Yüksel Işık
(...) İşin ilginç tarafı, her fırsatta “özgürlük” vurgusu yapan Hükümet’in, hem AİHM tarafından hem de iç hukuk tarafından temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı bulunan zorunlu din derslerinin kaldırılmasına ilişkin bir önerisinin olmamasıdır. O zaman geriye, Hükümet’in tavrının, “neresi ağrıyorsa canını orada zanneden adam”a benzetilmesi kalıyor...
Genel Kurmay Başkanı ile paslaşarak, TSK içindeki muhaliflerini temizleyen AKP, şimdi de yargı erkinde kendisine engel olarak gördüğü kurumların konseptini değiştirmeyi hedefliyor. 19. AB Reform İzleme Komitesi toplantısı çıkışında konuşan Başbakan Erdoğan, anayasa değişikliği paketinde nelerin bulunabileceğine ilişkin verdiği ipuçlarına bakılırsa, Hükümetle karşı karşıya gelen her kurumun başına ne geliyorsa HSYK’yı da aynı akıbet bekliyor.
Türkiye, otuz yıldır, ‘82 Anayasası gibi demokratik hak ve özgürlükleri sınırlamakla yükümlü bir anayasayla idare ediliyor. Darbe sonrası Hükümet olan ANAP’tan AKP’ye kadar Hükümet edenler, mevcut Anayasayı çeşitli kereler değişikliğe uğrattı. Ancak, ’82 Anayasası, özgürlüklerden korkan ve hakları kısıtlayan ruhunu korumayı sürdürüyor. AKP de, daha önce, çokça vurguladığı “özgürlük” kavramını, ilk değişiklikte, “başörtüsü” ile sınırlamıştı; şimdiyse kendi icraatlarını dizginsiz yürütebilmek amacıyla yargıya yönelik değişikliklere hazırlanıyor.
Anayasa, “devletin temel organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünü olarak” tanımlanıyor. Ayrıntısı anayasa hukukçularının işi; ancak, söz konusu “hukuk kuralları”nın, o devletin bütün yurttaşlarını ve topluluklarını içerip içermediği; herkesin temel insan hak ve özgürlüklerini, herhangi bir “ama”ya, “fakat”a ihtiyaç duymadan kullanıp kullanmadığı sorunun özünü oluşturuyor. Yurttaşların Yasama organına tercihlerini yansıtıp yansıtamamaları; düşüncelerini açıklama ve inançlarını ifa edebilme haklarını kullanabilme özgürlüklerinin bulunup bulunmaması, o Anayasanın demokratik olup olmadığını da belirliyor.
Bu çerçevede bakıldığında, ’82 Anayasası, tümüyle temel insan hak ve özgürlüklerini sınırlamak üzerine kurgulanmış bir metinden oluşuyor. Bu metnin, hem de mevcut Hükümet’e engel oluşturan noktalarından hareket edilerek, kimi revizyonlara tabi tutulması, ihtiyaca cevap vermekten çok, süreci karmaşıklaştıran bir işlev görüyor. Hükümetin ihtiyacı neyse O’nun TBMM’ye taşınıp, sayısal çoğunluk üzerinden yapılan değişiklikler, Cumhurbaşkanlığı seçimini düzenleyen bir önceki değişiklik örneğinde çok çarpıcı bir biçimde görüldüğü gibi, eksik, aksak gerçekleşiyor ve bir süre sonra yeni düzenlemeleri zorunlu kılıyor.
Dikkat çeken kısıtlamalar, Hükümetin “Kürt ve Alevi açılımı” yapmak istediği konularla doğrudan ilintili olduğu biliniyor. İşin ilginç tarafı, her fırsatta “özgürlük” vurgusu yapan Hükümet’in, hem AİHM tarafından hem de iç hukuk tarafından temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı bulunan zorunlu din derslerinin kaldırılmasına ilişkin bir önerisinin olmamasıdır. O zaman geriye, Hükümet’in tavrının, “neresi ağrıyorsa canını orada zanneden adam”a benzetilmesi kalıyor.
Geçen sefer, başörtüsü üzerinde yürüttükleri tartışmayı bu kez HSYK somutunda istenmeyen yargı kurumlarının konsepti değiştirilerek yapılmak isteniyor. Başbakan’ın Anayasa değişikliğine ilişkin açıklamaları sırasında, “Türkiye'de yasama organı HSYK değildir. Yasaları, yasama organı yapar. Anayasayı, yasama organı yapar” sözleri, kastedilenin demokratik bir Anayasa için hareket etmekten çok, Hükümet’in icraatlarını “dikensiz gül bahçesi”nde gerçekleştirme hevesinden kaynaklandığı anlaşılıyor.
Türkiye’nin ihtiyacıysa tam demokratik, gerçekten özgürlükçü bir Anayasanın gerçekleştirilmesinden geçiyor.
KAYNAK : Alevihaber.com - 02.03.2010