Namık Durukan tarafından Milliyet’te yayımlanan ‘İmralı Zabıtları’. Tartışmalı zabıtları okuyanlar fark etmiştir, Abdullah Öcalan, 2015’e hazırlanan Ermenilerden bahsettikten sonra Sırrı Süreyya Önder’e “Sen Adıyaman’dan bilirsin. Aslında Türkmenlerin tarihine daha çok yoğunlaşmanız lazım. Babai isyanları çok önemlidir. Bu bir Selçuklu ayrışmasıdır. Kurmançiler de Türkmenler de sınıf olarak en altta kalanlardır. Solcular, tarihi milliyetçilere bıraktılar” demiş, Sırrı Süreyya Önder de “Babai isyanları bu ülkede resmi tarihte en az incelenen olaydır. Baba İshak da biliyorsunuz Adıyamanlıdır. Bir tek Ahmet Yaşar Ocak’ın Babailerle ilgili bir tek çalışması var” diye cevap vermiş.
Her ne kadar zabıtların gerçeği yansıtmadığı ileri sürülse de, bu cümleleri bahane ederek, Ahmet Yaşar Ocak’ın Babailer İsyanı, Aleviliğin Tarihsel Altyapısı (Dergâh Yayınları, 4. Baskı, 2009) adlı gerçekten çok önemli eserinden yararlanarak
yaptığım özeti sizlerle paylaşmak istedim. Özetin yetersizliklerini ve (varsa) hatalarını kitabı okuyarak giderebileceğinizi umuyorum.
Kalenderi dervişlerini dua ederken gösteren gravür (üstteki resim)
Moğol akınları ve göçler
1240’ta meydana gelen ‘Babai İsyanları’nın mahiyetini anlamak için biraz geriden başlayacağım. 1211’de Rum (Anadolu) Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümü üzerine oğulları I. İzzeddin Keykavus ve I. Alaaddin Keykubad arasındaki iktidar mücadelesi ülkenin toplumsal dokusuna ve ekonomik durumuna çok zarar vermişti. 1220’de I. Alaaddin Keykubat’ın tahta çıkmasıyla düzen sağlanmış görünüyordu ancak kötü günler yakındı.
1219’da başlayan Moğol akınları yüzünden Asya’dan yola çıkan boyların büyük bölümü Anadolu’ya akıyordu. Ardından Karahıtaylar ve Harezmşahlar çatışması sırasında harap olan Fergana şehirlerinin ahalisi Anadolu’ya geldi. Bunları Harezmşahlılar tarafından yıkılan Büyük Selçuklu Devleti’nin ahalisi, bunları Moğolların yıktığı Harezmşahlıların ahalisi izledi. Sayıları hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyen ancak 2 milyon civarında olduğu tahmin edilen yeni gelenler, sorun çıkarmamaları için küçük gruplar halinde Bizans ahalisinin boşalttığı bozkıra iskân edildi.
Konar-göçerlerle yerleşiklerin ilişkisi
Ancak yeni gelenlerle yine sayıları tam olarak bilinmeyen yerli ahalinin (1071’den itibaren kademeli olarak Anadolu’ya gelenlerin ve Bizans bakiyelerinin) ilişkileri sancılı oldu. Yeni gelenlerin hayvancılıkla uğraşmaları, hayvanları için otlak ararken yerli ahalinin ekili arazilerine zarar vermeleri, kendi aralarındaki mera anlaşmazlıkları, geçimlerini sağlamak için şehirlere yaptıkları yağma akınları Anadolu’daki yerleşik toplumsal düzeni tehdit etti. Bu grupların, merkez tarafından, devletin yerleştirdikleri yerlerde kalmadıkları, devlete vergi ve asker vermedikleri, devletin istediği hizmetleri ağırdan aldıkları ya da hiç yapmadıkları gibi suçlamalarla karşılandıklarını da tahmin edebilirsiniz.
Konar-göçer Türkmenlerle yerleşiklerin hayat tarzları arasındaki farklar da sorun oldu. Şehirliler konar-göçerleri aşağılıyorlar, hatta hasımları olarak görüyorlardı. Dönemin müellifleri konar-göçerler için ‘etrak-ı bi idrak’ (akılsız Türkler), ‘etrak-ı mütegallibe’ (zorba Türkler), ‘etrak-ı na pak’ (pis Türkler), ‘etrak-ı havaric’ (dinsiz Türkler) gibi terimler kullanıyordu. (Yazar belirtmemiş ama muhtemelen Kürdistan bölgesindeki konar-göçerleri nitelemek için de bu tamlamaların ‘ekrad’lı olan şekilleri kullanılıyordu.)
Medrese İslamı-Halk İslamı
Yerleşikler de konar-göçerler de Müslüman olmakla birlikte İslam anlayışları farklıydı. Şehirliler medreselerde işlenen ve öğretilen kitabi esaslara dayalı İslam anlayışına (Sünnilik, özellikle de Hanefi kolu) sahipken çoğu okuma-yazma bilmeyen, sade ama son derece zor hayat şartlarında yaşayan konar-göçerler karmaşık ve anlaması zor kitabi İslam yerine İranlı ve Türk sufiler tarafından geliştirilen geleneksel hurafelerle karışık, tasavvufun basitleştirilmiş kurallara dayanan, mistik İslam inancını (Vahdet-i Vücutçuluk, Suhrevilik, Kübrevilik, Melamilikten doğan Kalenderilik, Yesevilik, Haydarilik, Vefailik, Dailik gibi) benimsemişlerdi.
Merkezin hetedoroks akımlar için kullandığı terimlerle söylersek ‘Batıniler’ veya ‘Rafiziler’ Allah’ın insan suretinde tecelli etmesine (antropomorfizm), ruhun öldükten sonra bir başka bedende yeniden doğmasına (reenkarnasyon), ruhun sağken bir biçimden bir biçime veya bir kalıptan bir kalıba geçmesine (don değiştirme), zor dönemlerde Mehdi’nin geleceğine (mesiyanizm), evliyalara ve hurafelere inanıyorlardı. Bu akımlar için, eski Türk geleneklerinde de olan, kadın-erkek toplu olarak icra edilen müzikli ve rakslı dini ayinler önemliydi. İslam’ın ortodoks yorumunun mu heterodoks yorumunun mu daha yaygın olduğunu bilmek kolay değil ama birkaç örnek fikir verebilir. Örneğin Zekeriya Muhammed Kazvini’nin (ö. 1283) Âsârü’l-Bilâd adlı eserine göre halkının çoğunluğu Türkmen olan Sivas şehir merkezinde camiler boştu. Halk, dini ihmal ediyor ve içki içiyordu. Niğdeli Kadı Ahmet, 1340’ta tamamladığı el Veledu’ş-Şefik adlı ansiklopedik eserinde daha da ileri giderek, Niğde ve Ulukışla civarında yaşayan Gökbörüoğulları, Turgutoğulları, İlminoğulları gibi Türkmen boylarının İslam’la hiç alakalarının olmadığını (mülhid) yazacaktı. Yazara göre bu boylar Mazdek inançlarını taşıyor ve sonsuz bir cinsel serbestlik uyguluyorlardı.
Zalim bir sultan ve veziri
Tarihe geri dönersek, 1237’de tahta çıkan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in isyan etmesinden korkarak kendisine sığınmış Harezmşahlı Kayır Han’ı Zamantı Kalesi’ne hapsetmesi, Kayır Han’ın burada ölmesi üzerine devletin Harezmşahlı tebaaları isyan ettiler. İsyancılar Orta Anadolu’yu yağmalayarak Malatya havalisine kadar geldiler. Bunlara katılan 70 bin kadar Türkmen gücüyle yağma hareketi Urfa, Harran ve Suruç bölgelerine kadar yayıldı. Bunlar olurken, Sultan, Gürcü karısının etkisiyle kendini sefahate vermişti. Devlet işlerini veziri Saadeddin Köpek’e bırakmıştı. Köpek, yüksek mevkileri para karşılığında ona buna peşkeş çekiyordu. Bu otorite boşluğunda mültezimler ağır vergilerle ve zulmederek halkı eziyorlardı.
İşte böylesi bir ortamda, kaynaklarda ‘Baba İshak İsyanı’,‘Baba İlyas İsyanı’, ‘Baba Resul İsyanı’ ya da ‘Babailer İsyanı’ diye geçen büyük halk hareketi patlak verdi.
İsyanı birinci elden anlatan dört kişi var. Bunlar Selçuklu sultanlarına hizmet eden Fars asıllı İbn-i Bibi (ö. 1284), Şam’da Eyyübilerden Melik Muazzam’ın yakını, br Türk kölenin oğlu, vak’anüvis Sibt İbnu’l-Cevzi (ö. 1257), Süryani vak’anüvis Bar Habraeus veya Arapların verdiği isimle Ebu’l-Farac (ö. 1286) ve isyanın bastırılmasına katılan paralı Frank birlikleriyle Anadolu’ya gelen Dominiken misyoneri Simon de Saint Quentin (ö. 1248’den sonra). İkincil kaynak olarak Baba İlyas’ın torunu Elvan Çelebi’nin (ö. 1360’tan sonra) verdiği bilgiler de çok değerli.
Olayın kahramanları kim?
İbn-i Bibi’ye göre, Kefersudlu (bugünkü Adıyaman civarında) Baba İshak adlı biri, bir gün yaşadığı yerden ayrılmış, bir süre sonra Amasya’da ortaya çıkmış ve kendini ‘resul’ (peygamber) ilan etmişti.
Sibt’ü-l Cevzi’ye göre İlyas adlı zat, nebilik (idda’a an-nubuvva) iddiasıyla isyan etmişti ama kendine ‘Veliyullah’ diyordu.
Bar Habraeus’a göre Amasya civarında ‘Baba’ diye anılan bir zat kendine resul dedirtiyordu. Müridi Şeyh İshak’ı da görüşlerini yaysın diye Hısn-ı Mansur’a (Adıyaman’a) göndermişti.
İsyanı en ayrıntılı anlatan Saint Quentin’e göre ise Amasya civarında ‘Baba’ namlı biri (heterodoks İslami akımlarda dini liderlere ‘baba’, ‘dede’, ‘abdal’ gibi adlar verilirdi), ormanda gezerken Tanrı’nın meleği bir köylü suretinde kendisine görünmüş, köylü ormandan bir kurdun kapmış olduğu oğlunu kurtarmasını ondan rica etmişti. Baba kurdu yakalayıp öldürmüş, oğlanı kurtararak köylüye teslim etmişti. Bunun üzerine köylü bu hizmetine karşılık kendisinden bir dilekte bulunmasını, dileğinin mutlaka yerine getirileceğini bildirmişti. ‘Baba’ sultan olmak istediğini söyleyince köylü gerçek kimliğini açıklamış, Tanrı’nın habercisi olduğunu, ‘Baba’nın Tanrı’dan melek vasıtasıyla aldığı haberleri halkına ilan etmesini emretmişti. Quentin’e göre, ‘Baba’ ‘paperroissole’ (Baba Resul) olmuş ve bu ilahi misyon gereği bir süre sonra sultana isyan etmişti.
Elvan Çelebi’ye göre de isyan yeri Amasya idi; ancak Baba İlyas hiçbir zaman resullük iddiasında bulunmamıştı. İsyanının nedeni Sultan’ın bir vergi memurunun kendisine yaptığı haksızlık ve hakaretti. İsyanı örgütlemek için Hacı Mihman, Bağdın Hacı, Şeyh Osman ve Ayna Dolana adlı dört halifesini Rum diyarına (Anadolu), İshak-ı Şami adlı bir halifesini de Şam’a göndermişti.
Dikkat edileceği gibi bu kaynaklardan ilkine göre isyanın lideri Adıyamanlı Baba İshak’tı ama bu zat nedense memleketinden ayrılıp Amasya’da isyan etmişti. İkincisine göre isyan lideri Amasyalı ‘İlyas’ adlı biriydi. Üçüncüsüne ve dördüncüsüne göre ‘Baba’ unvanlı biriydi. Bu iki kaynak da İshak adlı ikinci ‘Baba’dan habersiz görünüyordu. Elvan Çelebi ise Baba İlyas’tan ve İshak-ı Şam’dan bahsediyor. Bugüne dek İbn-i Bibi’nin anlatımı esas alınarak yapılan tekrarlar yüzünden isyanın liderinin Baba İshak olduğu sanılıyordu. Ahmet Yaşar Ocak bu anlatılardaki eksik parçaları tamamlayarak hareketin manevi lideri Baba İlyas ile eylemsel lideri Baba İshak adlı iki ayrı figürün olduğunu ortaya koydu.
Karizmatik mistik Baba İlyas
Ahmet Yaşar Ocak’tan yararlanarak bu iki şahsiyet hakkındaki kısıtlı bilgileri özetleyelim: Baba İlyas, Amasya bölgesinde yaşayan bir münzeviydi. Karın tokluğuna çalışır, çok az yemek yerdi. Yazdığı muskalarla hastaları iyileştirir, geçimsiz çiftlerin arasını bulurdu. Gösterdiği mucizeler ve kerametler yüzünden halk onu çok severdi. Elvan Çelebi’ye göre müritleri onu Hızır ile özdeş görürlerdi.
Bu anlatılardaki eksik ve çelişkili parçaları tamamlayarak, düzelterek hareketin manevi lideri Baba İlyas ile eylemsel lideri Baba İshak adlı iki ayrı figürün olduğunu ortaya koyan Ahmet Yaşar Ocak’a göre Baba İlyas, İsmaili Şiiliğinin etkisini taşıyan, henüz kökleşmemiş İslami cila altında, eski Türk inançlarıyla (özellikle Şamanizm) karışık fikir telkin eden bağdaştırmacı bir Türkmen şeyhi idi. Yazara göre Baba İlyas kesinlikle bir sahtekâr değildi. “O Bağdat’ta 850 yılında korkunç işkenceler altında yavaş yavaş ölümü tatmasına rağmen davasından vazgeçmeyecek kadar insanüstü bir direnç gösteren Babek el Hurremi gibi misyonunun ve kendi kimliğinin gerçekliğine derinden inanmış, güçlü bir mistik ve karizmatik bir kişiliğe sahipti.”
İsyanın savaşçı lideri Baba İshak ise (bugünkü Adıyaman yakınlarındaki) Samsat Kalesi’ne bağlı Kefersud bölgesinde yaşayan bir zaviye sahibi idi. Hokkabazlık ve sihirbazlık sanatında çok ilerlemişti. Bunlarla cahil Türkmenleri etkiliyordu.
Bir iddiaya göre ihtida etmiş bir Rum olan Baba İshak, Baba İlyas’a intisap etmeden önce İran’da bulunmuş bir İsmaili ‘dâî’sinden Batıniliğin esaslarını öğrenmişti. Böylece Hıristiyanlık, Mazdekçilik ve Müslümanlıktan oluşan karma bir inanç sistemi geliştirmişti. Bu da muhtemelen Kürtler ve gayrimüslimler arasında etkili olmasını sağlamıştı. (Rus araştırmacı Gordalevski, Baba İlyas ile Baba İshak arasındaki ilişkiyi, 1416 veya 1420’de Çelebi Mehmet’e karşı isyan eden Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin ile müritleri Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa arasındaki ilişkiye benzetir. Bilindiği gibi Torlak Kemal Yahudilikten Müslümanlığa geçmişti. Börklüce Mustafa ise Müslümanlık, Yahudilik ve Hıristiyanlık karışımı bir doktrinin propagandasını yapmıştı.)
Kaynaklara göre Sultan ve maiyeti sefih ve zalim olduğu için Baba İlyas’ın, çevresindeki sade köylüleri ‘Resulullah’ olduğuna inandırması ve harekete geçirmesi zor olmamıştı. İkna faaliyetleri sırasında elde edilecek mal ve ganimetlerin isyana katılanlar arasında ortaklaşa pay edileceği, isyana katılmayanların ise öldürüleceği söyleniyordu. Baba İlyas’ın halifeleri Amasya, Tokat, Çorum, Sivas ve Yozgat havalisi ile Adıyaman, Maraş, Malatya ve Elbistan bölgelerinde propaganda ve örgütleme çalışmaları yapıyorlardı. Kendilerine Vefaiye, Kalenderiye, Yeseviye, Haydariye gibi heterodoks tarikatlar da yardımcı oluyorlardı.
İsyan başlıyor
Sonunda beklenen gün geldi. Elvan Çelebi’nin düştüğü ebced hesabına göre isyan 10 Muharrem 637 (12 Ağustos 1239) Çarşamba günü başlamıştı. Halbuki günümüzdeki hassas hesaplara göre o gün çarşamba değil cuma idi. Modern araştırmacılardan Irène Beldiceanu’ya göre Elvan Çelebi’nin verdiği tarih bir harf hatası yüzünden yanlış okunmuştu. Doğru okumaya göre isyan 10 Muharrem 638 (1 Ağustos 1240) başlamıştı. Ahmet Yaşar Ocak’a göre o günün çarşambaya rastlaması Beldiceanu’nun iddiasını destekler nitelikteydi.
İbn-i Bibi’nin deyimiyle o gün ‘karıncalar ve eşekarıları’ gibi her bir köşeden çıkarak evvela içinde yaşadıkları köyleri yakarak, yıkarak ilerleyen Baba İshak’ın ordusu (ki aralarında Türkmenler, Kürtler gibi Müslüman gruplar ve gayrimüslimler de vardı) önce Kefersud’u işgal etmiş, sonra Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Gerger ve Kâhta’yı ele geçirmiş, ardından her yeri yağmalayarak, yakarak Malatya’ya doğru ilerlemişti. İsyancılar, Baba İlyas’ın peygamberliğine inanmayan herkesi öldürüyorlardı. İbn-i Bibi’nin saray mensubu olduğunu hatırlayınca bu anlatıların abartılı olduğunu tahmin edebiliriz, nitekim Saint Quentin’e göre, Baba İshak’ın ordusu 3 bin kişiden fazla değildi. Bu boyutta bir ordunun böyle bir hasar vermesi zor görünüyor. Ancak yine de Malatya Valisi Muzaffeddin Alişir bu orduyu durdurmakta başarısız olmuştu. Bu da isyancıları iyice cesaretlendirmişti. (Bu arada belirtelim, Alişir’in ordusunda da Türkler, Kürtler, Gürcüler gibi değişik etnisiteden askerler vardı.)
Bunlar olurken Amasya’da olan Baba İlyas, Elvan Çelebi’ye göre Baba İshak’a Amasya’ya değil Canik tarafına yönelmesini söylemişti. (Ahmet Yaşar Ocak’a göre bunun nedeni Selçuklu ordularının Baba İshak’ı takip ederken Amasya’ya gelmesinin kendisini tehlikeye düşürmesinden endişe etmesi veya isyanın zamanlamasını doğru bulmaması ya da isyandan pişman olması olabilirdi.) Ancak Baba İshak bu emri dinlemeyecek, hatta haberi getiren elçileri de öldürecek ve Amasya’ya yönelecekti.
Baba İlyas’ın ‘göğe yükselmesi’
Baba İshak’ın orduları, Sivas önlerinde Selçuklu kuvvetlerini yenince hem kendilerine güvenleri artmış hem de Çepniler, Karamanlılar gibi o ana kadar olayla ilgisi olmayan Türkmen boyları isyancılara katılmıştı. Öyle ki, isyancılar Amasya’ya geldiklerinde Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhusrev Konya’yı terk ederek Kubadabad’a kaçmıştı. Ama bir yandan da bir orduyu Amasya’ya göndermişti.
Amasya Kalesi’nde Baba İshak’ı bekleyen Baba İlyas, Saint Quentin’e göre müritlerini hiçbir şeyden korkmadan çarpışmaları için teşvik etmekteydi. Ama sekiz kişinin ölmesi üzerine diğerleri büyük endişe ve üzüntüye kapılmışlar ve Baba Resul’a sormuşlardı: “Neden bizi ve ötekileri aldattın?” Baba İlyas’ın cevabı “Yarın hepinizin huzurunda Tanrı ile konuşacağım ve neden bu talihsizliğin başımıza geldiğini soracağım” olmuştu.
Ancak Amasya’daki savaş Selçukluların galibiyeti ile bitti. İbn-i Bibi’ye göre Baba İlyas yakalandı, idam edildi ve surlardan aşağı sallandırıldı. Bar Habraeus’a göre Baba İlyas pusuya düşürüldü ve öldürüldü. Saint Quentin’e göre kürek kemiklerinin arasından ölümcül bir yara aldı ve müritlerinin bu durumu görmemesi için bir mağaraya saklandı. Saint Quntin’e göre bu gözden kayboluş çok işe yaradı, müritleri onun meleklerin yardımını temin etmek için Tanrı katına gittiğini sandılar. Bir asırdan fazla bir zaman sonra bu hikâye Elvan Çelebi’nin kaleminden şu şekle dönüştü: “Baba İlyas yakalanıp Amasya Kalesi’nde bir zindana kapatıldı. Onunla aynı hücrede bir keşiş de kalıyordu. Baba İlyas bu hücrede tam 40 gün kaldı, keşişi Müslüman etti ve 40. gün hücrenin duvarları yarıldı. Baba İlyas’ın Boz Atı ortaya çıktı. Atına binen şeyh, Müslüman olan keşişe bu dünyadaki hayatının artık sona erdiğini söyleyerek göğe doğru havalandı ve kayboldu.”
Malya Ovası’ndaki kader savaşı
Baba İlyas’ın öldürüldüğü ya da kaybolduğu haberleri Baba İshak’ın birliklerine ulaştığında, isyancılar buna inanmak istemediler ve ‘Baba Resulullah! Baba Resulullah!’ diye haykırarak Selçuklulara karşı daha bir azimle saldırıya geçtiler. Taraflar arasındaki nihai karşılaşma 1240 yılının kasım ayının henüz bilmediğimiz bir gününde, Kırşehir’in hemen kuzeydoğusunda bulunan Malya Ovası’nda (bugün Malya Çölü deniyor) yaşandı. Kaynaklara göre Baba İshak’ın ordusu 3 ile 6 bin arasında, Selçuklu ordusu 12 bin ile 60 bin arasındaydı. 300 ya da bin kişi kadar da paralı Frank askeri vardı.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre bu karşılaşma mükemmel silahlı ve donanımlı Romalı lejyoner taburlarına, perişan kılıklı, derme çatma silahlarla, başıbozuk şekilde karşı koymaya çalışan Spartaküs’ün kuvvetlerinin karşılaşmasına benziyordu. Başlangıçta Selçuklu askerleri Baba İlyas’ın mucize ve kerametlerine dair rivayetlerin etkisiyle saldırıya geçmek istemediler ama sonunda Spartaküs’ün ordusunun başına gelen Baba İshak’ın ordusunun da başına geldi. Frankların zırhlarına çarpan ilkel ok ve mızraklar kırılırken, Saint Quentin’e göre Selçuklu ordularını daha önce 12 kez yenen isyancılar ilk kendilerine güvenlerini kaybettiler. İbn-i Bibi’ye göre Türkmenlerin büyük kısmı (4 bin kadarı) kadınlar ve çocuklar hariç olmak üzere kılıçtan geçirildiler. Bunlar arasında Baba İlyas’ın gözüpek komutanı Baba İshak da vardı. Sultan elde ettiği ganimetleri askerleri arasında paylaştırdı. Frank askerlerine üç bin altın dağıttı.
İsyana katılanlardan kurtulabilenler Orta, Batı ve Kuzey Anadolu’nun muhtelif bölgelerine sığındılar. Bu yerler sadece dağlar, köyler değildi. Nitekim I. Beldiceanu’nun ortaya çıkardığı 1487 tarihli bir belgeye göre, Hüdavendigâr (Bursa) Livası’na bağlık Göynük’teki yedi mahalleden ikisinin adı ‘Mahalle-i Babailer’ idi. Yazara göre 1400’lerin başındaki Şeyh Bedreddin İsyanı’ndan arta kalanlar da buraya yerleştirilmişti.
İsyanın niteliği neydi?
İsyanı ‘köylü ayaklanması’ olarak niteleyen Marksist tarihçilere de, isyanı hetedoroks İslam’ın ortodoks İslam’a tepkisi olarak niteleyenlere de katılmayan Ahmet Yaşar Ocak’a göre Müslim, gayrimüslim köylülerin de katılmasına rağmen, isyan esas olarak zalim, müstebit ve yabancılarla (İranlılar) takviye edilmiş Selçuklu yönetimine çeşitli nedenlerle tepki duyan konar-göçer yahut yarı-göçebe Türkmenlerin başlattığı ‘mesiyanik’ (Mehdici) bir ihtilaldi.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre bugün inanıldığı gibi Baba İlyas’ın ‘Babailer’ adlı bir tarikat kurduğuna dair hiçbir somut kanıt yok. Babailik terimini birincil kaynaklardan sadece İbn-i Bibi kullanmıştı. Onun amacı da ‘Baba’ unvanlı iki kişinin ardından gidenleri tanımlamaktı. Babai terimini dini anlamda ilk kullanan 15. yüzyıl yazarı Taşköprülüzade idi. Baba İlyas’a atfedilen Halvetname adlı risale de bu yüzyılda kaleme alınmışa benziyordu. Yani Babailik, dini değil sosyal, siyasi bir terimdi. Yazara göre Babailer açıkça belirtmeseler de Konya’yı zapt ederek iktidarı ele geçirmeyi de hedeflemiş olabilirlerdi. Bu gerçekleşmemişti ama isyan Rum (Anadolu) Selçuklu Devleti’nin sonunu hazırlamıştı. Çünkü bu isyan sayesinde dış görünüşteki cilaya rağmen devletin gerçekte ne kadar zayıf olduğu ortaya çıkmış, daha 3-5 yıl önce Selçuklulara saldırmaya cesaret edemeyen Moğol orduları 1243 yılından itibaren Anadolu’yu istilaya başlamışlardı...
Ek Okuma: Simon De Saint Quentin, Bir Keşişin Anılarında Tatarlar ve Anadolu, Çeviren: Erendiz Özbayoğlu, DAKTAV, 2006
Kaynak: Radikal Gazetesi