Hepçilingirler, Mustafa Balel, Mehmet Başaran, Muzaffer İzgü, Orhan Duru, Suzan Samancı, Tarık Dursun K, Tahsin Yücel ve bir çizer; Sefer Selvi.
Ali Balkız’la, Nasrettin Hoca’lı günlerine gittim. Köyü, çevresi ve insanlarıyla bir ayrı topluma yol aldım… Adnan Özyalçıner, Hoca’nın eşeğinin gözünden yaşatmış 800 yıl öncesini… Ahmet Say, devler ve cüceler ülkesinde gezmiş Hoca’yla…
Burhan Günel, çocukluk günlerinin Nasrettin Hocasıyla dolaşmış satırların arasında. Biraz düş, biraz gerçek, harmanlamış o günlerini…
Feyza Hepçilingirler, tutmuş Nasrettin Hoca’nın kolundan günümüz Türkiye’sine getirmiş. Ne diyor F. Hepçilingirler: “…gördükleri yetmiş Nasrettin Hoca’ya. ‘Yok’ demiş; ‘benim hemşerilerimin ne gülmek, ne de düşünmek için bana ihtiyaçları var. Yapıp ettiklerine dikkatle bakmaları gülmelerine de yeter, düşüncelere dalıp gitmelerine de’...”
Mustafa Balel, Mehmet Başaran, Muzaffer İzgü de biraz geçmiş, biraz günümüz, harmanlarlar Hocalarını… Orhan Duru, damarında “gazetecilik kanı” akar ya, o da medyaya bulaştırmış Hoca’yı… Tarık Dursun K, uluslar arenasına çıkarmış Hoca’yı. Türkiyeli mi, Yunanistanlı mı ya da Bulgar, Romen, Fransız, Gürcü, Suriyeli, Iraklı, Lâz, Ahıskalı, Ermeni mi diye soruyor. Haksız mı?..
Tahsin Yücel de adlar üzerinde duruyor. “Ama ben yetmişbeş yaşına geldim, bugüne değin adı Nasrettin olan biriyle karşılaşmadım” diyor. Ve yorumluyor…
Bu kitapta gözlerim Yücel Sarpdere’yi aradı. Bir de Yücel Sarpdere olsaydı; yani “çağımızın Nasrettin Hoca’sı”, kitap okuduğunu sanmadığım Recep T. Erdoğan da, Abdullah Gül de ve aynı takımın oyuncuları da bu kitabı ellerinden bırakmazlardı…
EVRENSEL HAYAT - 12.10.2008