Ali’nin Anlamı

Aleviliğin Ali’sini, bu Ali üzerinden Aleviliğin tanrı, insan, inanç, yaşam anlayışını, kavramlara yüklediği anlamı, bu bağlamda İslamiyet ile olan...

Aleviliğin Ali’sini, bu Ali üzerinden Aleviliğin tanrı, insan, inanç, yaşam anlayışını, kavramlara yüklediği anlamı, bu bağlamda İslamiyet ile olan bağını belirginleştirmeye geliyor. Bu kritik sorunu aydınlatmak için gönül rahatlığıyla başvurabileceğimiz kaynak ise, Alevilerin gerçek inanç önderleridir. Anadolu Aleviliğine ilişkin sapla samanı birbirinden ayırabilmek için başvuracağımız bu kaynak, Onu bin yıl öncesinden başlayıp olgunlaştırarak bugünlere taşıyan, bu uğurda bedel ödeyip yolu tanımlayan, kimsenin kendilerinden daha çok Alevi olduğunu iddia edemeyeceği inanç önderleridir.

Bu noktada Pir Sultan Abdal’ın deyişlerinde de çokça geçen, “Hak Muhammet Ali” ifadesinin gerçek anlamını bulmaya çalışarak başlayalım: Sıklıkla kullanılan bu nitelemeyi, Allah, Peygamberi Muhammed ve ardılı Halife Ali bağlamında, önem sırasına göre dizilmiş üç farklı şahıs olarak yorumlayanlar çıkmaktadır. Bu yorumdan hareketle de Aleviliğin, en önemli önderlerinden olan Pir Sultan’ın şahsında “İslam'ın doğrudan yansıması” olduğunu, hızını alamayanlar ise Aleviliğin “İslam'ın özü” olduğunu söylemektedirler. Peki ama keyfiyet bu mudur gerçekten? Değildir! Değilse, bunun açıklaması, her türden muğlaklıktan uzak bir açıklıkla yapılmak zorunda.

Anadolu Aleviliği nezdinde Ali, gerçekte Muhammed’in kuzeni ve damadı Ali midir? Kuşkusuz Onu da içermektedir. Bununla birlikte, büyük bir kesinlikle gösterileceği gibi ondan ibaret değildir. Bakın Virani, söz konusu soruyu nasıl yanıtlıyor:

“Evvel odur âhir odur / Tayyip odur tahir odur

Batın odur zahir odur / Ali Ali Ali Ali”

Görüldüğü gibi burada “Ali”, kuzen-damat Ali anlamında değil, aşkın bir varlık anlamında tanrısallık içeren bir kavramdır. Evvel (ön, ilk), ahir (en son), tayyip (iyi, güzel), tahir (temiz), batın (iç, gizli, görünmeyen), zahir (görünen) hep “Allah’ın nitelikleri, adlarıdır. Oysa Virani bunları Ali’de görüyor, tanrının Ali olduğunu söylüyor. Şiirde geçen evvel, âhir, tayyip, tahir, batın, zahir sözleri yalnızca Allah için söylenebilir” (İsmet Zeki Eyüboğlu, Alevilik Sünnilik İslam Düşüncesi, Der Y., 1989, s. 79). O halde Virani’de Ali, kuzen-damat Ali değil, kuzen Ali’nin suretinde de görünmüş olan Allah’tır. Burada “Ali”, mutlak bir kesinlikle Allah’ın adıdır.

XVI. yy.da aynı zamanda Bektaşi Dergahı’na da Postnişin olan Sersem Ali Baba:

“Sabah seherinde virdim budur bu

Allah bir Muhammed Ali’dir Ali

Zikrim olan lailaheillallah

Allah bir Muhammed Ali’dir Ali” diyor.

Açıklıkla görüldüğü gibi tek ve mutlak olan Allah’tır, Allah ise Muhammed Ali’dir, Muhammed Ali ise Ali’dir. Kuşkusuz bu ve benzeri tüm deyişlerde, aynı zamanda bir söz oyunu olarak Hak, Muhammed, Ali üçlemesi söz konusudur. Ancak bu üçleme, zaman zaman üç ayrı şahsiyetten söz edermiş gibi yaparken, gerçekte tek bir tanrısal varlık anlamında vahdet-i vücudu ifade etmektedir.

XVI. yy. ozanlarından Kul Şükri, “Muhammed Ali’dir, Ali Muhammed” derken, “peygamber Muhammed’le ‘Mehmet Ali’, ya da Muhammed Ali olarak da anılan Ali’yi özdeş sayıyor” (İ. Z. Eyüboğlu, Age. s. 82). Esasen mecaz ve takiyyeye yoğun bir şekilde başvurulmasını sağlayan şeriatçı baskı atmosferinde kurulmuş sözde bile, Aleviliğin gerçek düşüncesini anlamak kolaydır. Nitekim Pir Sultan, sofu baskısıyla polemik içinde kendini anlatırken; “Sofu mezhebimizi ne sorarsın / biz Muhammed Ali diyenlerdeniz” diye başladığı sözünü; “Muhammed Ali'dir Kırklar'ın başı / anı bilmeyenin nic(e)'olur işi” diyerek, Muhammed Ali’den kastının Kırkların başı olan Ali olduğunu netleştirmektedir. Deyişin devamında ise, ola ki buna rağmen yanlış yorumlar üretebilecek olanlara karşı da, “biz tüccar değiliz alıp satmayız /.../ biz Muhammed Ali diyenlerdeniz” ifadesiyle, Muhammed Ali, mesleği tüccarlık olan tarihsel şahsiyet Muhammed’den net olarak ayrıştırılmaktadır.

Bu anlamda Pir Sultan’ın, “Hak Muhammed Ali geldi dilime / Mürvet günahıma kalma ya Ali” deyişinde de görüldüğü gibi, birinci dizede ayrı şahsiyetler şeklinde yoruma da açık olan ifade ikinci dizede yardımcı, kurtarıcı olarak Ali’de özdeşleşir. Esasen birinci dizenin de doğru okunuşu Hak Ali, yani Tanrı Ali’dir, çünkü Ali’nin gerçek adı da Muhammed Ali’dir. (İ. Z. Eyüboğlu, Age. s. 79). Ali ise burada kuzen-damat Ali’nin adını içermekle birlikte, esas olarak onun kimliğinde de kendini gösteren Allah’ın kendisidir.

Yine Kul Hüseyin’in,

“Günah ettim şahın darına durdum

Allah bir Muhammed Ali aşkına

Kırklar eşiğine yüzümü sürdüm

Allah bir Muhammed Ali aşkına” deyişinde de ifade edilen şey, tek Allah olan Muhammed Ali’dir.

Devletin ve egemen ideoloji olarak İslamiyet'in baskıcı koşullarında bu ifade kullanımlarından giderek bir mecaz üçleme üretilmiş ve savunma mekanizması olarak Hakk’ın, Muhammed’in, Ali’nin sanki hiyerarşik dizilişi kastediliyormuş izlenimi yaratılmış, yani sistematik baskılara karşı bir savunma refleksiyle esasen bir Alevi kavramı ve tavrı olagelmiş olan takiyye yapılmıştır. Esasen üçlemenin (teslis) asıl kaynağı görünen Hıristiyan inancında da üç ayrı tanrı değil, tanrının, baba, oğul, kutsal ruh olarak üç ayrı görünümü ve beliriminden söz edilir ve bu üçlemede tekliğe inanılır.

Pir Sultan’ın;

“Şu dünyada benim gönül verdiğim

Birisi Muhammed birisi Ali

Adına şanına kurban olduğum

Birisi Muhammed birisi Ali” deyişi bu mecaz ve takiyyeye örnektir. Benzer bir diğer ifadesinde;

“Ay Ali’dir, gün Muhammed

Üç yüz altmış altı sünnet

Balıklar da suya hasret

Çarka döner göl içinde” dedikten sonra, Alevi sırrını şöyle dillendirir:

“Pir Sultan’ım bu bir sırdır

Sırrını saklayan erdir

Ay da nurdur, gün de nurdur

Allah bir Muhammed Ali” diyerek hepsini “nurda” tekleştirir ve buna da Muhammed Ali der. Bir diğer ifadesinde ise bu sırrı daha da netleştirir:

“Yer gök arasına nizamlar kuran

Ak kağıt üstüne yazılar yazan

Engür şerbetini Kırklara ezen

Allah bir Muhammed Ali’dir Ali”

Görüldüğü gibi bu deyişinde olası farklılık izlenimi kaldırır ve üçlemeyi Ali’de tekleşir. Esasen “bu üçlemenin özünde Ali’nin tanrılığı sorunu saklı” (Age. s, 84) olup, işin doğrusu ve aslı, Tanrının Ali diye adlandırılmasıdır. Bir diğer deyişinde:

“Muhammed Ali’nin eli değil mi

Hak bilip tuttuğum el bana yeter

Bu yolun sahibi Ali değil mi

Ali’nin kurduğu yol bana yeter” diyerek Muhammed Ali’nin eli Hak’ın eli denilirken, sonradan yolun sahibi ve kurucusu Ali’ye indirgenir. Nitekim Pir Sultan;

“Gafil kaldır şu gönlünden gümanı

Bu mülkün sahibi Ali değil mi?

Yaratmıştır on sekiz bin alemi

Rızıkların veren Ali değil mi?” deyişinde, Ali’nin tanrı olduğunu, evreni yarattığını hiçbir muğlaklığa yol açmayacak bir açıklıkla belirtiyor.

Açıktır ki burada tarihsel ve gerçek Ali değildir tapılan. Esasen Anadolu Alevilerinin Ali (ve Ehl-i Beyt, 12 İmam) ile tanışmaları, tanışıp onu kendilerine temel kavram, temel kült haline getirmeleri de Baba İlyas’tan, Bektaş-ı Veli’den çok sonraları, XV.yy. dan sonra, ağırlıkla da Safevi etkisiyle gerçekleşmiştir. Burada gerçekleşen entegrasyon, baskıyla kendilerine dayatılan inancın içinde temel bir figür olup kendileri gibi haksızlığa uğramış ve benimsemelerine uygun erdemlere sahip şahsiyetin ismini, kendi tanrısal inançlarına, giydirmeleridir.(2)

Özetle Aleviliğin Ali’si ile kuzen-damat Ali bir boyutuyla örtüşse bile, temelde ondan farklı, onun suretinde de kendini göstermiş, ama esasen tanrıdır. Alevi mitolojisinin en temel çerçevesi olan Kırkların Cemi söylencesinde de, sonradan göreceğimiz gibi, Aleviliğin Ali’si Peygamber Muhammed’in üstünde bir erdem abidesi, tanrısal organ Kırkların başı ve İslamiyet dışı, insanlık erdemi olan değerleri (ekonomik ve siyasal eşitliği) Muhammed’e dayatandır. Muhammed’i aralarına alıp almamak konusunda karar sahibi olan bu eşitlikçi ve kolektif meclis, aynı zamanda Alevilerin tarih boyunca bu adaletsiz ve despotik dünyayla niye uzlaşamadıklarının, niye uyum sağlayamadıklarının da ifadesidir. Aynı şekilde bu Cem, modern dönemde de, eğer kendi geçmişlerine, tarihi önderlerine, mitolojileri ve teolojilerine yabancılaşmayacaklarsa, kendilerini niye ancak sol bir yaklaşımla gerçekleştirebileceklerinin de ifadesidir. Alevi inancının merkezi kavramı olarak Ali, kuzen Ali’yi, hem tanrısallık anlamında aşmaktadır, hem de 72 inancı bir görmek, dolayısıyla cihadı, inanç dayatmasını reddetmek anlamında da kuzen Ali’den farklı bir Ali’yi karşımıza çıkarmaktadır.

Batıni toplulukların Ali ile tanışması öncesinde açık ve genel ifadesini bulan Ene-l Hak / ben tanrıyımdeyimi, XV. yüzyıldan başlayarak Ali’nin Anadolu Aleviliğiyle entegrasyonuyla, daha çok Ali’nin tanrısal özdeşliği bağlamında kullanılacaktır. Yani Ali, Anadolu Batıni geleneğine Tanrı olarak entegre olmuş, Ali tanrının ismi olmuş, bunun sonucunda da ozanların kendilerini ve genel olarak insanı tanrıyla özdeşleştirmesi örnekleri görece azalmıştır. Bu değişim kuşkusuz Batıni teolojinin kendisine ilişkin bir değişim değil, çünkü insan-tanrı düşüncesi değişmiyor; yani halk Müslümanlığı kabullendikten sonra onun Alici-Şii mezhebin yanına geçmiyor. Aksine Müslümanlaştırılma baskısını daha kolay göğüsleyebilmek amacıyla, İslamiyet'in içinden, kendi inanç gelenekleriyle özdeşleştirebilecekleri ve baskıya karşı kendilerine ideolojik ve manevi kalkan olabilecek temel bir şahsiyet alınıp kendi inançlarına taç yapılıyor. Böylece gelen basınca karşı, “biz de Müslüman’ız, ama biz Ali gibi Müslüman’ız, üstelik siz Ona ve Peygamberin ailesine zulüm yaptınız, Peygamberin mirasına ihanet ettiniz, dolayısıyla biz mülhit (tanrı tanımaz) değiliz, ama siz münkir (Ali’nin halife yapılması gerektiği noktasında sözden dönen anlamında, inkar eden) oldunuz” şeklinde, karşı tarafın ezberini bozan bir öz-savunma hattı elde ediliyor. Yani XV. yüzyıldan itibaren Ali’nin hızla benimsenmesi, Sünni hakimiyetin devlet aracılığıyla etkinliğini arttırmasına bağlı olarak bir öz-savunma güdüsünün yansımasıdır. Bu özdeşleşmeyle tanrı-insan düşüncesi, bu kez söz oyunları ve takiyye gibi yaklaşımlarla, esas olarak Ali üzerinden ifadelendirilmeye başlanıyor.

Taçlama Düvazı olarak da okunan deyişinde Kul Himmet’in sözleri, “Lailahe illallah Muhammedül resulullah” (Allah’tan başka Tanrı yoktur ve Muhammed onun elçisidir) şeklindeki İslami kelime-i şahadetin Alevi versiyonunda Ali şahtır ve şah Allah. Aynı zamanda Aleviliğin İslamiyet'ten köklü farkını gösteren bu yaklaşım şöyle ifadelenir:

“Bugün bize pir geldi gülleri taze geldi

Önü sıra kamberi Ali Murtaza geldi

Lailahe illallah İllallah Şah illallah

....

Kul Himmet üstadımız bunda yoktur yadımız

Şah-ı Merdan aşkına Hak vere muradımız

Lailahe illallah İllallah Şah illallah”

Durum buyken Aleviliği İslamlaştırmaya çalışanların, “Alevilikte kelime-i şahadet” diyerek, ortalıkta, “Eşhedü En la ilahe İllallah, Eşhedü En Muhammed’ün Resulullah, Eşhedü En Aliy’yün Veliyullah Vasi’yi Resulullah” diye sözler dolaştırmaya çalıştığını da bu arada anımsayalım. Oysa Alevi inanç geleneğinin diğer bir önderi Şah İsmail Hatayi’ye ait diğer bir Taçlamada da şöyle denir:

“Aşkına pirim aşkına illallah / İllallah şahım illallah

Ali mürşit güzel şah / Eyvallah Şahım eyvallah” diye durumu yineler.

Kul Himmet’in deyişleri, Alevi teolojisi ve bu teolojideki Ali’nin anlamı açısından büyük açıklık sergiler:

“Ali ismi dört kitapta okunur / ‘La İlahe illa Ali’ yazılı

Zikr edenler ezazilden sakınır / ‘La İlahe illa Ali’ yazılı”

Kul Himmet’in diğer bir deyişinde Ali Allah özdeşliğini şöyle yinelenir:

“Bir ismi Ali’dir bir ismi Allah

İnkarım yoktur hem vallah hem billah

Muhammed Ali yoluna Allah eyvallah

Ben Ali’den gayrı bir er görmedim”

Kul Himmet’in bu deyişi, Alevi üçlemesindeki Ali’nin, Allah ve aynı zamanda Muhammet Ali olduğunu ve “Ali’den gayrı bir er görmedim” bitirişinde de, aslında üçlemenin, Ali’de toplanan birlemenin görüntüsü olduğunu gösteriyor. Bu bağlamda Pir Sultan’ın;

“Söyler Pir Sultan’ım söyler / Hakk’ın birliğini birler

Doğmuş alemler parlar / Nur Muhammed Ali’nindir” deyişindeki Hakk’ın birliği ve birliğin birlenmesi belirlemesi, durumu daha da pekiştirir. Peki ama buradaki Muhammed Ali ifadesi, Kırkların Cemi’nde Muhammed ile Ali’nin gövde bir, baş iki bütünleşmesi ve musahip olmasının ifadesi olamaz mı? Takiyye anlamında evet, ama gerçek düşünce anlamında hayır. Çünkü Muhammed Ali’nin, gerçekte Ali’nin ismi olduğunu görmezden gelsek bile, deyişlerinin bütününden iç tutarlılığa sahip bir anlam çıkarma kaygısı güdeceksek, ki işin özünü anlamak ve tutarsız konuma düşmemek açısından bunu yapmak durumundayız; o durumda, tüm deyiş nakaratlarında pekiştirildiği gibi Ali’nin esas, üst, çatı, tek olduğunu ve Allah’ın da, Muhammed Ali’nin de, Ali olduğunu görürüz. Muhammed isminin peygamber Muhammed anlamda kullanıldığı durumda ise, onun Ali’nin hiyerarşik olarak altında yer aldığını görürüz. Kırkların Cemi’nde de olduğu gibi Ali’nin üstte, belirleyici ve tabii tanrısal olması Pir Sultan’ın şu deyişinde daha da belirgindir:

“Pir Sultan Abdal’ım ağladı güldü

Kabe-i Şerif’ten bir nida geldi

Hakkın emri ile dört kitap indi

Okuyan Muhammed yazan Ali’dir”

Hacı Bektaş Makalat’ında yer alan şu ifade Alevilikteki Ali imgesini daha da pekiştirir:

“Selman bir deste gül şaha uzattı

Kendi tabutuna kendisi yattı

Cemm-i Mushaf’tan nikabın attı

Kur’an yok, gördüler Ali’den gayrı”

Yani toplanmış Kur’an’ın üzerinden örtüyü kaldırdıklarında, Ali’den gayrı Kur’an olmadığı görüldü denilmektedir. Ki bütün bu ifadeler, Alevilik nezdinde Ali’nin, Kur’an’ın, Tanrı’nın, Muhammed Ali’nin, Hak Muhammed Ali’nin ismi, ya da tersinden Ali’nin bunların tümü, onların tezahürü olduğunu büyük bir açıklık ve iç tutarlılığı içinde gösteriyor. Dolayısıyla burada gösterdiğimizden farklı bir Ali ve Alevilik tasarımı konusunda iddiada bulunacak olanlar, Aleviliğin (12 İmam ve kuzen Ali gibi sembolleri değil), gerçek inanç önderleri olan ozanları reddettiklerini dürüstlükle açıklamak durumundadırlar. Çünkü çıplak zor uygulanan, Alevilerin kırkar bin öldürüldüğü o hukuksuz dönemlerde bile Alevi inanç önderlerinin terk etmedikleri değerlerini, kendini ifade etmenin çok daha kolay (ve üstelik kapalı-kırsal toplum koşullarının aksine zorunlu) olduğu günümüzde terk edenlerin, artık ortalıkta Alevi önderi-aydını-dedesi olarak dolaşabilmeleri için ar duygularını yitirmiş olmaları gerek.

Ali’yi Sünni veya Alici Şii kaynakların aktardığı gibi algılamak da bir yaklaşımdır kuşkusuz; ama bu yaklaşım Alevi değil, Sünni veya Alici Şii bir yaklaşımdır. O halde çıplak zor uygulanan yüzyıllar boyunca; “Elsiziz belsiziz dilsiziz amma / Gezeriz alemde erkekçesine”(Mir’ati) demiş, “Sayılmayız parmak ile / Tükenmeyiz kırmağ ile” (Muhyi) demiş bir geleneğin adına, bugünün açık toplum koşullarında söz kurma hakkını kendilerinde bahşedenlerin öncelikle dürüst olmaları gerekiyor. “Dürüstlük” diyorum, çünkü çıplak zora karşı Buyruk vb. açık kaynaklarında takiyye yapmak zorunda kalmış olan geçmişin Alevilerinin sahip olduğu mazerete, günümüz Alevi önderlikleri sahip değildir. Açık konuşmaları halinde, geçmişteki gibi açık bir baskı ile karşı karşıya kalmayacakları bir yana, görece baskıyla karşılaşmaları halinde ise sadece Alevi toplumun değil Alevi olmayan demokrasi güçlerinin de ciddi desteğini arkalarında bulacaklardır. Durum buyken öylelerinin Aleviliğin temel duruşunu tahrif etmeleri illa ki takiyye kavramıyla açıklanacaksa, bu takiyye geçmiş zamanlardaki Alevilerin ve açık belge olarak Buyruk’ların yaptığı cinsten Sünni-Şeriatçı otoriteye karşı değil, doğrudan Alevilere karşı, onların egemenlerin istediği çizgiye çekilmelerini amaçlayan bir takiyyedir. Yani Mir’ati’nin deyişinin tam tersine Aleviliğe, onun müttefiklerine, bilimsel ahlak sahibi olanlara karşı elleri dilleri belleri kocaman dolaşırken, “alemde”, yani Alevi kimliği ve haklarını savunacakları meydanda “majestelerinin muhalefeti” ile yetinmekte, majestelerinin çok yönlü desteğiyle ve onun huzuru için alan tutmaktadırlar

Aleviliğin Ali’sine ilişkin durumu pekiştirmek çerçevesinde konumuza devam edelim: Şahkulu Dergahı son Postnişini Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’ya göre “Tanrı Ali’nin kişiliğinde, insan niteliği içinde gözlere açılır. Varlık kavramı altında toplanan ne varsa, baştanbaşa Alidir:

‘Ayine tuttum yüzüme / Ali göründü gözüme

Nazar eyledim özüme / Ali göründü gözüme

...

Ali evvel Ali ahir / Ali batın Ali zahir

Ali tayyib Ali tahir / Ali göründü gözüme’

Bu minval üzere uzayıp giden deyişe göre, “Ali bütün varlıkların özüdür, yaratıcısıdır, Tanrı’ya yükletilen, onda varsayılan bütün nitelikler, yetenekler, yetiler, güçler Ali’de vardır. Ali Tanrı’nın kendisidir. Evreni yaratan da, insanı koruyacak olan da gene Ali’dir. Ali’nin dışında başka bir yüce varlık, görünen güç yoktur” (İ. Z. Eyüboğlu, Türk Şiirinde Tanrıya Kafa Tutanlar, s.124)

Benzer bir deyiş de Pir Sultan’da geçer:

Pir Sultan’ım şu dünyaya / Dolu geldim dolu benim

Bilmeyenler bilsin beni / Ben Ali’yim Ali benim

....

Çarşılarda dolanırım / Ben Hakk’ım Hakk’tan gelirim

On ik’İmam’ı Hak bilirim / Dedikleri veli benim

....

Pir Sultan kapında kuldur / Bunu bilmek müşkül haldir

Ali’nin ihsanı boldur / Şah’ı Merdan kulu benim”

Görüldüğü gibi Pir Sultan kendini Ali ile özdeşleştirmekle yetinmemekte, aynı zamanda kendini Ali’nin kulu olarak nitelemekte, yani Ali’yi Allah görmektedir. Aynı şekilde Hak bellendiği söylenen 12 İmam’ın dediği veli benim demektedir. Deyiş bütünlüğü içinde Allah olan Ali, aynı zamanda kendisi de Tanrı olup ve Tanrıdan gelen Pir Sultan olmakta ve tanrı-insan (Ene-l Hak) anlayışına ulaşılmaktadır. Bu yaklaşım ise, hangi türden yorumlanırsa yorumlansın fark etmez, İslam nezdinde kabul edilemez bir “küfür” olmaktadır. Nitekim bir başka deyişinde; “Koparmadım asla kokladım bir gül / Kafir oldum imana geldim” diyerek bu suçlamayı üstlenmektedir.

Benzer bir deyiş, damat-kuzen Ali gerçeğini niteliksel olarak aşan bu Batıni Ali kültünü belki de ilk dillendiren, Ene-l Hak düşüncesini Ali özgülünde belki de ilk şekillendiren ve 1408’de derisi yüzülerek öldürülen ozan Nesimi’de şöyle dillenir:

“Ali evvel Ali ahir, Ali batın Ali zahir

Ali şems-i münevverdir, Ali dilnur ile Enver

Ali’dir her şey için can, Ali’dir yar ile mihman

Ali rahim Ali rahman, Ali’dir cümleye server

Ali sultan Ali sübhan, Ali cennet Ali Rıdvan

Ali dindir Ali iman, Ali’dir sakı-i Kevser

Nesimi’nin dil üç canı, Münevverdir Ali nuru

Ali vâlâ Ali âlâ, Ali’dir server-i safter” (Onur B. Kula, Çoğulcu Düşünce Karşıt Kültür, s.268)

XIX. yy. Kızılbaş şairi Derviş Ali’nin, Ali’yi tanımlayışı şöyledir:

“Yeri göğü arşı kürsü yaratan / Men Ali’den başka tanrı görmedim

Yaratup kulunun kısmetini veren / Men Ali’den başka tanrı görmedim”

Tanrısal bir kavram olan söz konusu Ali’yi, tarihte yaşamış bildiğimiz Ali ile özdeşleştirdiğimiz zaman onu Tanrı olarak içselleştirmek de, bu fikri başkalarına inandırıcı bir şekilde anlatmak da olanaksızlaşır. Nitekim Aleviliğin Ali’sini kuzen-damat Ali ile özdeşleştirmeye başlayan günümüzün kimi Alevilerinin, tanrı-insan ve tanrı-Ali teolojisinden, dolayısıyla gerçek Alevilikten niteliksel olarak uzaklaştıkları görülmektedir. Bu anlayış içinde öylelerinin, Batıni anlayıştan Zahiri anlayışa doğru kaydıkları görülmektedir. Ancak tıpkı diğer dinlerin tanrı anlayışlarında olduğu gibi, soyut tanrının Ali suretinde göründüğü, Ali’de somutlandığı fikri üzerinde şekillenen mantık, diğer din inanırlarının mantık ve algıları nezdinde de inandırıcılık kazanır. Ancak onlar nezdinde inandırıcılık sorunu bir yana, Anadolu Aleviliği'nin gerçek inanç önderleri böyle inanmaktadırlar.

Diğer yandan her dini algılayışta olduğu gibi buradaki algılayışta da Tanrı farklı özellik ve meziyetler gösterir. Nasıl ki Hıristiyanlık inancındaki tanrı Müslümanlıktaki tanrıdan farklı özellik ve görünümler arz ediyorsa, Aleviliğin tanrısıyla Müslümanlığın tanrısı arasında da farklılıklar söz konusudur. Üstelik bu farklılık Alevilik ile Müslümanlık tanrıları arasında çok belirgin nitelikler gösterir. Bu açıdan Müslümanlıkla Museviliğin tanrıları arasında büyük benzerlikler gözlenirken, Hıristiyanlıkla Aleviliğin tanrı algılayışlarında kısmi benzerlikler görülür. Örneğin bu ikincilerde üçleme ve dünyevi düzene daha az müdahil bir tanrı algılayışı söz konusuyken, Musevilik ve Müslümanlıkta mutlak, ceberut ve dünyanın her işine sürekli karışan, kader belirleyen, dünyevi düzen (şeriat) dayatan bir tanrı anlayışı söz konusudur. Ancak benzer kimi özelliklerine karşın Aleviliğin tanrı anlayışı Hıristiyanlıktan da temelde farklıdır; çünkü Alevilikte vahdet-i vucut bağlamında insan suretinde bir tanrı algılayışı söz konusudur. Ve bu özgünlük, Hıristiyanlıktan da temel ayrımla, Alevi bireyin tanrı ile arasındaki ikiliğin kalkması anlamında Ene-l Hak anlayışına varır.

Bu bağlamda, “Sururi’nin, zahirde (görünen şeylerde) ve batında (görünmeyen şeylerde) varlığı şüphesiz olan, ‘Aliy-yel Murteza’yı Şah Nurullah’ı, hiç şüphe yok ki, kozmik ehemmiyeti olan, doktrinal Ali’dir.Allah’ın nuru, Muhammed Ali’de tecelli edince, Muhammed Ali, bir şahıs olarak düşünülünce, Ali’nin Tanrı kabul edilişine şaşmamak gerekir. Yukarıda da gösterdiğimiz gibi, ikisi bir sayılıyorlar. Fakir Edna (17. yy) öyle sayıyor:

Ali Muhammed’dir Muhammed Ali

Gördüm bir elmadır elhamdülillah

Kudret kandilinden nurunu alan, kozmik ehemmiyeti olan Ali, 17. yüzyıl Kızılbaşlarından olan İsmail’in gözünde de Tanrı sayılmaktadır:

Evvel Ali yerin göğün binası

Kudret kandilinden çalınmış mayası” (Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik, s.214)

Dikkat edilirse İslamiyet tanrısından bambaşka bir tanrı tasavvuru ile karşı karşıyayız. Bu fark içselleştirilince, kimi Alevi inanç önderlerince, Ali’den ayrıca Muhammed’e yapılan yollamaların da, gerçekte İslami inancın tezahürü olarak değil, aksine, kendilerini kuşatan ve baskı uygulayan İslamcılara karşı bir ideolojik savunu aracı olarak devreye girdiğini görürüz. Nitekim bu yollamaları daha çok kullanan Kul Himmet şöyle dillenir:

“Muhabbettir Lailaheillallah / Muhabbettir Muhammed Resulullah

Muhabbettir Ali şah Veliyullah / Üç isim manada birdir muhabbet”

Görüldüğü gibi ayrı ayrı ifade edildikleri durumda bile, üç isim sonuçta anlamda birleşirler. Peki bu birleşme fikri aynılık anlamında mıdır? Açıktır ki hayır! Bunu yukarıdaki satırlarda döne döne gösterdik. Nitekim bir diğer deyişinde yine Kul Himmet, tanrının tek ve Ali olduğunu aşağıdaki deyişinde yineler:

“Nice yüz bin yıllar kandilde durdun

Atanın belinden medara geldin

Anın için halkı gümana saldın

Bin bir dondan baş gösterdin ya Ali”

Alevi sırrı bağlamında Ali-Allah, sadece tarihsel Ali donunda değil, aynı zamanda diğer Alevi inanç önderlerinin, Hallac-ı Mansur’un, Nesimi’nin, Yunus’un, Şah İsmail’in, Bektaş-i Veli’nin de suretinde görülür. Nitekim Kul Hasan, bu inancı Bektaş-ı Veli nezdinde şöyle yineler:

“Ali’nin işleri daim sırrınan / Kisvesini kırmızıdan örtünen

Nar içinde Cebrail’e görünen / Hünkar Hacı Bektaş Ali kendidir”

18. yüzyıl Bektaşilerinden Katip ise, bu tanrısal devreye kendini de dahil eder:

“Sırr-ı Bektaşi’yiz ayrı değiliz

Heman sağ gezeriz gayrı değiliz

Birlikteyiz ayrı gayrı değiliz

Bir kimse sayılırız üçümüz bizim”

Bütün bu belirlemelerin üzerinden gerekmiyor gerçi ama, anlamamakta ve tahrif etmekte ısrar edenlere karşı belirtilmelidir ki, Alevilik, Müslümanlıktan temelli farka sahiptir. Bin yıllık baskı ve kuşatmanın etkisiyle kendisine Müslüman demesini esas almamız halinde ise, belirtilmelidir ki, bu “Müslümanlık”, Kur’an’dan ve İslam tarihinden bildiğimiz Müslümanlıktan bambaşka bir Müslümanlıktır.

Alevilik Haberleri

Kerbela: Gerçek mi mitoloji mi?
Metin Karataş: 'Alevilerin ibadethanesi dört duvar arası değildir!'
Aleviliğin İnanç ve Kültür Kaynakları
Kırklar Meclisi Mitolojisi ve Sırları
ALEVİLİĞE KABUL TÖRENİ