Hasan Harmancı
(...) Hüdai eserleri ile 21. yüzyıla kadar süregelen temsilcilerden devraldığı dili ve sırrı yaşadığı dönemin devasa çeşitlilik ve birikimiyle birleştirerek çağına yanıt vermiştir. Hüdai Alevi ozanlık geleneğini yaşadığı çağın değişim ya da dışa açıklık anlayışını da görerek tartışma noktalarına perçin vurmayı başarmıştır. Onun özlü sözlerini felsefenin savunulmasında kullanmayanlar, görmek istemeyenler olduğu kadar, bu akıntıya karşı boş yere kürek çekenlerde vardır....
Aşık Hüdai'de Sırda Yol Alış / Mirası Tekrarlama
Hasan Harmancı
Bir arada yaşayan insanların oluşturduğu her topluluk, geçmişten zamanımıza gelen ortak bir dil ve kendini diğer topluluklardan ayıran bir düşünce yapısını da taşır. Aynı toplulukta yaşayan insanlar, geçmişten gelen geleneksel değerleri, beraber yaşamları içerisinde farkında olmadan birbirlerine ve yeni nesillere öğretirler. Bu durumda kültür, tarihsel bir süreç içerisinde toplumun gelenekten alıp geleceğe taşıdığı sosyal ve daha da gelişmeye açık bir mirastır. Bu miras içerisinde atasözlerinden fıkralara, halk türkülerinden hikâyelere, masallardan efsanelere, inançtan ortak psikolojik tepkilere kadar pek çok folklorik, etrografik ve toplum karakterini belirleyen değerler ve değer yargıları vardır. Bu değerler arasında felsefe, plastik sanatlar, şiir, müzik ve bunların toplum için ritüel değeri, sanatın diğer dalları içerisinde, toplumların kültürel yapılanmasında ne kadar önemli bir gösterge olduğu karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar farkında olmadan felsefe, şiir, efsane ve müzikle aldıkları mesajları yine farkında olmadan yaşam tarzlarına yansıtırlar. Kültürün oluşmasında bu unsurların önemli vazgeçilmezdir. Halkın ortak yazgısını belirlemede en önemli etken kültür, kültürün oluşumundaki en önemli yapı taşlarından biri ise kuşkusuz ki edebiyat ve edebiyatın parçaları olan şiir, hikâye, masal ve efsanelerdir. Hüdai tarzı şiir üreten bilgelerin önemli özelliği ise şiir tarzı içinde öğretinin diliyle edebiyatın bu tüm alanlarını kullanabilmesidir. Bu özellik tüm Alevi ozanlarda olmakla beraber Hüdai de ince ve öğretiye uygun bir dil ve felsefe ile örtüşmektedir.
Halkın yaşamsal ve felsefi özelliklerini anlatmada, belirlemede şiirin bu kadar etkili olmasının sebebi, Aleviliğin sözlü geleneğe sıkı sıkı bağlı olması ve her ozanın bu dili kendince, bölgesel diyalektlerini de kullanarak çoğaltma yeteneğine sahip olmasıdır. Ozan kişilik, toplumun ortak duygu ve ortak kültür tarafından şekillenmesine öncü sezgi ve birikimler kullanandır. Ozanlar toplumun kültürel alt yapısıdır. Edebiyat ve dolayısı ile şiir; bu kültürel alt yapı bünyesinde hem toplumu birinci derecede etkileyen bir sanat dalı, hem de içinde yaşadığı toplumun kişiliğini yansıtan bir göstergedir. Bir tanıtım etkinliğinde müzik, edebiyat ve edebi dil en vazgeçilmez formdur.
Hiçbir toplumun, hele Anadolu koşullarında Alevilikte olduğu kadar şiir bir anlatım aracı olarak bu denli yaygın ve özel bir forma sahip değildir. Alevi ozanları da, dedeleri de aynı yolla topluma ulaşır ve geleneği sürdürürler. Alevilik için bir anlamda şiiri, şiir dilini ve bağlamayı müzikal anlamda sürdürmek felsefeyi geleceğe taşımak, öğretiyi korumaktır. Bunun böyle olduğunu, edebiyat çalışmaları dışında Aleviliğin felsefe, öğreti ve kültür formu, üzerine çalışanların kaynak olarak şiiri göstermelerinde görebiliriz. Bir anlamda Alevi sırrı dediğimiz şeyinde bu yolla nesilden nesile tekrarlandığını ve taşındığını görmekteyiz
Ozanlık geleneği ve sürdürücüleri bizim açımızdan soyut değil tamamen yaşayan Aleviliğin bekçileri ve taşıyıcılarıdır. Alevi şiirini bu noktada şöyle de tartışabiliriz. Öyleyse Alevilikte şiir edebi bir metin olmaktan öte felsefenin dili ve kendisidir. Şiiri aşk (yol bilgisi) ile yazanlar öğretiye, inanca Alevilik felsefesine aşkla bağlı olanlar ve sırrın sahibi olanlardır.
Alevilerin günümüzde en çok tartışılan sorunu, Aleviliğin İslamiyet karşısındaki konumunun, İslamiyet'le olan ilişkisinin ne olduğudur. Bu konuda getirilen açılımların birbirleriyle sergilediği zıtlık ve giderek Alevi toplumunda bu tartışma etrafında yaşadığı bölünme, dahası düşmanlaşma, sorunun önemini daha da arttırmıştır. Söz konusu ayrışma, aynı zamanda tarafların devlet, etnik yapı, laiklik, demokrasi, siyaset ve uluslararası konulardaki duruşlarını da belirleyen bir anlama kaymıştır. Bu anlamda sorun sadece teolojik ve akademik bir araştırma konusu değil, aynı zamanda politiktir de. Bu ise sorunun aydınlatılmasının önemini daha da arttırıyor. Bu sorunu aydınlatmayı da herkes binlerce yıldır belleklerimizde aka aka toplanan şiir de aranmaktadır. Bir de unutmamak gerekir ki çok az sayı yarı kutsal ve öğretisel damar barındıran kitap ve hikmetlerde.
Kuşkusuz inanç alanının salt olgular temelinde aydınlatılması her zaman mümkün değil; çünkü inanç alanı bilim dünyasının içsel mantığından temel ayrımla, duyum, koşulanım ve çıkarlarla belirlenen bir alandır. Dolayısıyla en sağlam kanıtların ortaya konulması halinde bile, siyasal, sosyal, sınıfsal ve psikolojik nedenlerle belirlenen ayrışmaların önünü almak mümkün olamayabiliyor. Modernleşme koşullarında ise bu bölünme ve yeniden saflaşmalar daha da kaçınılmaz hale geliyor; çünkü bizzat o inançları ortaya çıkaran ve onlarla örtüşen maddi koşullarda değişim olmuştur. Şiiri yeni dönemde üretenler, yani Hüdai gibi bu geleneğin sağlam temsilcilerine çok görev düşmüştür. Sevgi bizim dinimizdir / Başka dine inanmayız diyen Hüdai ye, Aleviliği nereye çekerse çeksin nasıl karşı çıkabilir ki. Bu sözü söyleyen Hüdai yi, Yunus Emre den nasıl ayırabiliriz ki.
Öyleyse Hüdai nin bu özü oluşturmasına temel olan nedir? Asıl soru yaratıcılığı açısından olduğu gibi Aleviliğin yaşam kaynaklarının nasıl doğduğunun da açıklamasıdır. Onun bu özünü belirleyen ve göstergeye dönüştüren nedir? Hüdai nin yarattığı öz, tanrı, inanç, insan, geçmiş, gelenek, gelecek ve toplum tasarımlarında kendini ortaya koymaktadır. Alevi ozanın dili, deyişleri, yaşam tarzı, tarihsel misyonu ve arayışları bize bu fırsatı vermektedir. Bunu da zaten şiiri ve dilinin inceliğiyle yapabilmektedir. Kim Alevi bir ozanın şiirini okuyup da, o yolda araştırmaya ve tartışmaya gittiğinde, Aleviliğin felsefi tasarım ve öğreti bilinci ile karşılaşmaz ki. Bu ilk şairden, şairin aşk dilinden beri böyledir.
Ozan halkın dertlerini, sorunlarını, isteklerini, duygu, düşünce, birikim ve beğenilerini öz sözlerle dile getiren, döken yaratıcıdır. Ozanlar dilleriyle tanrılarını da yaratmıştır, felsefesinin vazgeçilmezliğini de;
Dost ile dosta yanmışız
Servet ile övünmeyiz
Hak deyip Hakk a dönmüşüz
Cennet için dövünmeyiz
Hüdai nin bu yaratıcılığı ve engin felsefi, öğreti dili üzerine kim ne katabilir ki.
Hüdai eserleri ile 21. yüzyıla kadar süregelen temsilcilerden devraldığı dili ve sırrı yaşadığı dönemin devasa çeşitlilik ve birikimiyle birleştirerek çağına yanıt vermiştir. Hüdai Alevi ozanlık geleneğini yaşadığı çağın değişim ya da dışa açıklık anlayışını da görerek tartışma noktalarına perçin vurmayı başarmıştır. Onun özlü sözlerini felsefenin savunulmasında kullanmayanlar, görmek istemeyenler olduğu kadar, bu akıntıya karşı boş yere kürek çekenlerde vardır.
Hüdai nin şiirini sadece geleneğe katkı olarak bakmamak gerek. O Aleviliğin yaşam alanının daraltılmasına da, Hacı Bektaş Vakfı Merkezinin binanın girişinde yazılan söz gibi, onlarca hikmetle yanıt vermeyi bilmiştir. Sessiz ve derinden gelen bir akıntıdır o ve onun gibi yürüyenler. Hüdai söylediği sözleri, tele döktüğü ezgileri ile içinde sürdürdüğü geleneği insanlık için ve Alevilik öğretisi açısından bir kaynak olabilmeyi başarabilmiştir. Onu akademik, siyasal ve inançsal, felsefi göstergeleriyle anlamalıyız. Aleviler bellek dışında yüzlerce yıl toplumu koruma ve kollama yolunu, aktarma ve üyelerini eğitme işlevini dedelerin, ozanların, zakirlerin aktif rolü ile bu güne kadar sürdürebilmişlerdir. Geleneği gelecek kuşaklara aktarmaları ise yine kültürel süreklilik talebinin biçimlendirdiği bir tercih olarak varlığını korumaktadır. Köyden kente göçün henüz hız kazanmadığı zamanlara aitmiş gibi görünen ve kirlenmeyen bir dünyanın ve felsefenin adamı olan Hüdai nin yaratıcılığı kent koşullarının Alevi yaşam ve geleneğini tükettiğinin doğru olmadığını göstermektedir. Son zamanlarda neredeyse Alevilik öğretisinin üretebildiği en güçlü ozanlık kolu olmuştur Hüdai nin dilimize pelesenk olan şiirleri. Hüdai nin sözlü kültüre özgü düşünme ve anlatım biçimi, öncelikle geleneksel mekânlar dışında aktarabilme başarısı gösterebilen güç birikiminin önemli bir süreç yolcusudur.
Hüdai nin kendinden önceki ozanlardan bize devrettiği; Söz söyleme, söylenen sözü dinleme, tekrarlama ve yeniden oluşturmaya hâkim olma, ya da kalıplaşmış deyişlerle özgün ürünler ortaya koymadır. Ortak geçmişe duygu ve gelişmiş bilinçle bakma ve Alevi aidiyet zincirinin en önemli öğrenme yöntemi ile bellekten belleğe bize zincirin nasıl sürdüğünü göstermektedir.
Sözlü kültürdeki bir kazanımın unutulmaması için sürekli tekrar gereklidir. Üstelik kalıplaşmış düşünme biçimleri ve bunlarla ilgili ifade biçimlerini yineleme, bir gelenek içinde kişisel bir yer bulmak için de zorunludur. Genel bir ozanlık geleneğini kabul etmekle birlikte Hüdai yi başka bir açık sınıfa dahil etmek gerek. O Alevi ozanlık geleneğinin sürdürücüsüdür. Birçok ozan halkın ortak duygu ve nabzını dikkate alır. Onun ayırıcı özelliği Aleviliğin ozanlık geleneğine açık bir biçimde sahip bir kimlik ile kendini ifade etmesidir. Çok ünlü olmamasını da burada aramak gerek. Onun söylemi ve şiiri Aleviliğin sırlarla yüklü anlatılışıdır. Çoğu şiirleriyle 16. -17 yy. ozanlarının doyurucu ateşliliği içinde anlatmayı başarmaktadır. Onun özgünlüğü felsefenin temel bakışından sapmamak, ayrıntıdan öte özü anlatması ve sunabilmesidir.
Müzikal bir dil ve imge halk katının yüce ozanların dilidir. Bu yol ayrıca Aleviliğin yaşam yoludur. Bütün bir Anadolu müzik kültürünün kalıcı olan ezgisi de sözü de onlardan beslenir. Bu anlamda ozan çağına yön veren olduğu gibi, gelecek kuşaklara yaratıcılık ve içerik açısından kalabilendir.
Alevi-Bektaşi halk yazını ise daha değişik bir nitelik taşır. Aleviliğe ve Bektaşiliğe özgü terim ve deyimlerin kullanılması, ahlaki yaşam düzeyinin ve felsefi ilkelerin dile getirilmesi, şiirlere bâtıni inançların egemen olması gibi özellikleriyle tasavvufi halk yazını içinde özel bir yer tutmaktadır. Yaşama sevincini, doğa sevgisini, dünyaya bağlılığı dile getiren ürünleriyle de din dışı halk yazınına bağlanır. Bunun nedeni, Alevilik ve Bektaşiliğin yaşam alanı olarak daha çok kırsal kesimlerde yaygınlık kazanmasıdır. Yaşayışın doğacı, paylaşımcı bu özelliği Alevi-Bektaşi ozanların ürünlerine de yansır. Eytişimsel bir gelişim sonucu bu ozan kimliğini dinselle din dışı olan bir noktada kesiştirir. Bu durum Alevi-Bektaşi şiirine ikili bir görünüm kazanır.
Hüdai Mirası Nasıl Korudu
Şiir ozanların bize bıraktıkları bir miras olarak algılandıkça; insanların birbirleriyle söyleşmelerinin araçları olmayı başardıkça; yaşamaya devam edecek, yeniden ele alınacak, farklı biçimlere evrilerek ve doğal olarak farklı etkinlikler içinde kendisine yer bulabilecektir. Kültürel kalıt olarak duran ürünlerin estetik ve simgesel özellikleri, hem değişerek yaygınlaşıyor hem de toplumsal belirlenime göğüs germeyi sürdürüyorsa, bunun mümkün olabileceği söylenebilir. Beş yüz yıl önce yaşayan bir ozanın dizeleri bugün rock müziğin formunda kendine yer bulabiliyorsa, yeni değerlerin de klasiklerden her zaman güç kazanmak için ve canlanmak için yararlanabileceğini, bitmediğini ve hala aynı değer ve tatta sürdüğünü göstermektedir. Yaratıcı ve özgün ozanlar her dönem insanların gereksinimleri ve sahiplenmeleri ölçüsünde aynı güce ve açıklığa sahiptir. Hem yeni ile eskiyi, ya da modern ile geleneği birlikte yaşama alışkanlığı, hem de çoğu kez ve ağırlıkla yeni yi tali bir konuma !
yerleştirebilme becerisini yansıtan anlam üretimi, bunun mümkün olacağını gösteriyor. Hüdai de bu kategoriyi zorlayan bir ozandır ve geleneğinin ölmez sesi olmayı başarmıştır.
Bir Şiir/Felsefe Karşılaştırması
Kısa bir sonla Hüdai nin kendinden önceki ozanlık zincirini kendi yolunda nasıl birleştirdiğini görelim.
Pir Sultan Abdal ın şiirlerinde yer alan ve dostların yaralayan gül imgesini Hüdai de daha sistemli ve Pir Sultan Abdal ın yaşadığı sorunu yineleyen bir boyutta tekrarlamaktadır;
Erenler Zehir Getirin
Balınan Öldürmen Beni
Bağrıma Diken Batırın
Gülünen Öldürmen Beni
Başka bir kısa ve özlü yol sürdürücülüğün Hüdai deki göstergesi ise yine kendi diliyle söylediğidir;
Ateş İcad Olup adlı şiirinde;
İrfan sofrasının altın tasıyım
Muhabbet suyunun şelalesiyim
Hüdai Yunus'un sülalesiyim
Tasavvuf ilmini biz tamam ettik
Aşk ile yad ediyorum.
Hasan Harmancı
Alevihaber.com - 24 Aralık 2008