Ali BULAÇ / Zaman
Alevi çalıştayında en çok tartışılan ve Sünni kesimin iç huzuruyla onaylamadığı ana mesele "cemevlerinin ibadethane" sayılması gerektiği konusu oldu.
Başta belirtmek gerekir ki, biz Alevilere dinî veya hukukî bir kimlik veya statü belirleme durumunda değiliz, bu yetki ve hakkı kendimizde görmüyoruz. Ancak karşılıklı olarak kaygılarımızı ve zihnimizdeki istifhamları belirtip giderme gibi bir hak ve sorumluluğumuz da var. Eğer Aleviler ısrarla "cemevlerinin ibadethane" statüsünde tanınmasını istiyorlarsa, sonuçta biz bunu kabul ederiz, ama bunun yol açabileceği sonuçları birlikte mütalaa etmemizde de zaruret var:
Kur'an ve Sünnet kaynaklarındaki geçerli isimlendirmeye göre Müslümanların ibadet ettiği yerlere "mescid" denir. "Allah'ın mescitleri, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa" vs. "Camii"yi, daha çok biz Türkiye'de yaşayanlar kullanır ki, anlamı Müslümanların ibadet etmek üzere toplandıkları yer ise de, esasında "ölçeği genişletilmiş, büyük mescit" demektir. Suudi Arabistan'da aksine küçük mescidlere "camii" dendiği vakidir. Sünni, Şii, Zeydi, Harici ve İbadi mezheplerine mensup Müslümanlar ibadet yerlerine "mescit" derler, camii terimini bu manada kullanmaktadırlar ve prensip olarak bütün mescit ve camilerde kılınan namazın geçerli olduğunu bilirler.
Alevi çalıştaylarının tümünde, Alevi sözcüleri Aleviliğin İslam-içi olduğunu özellikle vurguladılar. Bundan daha sevindirici ve rahatlatıcı bir beyan olamazdı. Bunun yanında Alevi sözcüleri bir yandan bu önemli beyanda bulunurken, diğer yandan "camiye gitmediklerini, 'Sünniler' gibi namaz kılmadıklarını" söylüyor; cemevlerinde yaptıkları niyaz ve ayinle ibadet ettiklerini, bu yüzden cemevlerinin birer "ibadethane" sayılması gerektiğini ittifakla ve ısrarla belirtiyorlar.
Eğer cemevleri, "ibadethane" olarak isimlendirilecekse, Alevilerin Sünnilerden kategorik olarak farklı bir ibadet tarzları olduğu anlamına gelir ki, bu bir dinin, yani İslam'ın içinde "iki mabet" oluşması anlamına gelmez mi? Bu yeni isimlendirme ve ibadethanelerin farklılaş(tırıl)ması, zaman içinde bir dinin ikiye ayrılmasına, Müslümanların iki din mensubu şeklinde bölünmesine zemin hazırlamaz mı? Bir dinin iki mabedi olur mu? İki farklı mabet, iki farklı dini ima eder; mabet ortaksa eğer birden fazla mezhep mümkündür, meşrudur ve din içindeki çoğulculuğun gereği ve tezahürüdür.
Mezhepler arasındaki farklılığın ibadetlere yansıması normal ve makuldür. Mesela Mardin ve Diyarbakır'da Hanefiler ve Şafiiler camilerde beraber namazı kılar, ancak cuma namazından/iki farz rekattan sonra "Zuhr-u ahir" adı altında Hanefiler dört rekat namazı münferit kılarken, Şafiiler sağ taraftaki mihrapta ve kendi imamları arkasında cemaatle kılarlar. Bu, bugüne kadar herhangi bir ayrışma ve çatışmaya sebebiyet vermemiştir.
Aleviliğin bir fıkıh mezhebi olmaktan çok bir tasavvufi yorum olduğunu kabul etmemiz durumunda da, benzer pratikler vardır. Mesela Mevleviler, Mevlevi dergâhlarında sema ve zikir yapar ve bunu elbette ibadet bilinci ve düşüncesiyle yaparlar. Ama Mevleviler camiye gider, beş vakit, cuma ve bayram namazlarını kılarlar. Tabii ki, Mevleviler arasında da namaz kılmayanlar var, ama devam ettikleri Mevlevi dergâhlarını mescit veya camiinin dışında İslam içinde ikinci mabet gibi görmüyorlar. Böylelikle Mevlevilik, İslam içinde farklılığını muhafaza eden bir İslam yorumu, bir tarikat, bir inanç grubu olarak yer alıyor. Çarşamba devam edeceğiz.
NOT: Cumartesi günkü yazımda Sivas olaylarıyla ilgili Arif Sağ'ın, "Olayların bir sene önce planlandığını, esasında her iki kesimin bu işte hatalı olduğunu" söylediğini yazmıştım. Sağ, bu cümle kalıplarıyla görüş beyan etmediğini dolaylı yollarla bana iletti. Maalesef dün gün boyu kendisine ulaşamadım. Ben tabii ki Arif Sağ'ın dediklerini yanlış anlamış veya bir başkasının söylediklerini kendisine nispet etmiş olabilirim. Kimseye söylemediği şeyi isnat etmek istemem. Bana tam olarak ne söylediğini gönderme lüzumunu hissederse bu köşede yayınlarım.
Zaman - 01 Şubat 2010, Pazartesi
***
Cemevleri - (2)
Cemevlerinde "cem ayini" icra edilir. Bunun çeşitli ritüelleri, zikir ve semahı vardır. Dede Veli Gülsoy, "Secde, zikir, kıyam ve duanın olduğu yer ibadethanedir" diyor.
Ancak bunlar "namaz kılma" ibadetinden başka bir şeydir. Aleviler, cem ayinlerinin "niyaz" olduğunu söyler ki, niyaz namazın alternatifi değil, belki ondan sonra ibadeti süsleyen unsurdur. Namaz kılmayıp niyazla yetinenler de var. Niyaz için dergâh, tekke, tarikat mekânı veya cemevi olabilir. Nitekim beş vakit, cuma ve bayram namazlarının eda edildiği yerlere, "mescit veya cami"; tasavvufi mekânlara "dergâh, tekke, zaviye, Mevlevihane, zikir meclisleri" vs. denir. Cemevleri de bu meyandadır. Söz konusu mekânlarda icra edilen şeyler ibadettir, ibadet niyetiyle yerine getirilmektedir. Ancak bu "geniş anlamda ibadet" olup "dar anlamda ibadet" mescitlerde yerine getirilir.
Alevi sözcüleri, kendilerini Sünni ve Şiilerden ayırt etmeye çalışırlarken, bir Alevi'nin prensip olarak, yani öğretisel anlamda namaz kılmadığını ve camiye gitmediğini söylerler. Altını çizdikleri husus şudur: "Beş vakit namaz kılıp camiye gidene kimse bir şey demez, ama Alevi İslam'ında namaz yoktur, niyaz vardır, dolayısıyla camiye gitmek gerekli değildir, bu yüzden Alevi köylerine cami yapılması Alevileri Sünnileştirme politikasının bir sonucudur."
Mademki, Aleviler ittifakla "Bizde namaz yoktur, camiye gitmeyiz, biz ibadetimizi niyaz olarak cemevlerinde icra ederiz, bu yüzden cemevlerine 'ibadethane' statüsü verilsin" diyorlar, bunu öylece kabul edip, bu talebi yerine getirmekten başka yol yoktur.
Cemevleri, kent Aleviliğinin mekânları olarak yirminci yüzyılın son 10 yılında hızla ortaya çıktı. Alevi kimliğinin tarihî kökleriyle bağını kurmak, kimliği yeniden inşa etmek gibi önemli fonksiyonları görüyorlar. 1925'ten beri süren "dergâh, tekke ve zaviye"lerle ilgili yasak olmasaydı, belki ayin-i cemlerin icra edildiği mekanlara "dergâh veya tekke" denecekti. Kimlik inşa etme işleminin tabii ki dinle ilgisi vardır, ama bu fonksiyonel değerde teşekkül etmiş bulunan cemevlerinin mescitlere alternatif, bir "başka dinin ibadet mekânları / mabetleri" gibi konumlandırılmaları İslam içinde derin bölünmelere sebebiyet verir diye endişelere yol açıyor.
Böylesine stratejik ve tarihî değeri olan bir karar verirken, a) Aleviliğin İslam bünyesi içinde, yani ana gövdeye nazaran alacağı şekil; b) Alevileri tarihsel olarak nereye götüreceği soruları üzerinde düşünmek lazım.
İslam nokta-i nazarından ana gövde akait, ibadetler ve muamelat zemininde oturur; bütün bunların somut sembolleri mescitlerdir. İslam'ın ana şemsiyesi altında gövdeyi teşkil eden mezhepler Sünnilik (Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbelilik); Şia, Zeydilik, Haricilik, İbadiye'dir. Bunların aralarında kelam ve fıkhî pratik farkları olsa da, ana çerçevede, yani "dar manada ibadet ve ibadethane"de birdirler, bu özellikleriyle "mezhep" olma sıfatını hak etmektedirler. Aynı şemsiyenin altında onlarca fırka da vardır: Kadıyanilik, İsmaililik, Dürzilik vs.
Aleviler bu tarihsel dönemeçte bir karar vereceklerdir: Biz, İslam'ın içinde yer alan ve kendimize özgü farklılığımız olan bir "mezhep" mi olacağız, yoksa marjinal bir fırka olarak mı yolumuza devam edeceğiz? Şu veya bu sorunun cevabını vermek tamamıyla Alevilerin bileceği bir iştir. Biz dışarıdan onlara herhangi bir kimlik empoze edemeyiz. Mezhep veya fırka olma yolunu da seçseler, biz onlarla barış içinde ve bir arada yaşama azmindeyiz. Sadece İslam'ın genel birliği ve bütünlüğü ile onların gelecekte alacaklarını düşündüğümüz toplumsal-dinî form konusunda zihnimizde beliren istifhamları belirtme zaruretini hissediyoruz.
Bunun yanında içlerinde beş vakit namaz kılan, Ramazan orucunu tutan ve hacca giden Alevilere gerekli toleransı göstermeleri, onların cami ile cemevi arasında kurdukları köprüyü berhava etmemeleri en büyük dileğimiz ve temennimizdir. Bu insanlar Sünni ve Alevi dünya arasında tearuf, teavun ve ittifakı kurma potansiyeline sahip kimselerdir.
Ali BULAÇ
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy97923 = 'a.bulac' + '@';
addy97923 = addy97923 + 'zaman' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
var addy_text97923 = 'a.bulac' + '@' + 'zaman' + '.' + 'com' + '.' + 'tr';
( '' );
97923 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
Zaman - 03 Şubat 2010, Çarşamba