Fehmi SALIK
Her çağda görülmüştür bu; günümüzde de vardır: “aşırmacılık”tan söz ediyorum. “Aşırma”ya eskiler, “intihal” derlermiş.
Bu kavram, özellikle “yazın dünyası” için geçerlidir.
Bilim alanında da bu yüzden, yargı yoluna gidildiğine, yakından çok tanık olmuşuzdur. Adam, tezini yazarken/doktorasını hazırlarken, bir başkasının yapıtından aldığı alıntıları, kendi ürünüymüş gibi piyasaya sürer. Böylesi bir tutum, duyarlı insanların tanımıyla tam bir yüz karasıdır.
Esinlenmek/etkilenmek ayrı, aşırmacılık ayrı kavramlardır.
Kişi, okuduklarının etkisinde kalabilir; büyük ustalara öykünebilir; yazdıklarında/ürettiklerinde usta bildiklerinin izi görülebilir; ama doğrudan doğruya birinin ürününü toplayıp kendi bahçesininmiş gibi sunmaya kalkışırsa; yani ürününü aldığı bahçenin yerini göstermez, bahçıvanının adını vermezse; üstelik bunu “ben yetiştirdim” der gibi ürüne sahip çıkarsa; işte bunun adına “yazarlık” değil, “aşırmacılık” denir. Böyleleri, “yazın dünyası’nın hırsızları” olarak tanımlanır ancak.
Şimdi düşünün siz: güncel konuları ele alıp bir yazı yazıyorsunuz. Bu yazı, dört ayrı yerleşkede, aynı günde yayımlanıyor; üç gün sonra yazınızın bir başka sitede kimi yerleri değiştirilerek, bir başka başlık altında, bir başka yazar imzasıyla karşınıza çıkıyor. Yazdığınız yazının okuru oluyorsunuz bu kez.
Böyle bir olayı yaşadım ben.
Sitenin birinde karşıma çıkan bir yazıya şöyle bir baktım. Yazının gövdesi tümden benim; başı/ayağı bir başkasının.
İnanın bağrıma eğri bir hançer saplanmış gibi oldum.
O yazımın sonuna eklediğim Neyzen Tevfik’in dörtlüğünde geçen bir tutumla ben de kalkıp bu yanlışlığın giderilmesi için adı geçen yazara, site yöneticilerine, usulünce başvuruda bulundum. Bu yazıyı yazıncaya dek ne yazardan, ne de site yönetiminden bir ses çıktı. Hatta bu yazıyı geciktirdim bile. Yazım, bir “paylaşım” biçiminde yayımlansaydı kuşku yok ki onur duyardım; böylesi bir yazıyı da yazmazdım. Ama durum, böyle gelişmedi; böyle gelişmeyince de bu yazıyı yazmasaydım, kendime kötülük etmiş olurdum.
Ben çok zor yazan, kolay okunan biriyim. Nasıl yazdığımı ben bilirim. Nasıl okunduğumu da okurlarımdan öğreniyorum.
Yazdıklarım, her yazarınki gibi bir “emek ürünü”dür.
Yok öyle şey; ben yazayım, sen altına imzanı at.
Anısı önünde saygıyla eğildiğim büyük şair Enver GÖKÇE’nin o duru, o yalın, o vurucu dizeleri geliyor dilimin ucuna:
“…Hangi/ Kitap/ Yazıyor/ Kardaş/ Ben/ Çalışam/ Eller/ Ala…” (*)
Bu “sözcük/dizeler”, Enver GÖKÇE’nin, “Gözüm Başım Üstüne” adlı şiirinde geçer.
Yazarlar, düşüncelerini perçinlemek için yazılarını elbet de örtüşen örneklerle besleyeceklerdir; bu, onların en doğal hakkıdır; ancak bir yazar, alıntıya sahiplenme yolunu değil de, alıntıladığı metnin sahibini ve yerini belirtme yolunu seçerse, yazın ahlakına uymuş olur.
Ben yine edindiğim eğitim sonucu, yazımın değişikliğe uğratılarak yayımlandığı sitenin adını ve yazarını burada açıklamayacağım. Ancak, başlığını benim koyduğum yazımla, değişik bir başlıkla yayımlanan yazımın başlığını vermekle yetineceğim sadece. Benim yazım, 18 Mart 2011 tarihinde “İSTİRAHATGÂH” başlığı altında “Buyukkadi, Nurhakdaği, Facebook Siteleri”nde aynı gün; Alevi Haber’nda da üç gün sonra yayımlanmıştır. Değiştirilen yazım ise, “MİLLETVEKİLİ KUYRUKLARI” başlığı altında 21 Mart 2011 tarihinde yayımlanmıştır.
Sanırım bu kısa bilgi, sitelerde gezinen o yazar hanımefendinin gözünden kaçmaz.
Yazık; çok yazık…
(*) Enver GÖKÇE, YAŞAMI, BÜTÜN ŞİİRLERİ, AYKO YAYINLARI…
Fehmi SALIK
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy9615 = 'fehmisalik' + '@';
addy9615 = addy9615 + 'gmail' + '.' + 'com';
var addy_text9615 = 'fehmisalik' + '@' + 'gmail' + '.' + 'com';
( '' );
9615 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Alevi Haber - 27 Mart 2011