Tiyatroevi İzmir, 2000 yılında kurulmuş bir kültür evi. Kurulduğu günden beri temel amaçları, toplumsal tiyatro anlayışına hizmet etmek ve bugüne kadar sahnelenen tüm oyunlarında, bu hedefe uygun çalışmalar üretmek olmuş.
Bugün Türkiye’nin “en aydınlık kenti” olan İzmir’de hâlâ yerleşik bir tiyatronun olmayışını tiyatro adına büyük sancı olarak değerlendiriyor Tiyatroevi. “Biz İzmir’deyiz ve buraya yerleştik” diyen Tiyatroevi oyuncuları, tek eksikliğin İzmir’in ilgisi olduğunu söylüyor. Bunun da ancak yerel yöneticisinden akademisyenine, mahalle muhtarından yerel örgütlerine, kültür sanat insanlarından basınına kadar uzanan bir yelpazede herkesin katkısıyla düzelebileceğine inanıyor.
16 kişilik ekipte, üniversite öğrencileri, işçiler ve değişik meslek gruplarından insanlar yer alıyor.
“Bu zamana kadar hep kendimizi var edebilmek için çabaladık. Artık ‘İzmir’de yerleşik bir tiyatro geleneği yaratmak’ için çabalayacağız” diyen Tiyatroevi, yakın zaman önce kaybettiğimiz sanatçı Mehmet Akan’ın kaleme aldığı “Hikaye-i Mahmud Bedreddin” oyununda Şeyh Bedreddin’i düşüncesi ve düşleriyle sahneliyor.
Oldukça ilgi gören oyunlarını sahnelemeye devam edeceklerini belirten oyunun yönetmeni Hamit Demir, gazetemiz aracılığıyla İzmir’deki tüm tiyatroseverleri oyunlarını izlemeye davet ediyor. Biz de İzmir Fuarı’nda izlediğimiz oyunun sonunda, Hamit Demir ve izleyicilerden aldığımız görüşleri okurlarımızla paylaşmak istedik.
Tiyatroevi oyuncuları ‘Bedreddin’ ile nasıl buluştu ve kaynaştı?
Ben, sevgili Mehmet Akan’ın “Hikaye-i Mahmud Bedreddin” oyunuyla 1993 yılında buluştum. Ve o günden beri hayal edip durdum. Belki de demlendim. Ta ki Mehmet Akan’ın ölüm haberini aldığım güne kadar. O günlerde Mehmet Esatoğlu ile konuşmamızda, bir anma programı hazırlığı düşüncesinin olduğunu öğrendim ve hemen orada yer almak için Hikaye-i Mahmud Bedreddin’den kısa bir bölüm oynayarak katılmak istediğimi söyledim. Çok kısa bir sürede orada olmak için hazırlık yaparak başladığımız oyun, giderek büyüdü ve eş zamanlı olarak biz İzmir’de bir tiyatro binası kiraladık. Böylece hem tiyatro binamız hem de oyunumuz birlikte büyüdüler. Mehmet Akan, sanki canını Tiyatroevi’ne verdi. O yüzden salonumuzun adını da “Mehmet Akan Sahnesi” koyduk. Bedreddin ile buluşmamız ise özüne çok uygun gelişti. Oyunda kullandığımız kostümlerden müzik enstrümanlarına kadar hiçbir şey bizim mülkümüz değildi. Hatta oyuncu arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu da başka başka mesleklerdendi. Sanki “Sakızlı Rum gemiciler, Yahudi esnafları” toplaşmıştık. Aslına bu denli yakın olunca, tüm arkadaşlar sanki uzun süreden beri bu anı bekliyor gibi “biz ve bir” oldular.
Oyundaki estetiği kurgularken ‘Bedreddin’ dönemi ile günümüz arasında nasıl bir köprü kurdunuz?
Mehmet Akan’ın oyunu, bir köy seyirlik oyun olarak kurgulamış. Daha ilk sahnede bunu açık ediyor. Doğal olarak her şeyin sıradan denebilecek kadar iddiasız görünmesi ve salona gelen izleyicide bir kurgusallık fikri oluşturmaması gerekiyor. Belki bu yüzden dekor bile kullanılmamalı. Belki de bu yüzden tiyatro atraksiyonları yapılmamalı. Bedreddin olayı son derece içsel bir olay. İnsanların kendi içlerinde olan Bedreddin’i duyguları açığa çıkarmayı hedefleyen bir durum yaratmalıydık. İzleyende bir büyü değil, bir fikir ve duygu açığa çıkarmalıydık. Günümüz insanının en önemli sorunu yabancılaşmadır. Kendine, üretimine ve dolayısıyla yaşamına yabancılaşan insanda, kanayan, acıyan, gülen, seven, coşan vs. bir yer var ve ona ulaşmalıyız. Bunun yolu da estetik olarak bütün abartılardan ve kurgusallıktan uzaklaşmaktan geçiyor. Sonuçta biz de bir kurgu yapıyoruz. Ama bu kurgu salt bir “oyun” kurgusundan başka bir şey değil. Büyünün ve atraksiyon arayışlarının kurgusu değil. Her şeyin simülasyona indirgenebildiği bir estetik algılama düzleminde, amacımız, olabildiğince yalınlaşmak ve yalnızca “oyun” oynamaktır.
Bedreddin olayı sizce sanat alanımızı nasıl etkilemiştir?
Ülkemiz sanatçıları arasında Bedreddin olayı aslına bakılırsa hala çok işlenmemiştir. Bilinen birkaç yapıt ve tarihçilerin araştırmaları dışında ne yazık ki konuyu daha detaylı araştıran ve sorgulayan üretimlerden yoksunuz. İşin aslı hayal ettiğimiz bir dünyayı bizden neredeyse 600 yıl önce düşlemiş ve daha önemlisi kurmaya çalışmış birileri, neden bugün bizim üretim alanımızda öncelikli olmasın ki? Ama şunu söylemek de gerekir kuşkusuz, Bedreddin olayı pek çok yapıta esin olmuştur ve toplumcu bakış açısıyla yaratımların önünü açmıştır. Hiç kuşku yok ki, hayal ettiğimiz dünyanın kurulabileceğine olan inancımızı güçlendirmiştir.
OYUN HAKKINDAKİ YORUMLAR:
Güngör Kızılkaya: Kibirsiz, egosuz, herkesin aynı mertebede yer aldığı arınma sanatı tiyatro. Gösteri sade, samimi ve güzel ki her birimiz sahnede hissettik kendimizi. Bence herkesin ve özellikle gençlerin şiddetle izlemesi gereken bir oyun.
Turgut Daruga: Tıka basa doldurulmuş bir yokluktan, azaltılmış belki ama özde çoğalan özgürlük gibi. Kendinize yürümektesiniz adım adım, kendinizi bulmaktasınız çünkü. Kaçırılmaması gereken bir buluşmadır. Seni sen yapmaktadır çünkü beni ben… Bu nedenle mutlaka Bedreddin, mutlaka…
Aydoğan Yavaşlı: Serez Çarşısı esnafının yüzyıllar önce tanık olduğu çıplak gerçeğe “yalnız ve güzel ülkemizde” hâlâ yalnızca tanık olarak yaşamak, ancak bu oyunu izledikten sonra ağırınıza gidecektir. Bu oyunu izledikten sonra bu gezegende artık eskisi gibi yaşamanız mümkün değil. Oyuncuların performansı ise çağları aşıyor, günümüze çektikleri uzanımla umut veriyor. Az şey mi yani?!
Mehmet Esatoğlu: Tiyatroevi üretiyor. Ülke tiyatrosu adına bize yeni umutlar aşılıyorlar. Onları izleyince bizlerin de üretme, yaratma heyecanı ayaklanıyor.
Dinçer Sezgin: Oyun bitip de dışarı çıkınca davulun güm gümleri uzunca bir süre kulaklarımda yankılanıp durdu. Oyun için en sonunda söyleyeceğim sözü burada hemen söyleyivereyim: Çok iyi çalışılmış, sıkı bir epik tiyatro.
Bayram Akgül - (İzmir/EVRENSEL) - 31 Mayıs 2009