Ali Balkız AKP'nin Alevi "açılımı"nın merkezinde Aleviliği Sünnileştirme ve Alevileri asimile etme çabasının bulunduğunu düşünüyor. Balkız, AKP'nin 22 Temuz seçimleri sonrasında Alevilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerden oy alamadığını gördüğü için böyle bir operasyona giriştiğinin altını çiziyor.
soL Pir Sultan Abdal Kültür Derneği eski Başkanı Ali Balkız ile AKP'nin Alevi operasyonunu ve dün akşamki iftar yemeğini konuştuk.
soL: AKP'nin alevilere yönelik açılımlarını, iftar yemeği örneğinden de yola çıkarak, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu açılımın, geçmişte diğer düzen partilerinin Aleviliğe yönelik açılımlarından bir farkı var mı?
Ali Balkız: Cümlenin son kısmından başlayalım. AKP'nin bu "açılımı"nın, günümüzdeki tanımlamalara uygun olarak da bu harekatı, diğer bir ifadeyle operasyonu bundan önceki siyasi partilerin benzer girişimlerinden bir yönüyle ayırt edici ama bir yönden de bir geleneğin devamıdır. Çünkü önceki yıllarda özellikle çok partili demokrasi yıllarında nasıl bir demokrasiyse, demokratik seçimler dönemine girdiğimiz dönemden bu yana kimi partilerin girişiminin bir devamıdır. Ama bir yanıyla da farklı, farklılığı şuradan kaynaklanıyor: AKP'li politikacılar, AKP'li belediye başkanları, AKP'li milletvekilleri, yöneticiler, bakanlar ve başbakan kadar bugüne dek Alevilere yönelik hakaret anlamı içerebilecek söz söyleyen kimse olmamıştı. Ya da davranışta bulunan kimse olmamıştı. Bu tür karşı çıkışlara karşın, sicillerinde bu tür bozukluklar olmasına karşın bugün Alevilerle iftar sofrasına, -ki Alevilerde iftar sofrası yoktur- oturmuş olmalarını daha önceki benzer partilerin yaptıkları bu tip girişimlerin üstünde bir riyakârlık olarak nitelendirmek gerekiyor. Evet bu bir riyakârlıktır. Daha önceki partilerin yapmadıkları, yapamadıkları, cesaret etmedikleri ve edemedikleri bir boyuta ulaştırmış bir riyakarlıktan başka bir şey değildir. Böyle bir farkı var.
Bu operasyonun merkezinde toplumun ortalamasına göre daha ilerici eğilimler barındıran Alevileri gericileştirme çabası mı bulunuyor?
Gericileştirmeden öte bir asimilasyon girişimi. Şimdi Alevilik bin yıldan beri bu topraklarda var olan bir kültür, bir yaşam biçimi ve bir inanç biçimi aynı zamanda. Doğayı, toplumu bir algılama biçimi, yorumlama felsefesi. Ne Selçuklu döneminde, ne Osmanlı döneminde, hatta ne de Cumhuriyet döneminde düzenle, düzenin kendi alışkanlıklarıyla, anayasalarıyla, yürüyüş tarzıyla çok da uyumlu olmuş, onu benimsemiş, içiçe geçmiş bir olgu değil. Tam tersine hakim olan erke, düzene ve sisteme karşı gelerek kendisini korumuş, karşı gele gele bugüne ulaşmış bir yapı. Karşı çıkarak kendini koruma olgusu bugüne dek devam edegeldi. Hem de sürülmelere, yok sayılmalara, inkar edilmelere, hakarete maruz kalmalara, aç susuz bırakılmalara, toplu katliamlara maruz kala kala bugüne dek gelebilmiştir. Tüm bu baskılara karşın Aleviliğin kendi değerlerinden bir şey kaybetmemiş olmasının nedeni kendi öz çekirdeğinde yatmaktadır. Bir kez sadece İslamiyette değil başka birçok birliğe göre, yaşayan dinlere göre Aleviliğin kendine has bir tanrı anlayışı var.
Bu tanrı anlayışı kendi coğrafyamızdan hareket edecek olursak İslamiyetten farklıdır. İslamiyette tanrı hep her şeyi yaratandır, mutlaktır, ezeldir, ebeddir. Dündür, bugündür ve gelecektir. Her şeyin sahibi ve yaratıcısıdır. Ama Alevi anlayışında akıl söz konusudur. Akıl ile inancın bir arada olma olasılığı yoktur. Ya akıl edeceksiniz; akıl demek bilim demektir, düşünmek, yorumlamak, kavramak, anlamak, içselleştirmek ve benimsemek demektir. Tartışmak demektir, şüphe demektir. İnanmak ise kayıtsız şartsız bend olmaktır. Dahil olmaktır, dahil olduğunuz yerde mutlu olmaktır. Alevilerin bu özelliğidir ki Alevilerin tanrı anlayışını farklı kılar: Alevinin tanrısı insandır. Alevi ulularının Aleviliği tanımlamak için kullandıkları özlü sözler vardır. Neye benzer bu; "bütün ülkelerin ezilenleri birleşiniz" sözü gibi bir söz, "tek yol devrim" sözü gibi bir söz ya da "dünya dönüyor" sözü gibi bir söz, "güneş batıdan batıyor" sözü gibi bir söz: "Okunacak en büyük kitap insandır." Buna "Benim kabem insandır" sözünü de eklemek lazım.
Buradan ne anlayacağız? Tevrat, Zebur, İncil , Kuran demiyoruz, "okunacak en büyük kitap insandır" diyoruz. "Benim kabem insandır" derken Mekke demiyoruz, insanı kastediyoruz. Tasavvufi anlamda da insan tanrının, o yaratıcının kendini görmek üzere, kendini sınamak üzere yarattığı bir olgu, bir varoluş. Ama hırsızı, arsızı, yolsuzu, düşkünü değil, kamil olan insanı. Enel hak anlayışı. İnsan tanrıdadır. Tanrı insandır. Haşa tanrı nasıl insanda olur demeyiniz, kamil olan insanda olur ki tanrıyı içselleştirmiş, özümsemiş bu dünyanın, bu sistemin bütün pisliklerinden kendini arındırmış, derviş olmuş, dede olmuş, pir olmuş, mürşid olmuş, kadını erkeği eşit kılar olmuş, büyüğü küçüğü zengini fakiri eşit kılar olmuş, zulme kimden gelirse gelsin karşı çıkar olmuş, mazlumun kim olursa olsun yanında olmuş, eşitlikçi olmuş, barışçı olmuş, insan öldürmeyi, insan yaralamayı, insana zarar vermeyi dinden, imandan, tarikattan çıkmakla eş kabul etmiş bir felsefe.
AKP için riskli bu anlamda...
Evet oldukça risk taşıyor. Bakın bu akşamki yemekte Atatürk'ün ve Hz. Ali'nin birer resmi vardı. Arasında da bir Türk bayrağı vardı. Bunlar sembolik şeyler ama bakın Alevilerin ser çeşmesi diye bilinen ve Bektaşiliğin Anadolu'daki en önemli kaynaklarından, merkezlerinden biri olarak bilinen Hacı Bektaş kasabası, Suluca Karahöyük'teki dergahda ve o dergahtaki meydan evinde yani cem evinde, onun duvarlarında 12 imamların, kırkların, Veysel Karani'nin, Muhammed Hanefi'nin başka Alevi büyüklerinin simgesel ya da olgusal anlamda büyüklerin, o zamanın ressamlarının çizdikleri tasvirler var. Resimler diyelim biz onlara. Ve bunlar o duvarları süslüyor. Kaç yüzyıldır varlar orda. Ve orada cem yapılıyor. Ve bugün de Bilkent otelinin duvarında Hz. Ali'nin resmi vardı. Bir Sünni camisinde, bir Sünni tekkesinde böyle bir resim görmek olası mı. Zinhar günah ve yasak, cehennemlik bir edimdir. Aleviler kadın ve erkek beraber ibadet ederlerdi, İslamiyet bunu da reddeder. Hatta Aleviler o cemlerde dem (içki) alırlardı, yani kendilerini sınarlardı; İslamiyet bunu da reddeder. İşin derinliğine girdiğiniz zaman AKP'nin bugün ne yapmak istediğini, Aleviliğin İslamiyetle ne kadar ilintili olduğunu, onların anlayışına ne kadar yakın olduğunu kuşkusuz onlar da biliyorlar.
Ama yapmak istedikleri bir şey var. Şunu keşfettiler. Aleviler bundan kırk elli yıl öncesinde kırlarda, köylerde, orman içlerinde, küçücük köylerde yaşıyorlardı. Ve o kendi yaşam tarzları içerisinde örgütlü yapıları vardı. Ne onlar devleti çok seviyorlardı ne de devlet onları. Zamanı geldiğinde askere gidiyorlardı, zamanı geldiğinde vergi veriyorlardı ve ilişki bundan ibaretti. Ama bu ekonomik koşullar, bu sosyolojik olgu, göç olgusu onları yaşadıkları yerlerden büyük kentlere getirdi. Aleviler buralarda kendi geleneksel yapılarından koptular. Ekonomilerinden, aşiretlerinden, aile yapılarından koptular. Artık Sünni komşularıyla, apartmanlarda, mahallede, çarşıda, pazarda yan yana ve bir arada yaşıyorlar. Bu iyi bir şey. Kimi önyargıları ortadan kaldırmak adına, birbirlerinin dost olduklarını anlamak adına iyi bir şey. Karşılıklı etkilenme adına iyi bir şey. Ama devlet zaten varolduğundan bu yana Sünni geleneğin devleti, örgütsel yapı o. 70 bin camisi olan bir ülkede yaşıyoruz. 100 bin imamı olan bir ülkede yaşıyoruz. Bilmem kaç trilyon bütçesi olan bir Diyanet var. Ama kentte Alevilerin bu tip örgütleri, dayanakları yok. Kentte yem olmaya, asimile olmaya açık haldeler. Bu asimilasyon hareketi barışçıl görünen ama Alevilerin kalbine ok atan bir girişimdir. Aleviliği Sünnileştirme. Aleviliği alevi olmadan çıkartma. Aleviliğe kimi anlamlar yükleme. Kimi düşünce tarzlarını, kimi alışkanlıklarını, kimi yaşam tarzlarını empoze etme davranışı. En tipik olanı da bugünkü iftar yemeği.
Alevilerde iftar yemeği diye bir yemek yoktur. Alevilerin orucu İslamın orucuna benzemez. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da çektiği acıları hissetmek, paylaşmak adına matemdedirler, yas içindedirler. Onun adına oruç da tutmazlar, aç kalırlar. Kendini dünyanın bütün nimetlerinden mahrum bırakmaktır. Şimdi AKP diyor ki Reha Çamuroğlu aracılığıyla bu bir iftar töreni, davetiyede öyle yazıyor. Ne görüyoruz biz burada ramazanda alışık olunan görüntülere Alevileri dahil etme ve Aleviliğe monte etme çabası.
Sizce ayrı ayrı Alevi örgütleri ve Alevi emekçiler yüzünü ne derece AKP'ye dönmüş durumda? Örgütler ile tabanları arasında bu konuda bir açı var mı, örneğin Alevi tabanının yüzünü AKP'ye daha fazla dönmüş olduğunu söylemek mümkün müdür?
Aleviler 20 milyondan bahsedilen sayılarda bir topluluk. Olumluluklar ya da olumsuzluklar Sünnilerde olduğu gibi Aleviler içerisinde de mevcuttur. Sonuçta bu ekonomik ve siyasi koşullarda yaşıyoruz. Evet teorik anlamda Alevilerin şu özellikleri var diyoruz ama aynı özellikleri biz üç aşağı beş yukarı Sünnilerde de bulabiliriz. Bağnaz kesimi ayrı tutarsak. Bu büyük topluluk içerisinde ahlaki farklılıklar, ekonomik farklılıklar, sosyolojik farklılıklar, çıkar farklılıkları nedeniyle AKP'ye ya da başka bir sağ partiye meyil edebilecek kesimler vardır, olmuştur, olabilir. Bu böyle diye aleviler AKP'ye yöneliyorlar, ya da Erciyes'teki ritüelde olduğu gibi MHP'ye yöneliyorlar demek zor. Örgütlere gelince: örgüt bir bilinç ve akıl işidir.
Az önce bahsettiğimiz kent koşullarına uyum sağlamanın sonucudur örgütler. Kırdaki geleneksel yapının yerini bu sefer modern örgütler almıştır. Siyasi parti, dernek, vakıf gibi örgütlenmeler onun yerini almıştır. Örgüt ve örgüt üyeleri toplumun birkaç adım önünde örgütlenme bilincine sahip insanlardır. Bu anlamda örgütler toplumun sağduyusudur. Alevi örgütlerinin büyük bir kısmının Aleviliği tanımlarken İslamiyetle ilişkisini sınırlı gördüklerini biliyoruz. Bir kısmının ise bu tanımı yaparken Aleviliğin islamiyetin özü olduğunu söylediklerini de biliyoruz. Varsın olsun. Bunlar tartışılacak, araştırılacak sonuçta ortaklaşılacak bir yön bulunacaktır. Yeter ki demokratik bir tarzda, tartışma terbiyesini edinmiş, dinleme ve anlatma yeteneğine sahip olgunlaşmış insanlar olsunlar yeter ki. Ve yeter ki art niyetli olmasınlar. Onlar kendileri ikna eden bir doğrultuda buluşurlar.
Bugün Bilkent'teki iftar yemeğine adını sanını bildiğimiz, merkezlerini, amblemlerini bildiğimiz, yöneticilerini tanıdığımız, hangi tarihlerde kurulduğunu, hangi tarihte nerede ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu bildiğimiz hiçbir örgüt katılmadı. Katılmaları da olası değildi. Kendi üyelerini, kendi yoldaşlarını reddederek kopup bir gecede oraya gitmeleri mümkün değildi, nitekim gitmediler. Gitmek istemediler her şeyden önce. Ama adı sayılan, şu şu örgütler diye adı sayılan ve bugün oradaki iftarda olduğu sayılan hatta evsahibi olduğu söylenen kimi örgütler bundan 1, 2, 3 ay önce kurulmuş, Reha Çamuroğlu'nun yönlendirmesiyle, telkini ve desteğiyle kurulmuş AKP tarafından organize edilmiş yapay bir yapı.
AKP'nin gelecek seçimlerde Alevilerden de nasıl oy alırım diye tasarladığı bir şey. AKP'nin 22 Temmuz seçimlerinden sonra AKP'nin seçim sonuçlarını analiz eden bürosu nerelerden ne kadar oy aldık sorusuna bir de nerelerden niye oy alamadık sorusuna yanıt aradı. Bu sorunun yanıtı onları Alevilere götürdü. Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerden oy alamadılar.
AKP'nin Alevilere dönük vitrini için Reha Çamuroğlu'nu seçmesinin nedenleri sizce nelerdir?
Reha Çamuroğlu ilginç bir arkadaşımız. 12 Eylül öncesinde bilimsel sosyalizmin reddettiği, Lenin'in, Stalin'in bir sapma olarak nitelediği anarşist bir yapıdan gelen 12 Eylül'ü böyle yaşayan sonrasında Alevi olduğu anımsayan bu konuda araştırmaya, yazmaya başlayan, benim de yakından tanıdığım bir arkadaşımdır. Bir insan nasıl olur da sosyalist olmaktan liberal olmaya, Çiller'in, Mehmet Ağar'ın Susurlukçu partisinde başkan yardımcısı olmaya, oradan MHP ile flört etmeye, oradan AKP'ye transfer olmaya, başbakanın danışmanı olmaya... Bu nasıl bir evrilmedir, bu nasıl bir savrulmadır. Biz bunu anlamıyoruz. Bunu doğru bulmuyoruz. Tarihte böyle insanlar olmamış mıdır? Çok olmuştur. Reha bey de bu yönüyle tarihe geçmiştir. Artık tarih onu gelecekte yazacaktır.
Reha Çamuroğlu'nun "Alevilerin sol tarafından asimile ediliyor olduğu" yönündeki yorumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Reha bey soldan geldiği için solu bilir. Solun halka, halkın kültürüne, yaşam tarzına, inançlarına, sevinçlerine ve korkularına nasıl yaklaştığını bilir. Solun halk demokrasisi olduğunu, halk için sonsuz bir hürriyet olduğunu, bin çiçeğin birlikte açacağı, bin çiçeğin birlikte coşacağı, herkes için özgürlük anlamında olacağını en az bizim kadar bilir. Sol niye Alevileri asimile etsin ki? Böyle bir şeye girişen solun sol olduğundan şüphe etmek lazım bir kere. Tam aksine liberal anlamda değerlendirsek bile bırakın solu, sosyalizmi, insan hakları bazında bile solcular, sosyalistler liberallerden bin kere daha özgürlükçüdürler, onlar bile böyle bir şeye tenezzül etmezler. Sosyalistler yaşadıkları ülkelere, iktidar oldukları ülkelere özgürlük getirmişlerdir. Kaldı ki sosyalistlerin bu insanların içinde bulunduğu ekonomik ilişkileri, nesnel durumlarını kavramak, anlamak anlamında bir önceliği vardır. Orada kimin Alevi kimin Sünni, kimin Türk, kimin Beyaz Rus, kimin kara olduğunun önemi yoktur. Sosyalistler insanlara böyle bakmazlar.
Alevilerin Türkiye siyasetindeki konumları geçmişten bu güne nasıl değişti? 1970'lerde sadece sosyal demokrasinin değil aynı zamanda devrimci siyasetin de en önemli tabanlarından birini oluşturan Alevi toplumunun bugün genel olarak siyaset sahnesinden uzak durmasının nedenleri nelerdir?
Söylediğiniz şeyi Aleviler üzerinden tarif etmek zor. Demiştik ya biz bu ülkede yaşayan insanlarız. Aleviler neyse Sünniler de o. Alevilere has bir tespit yapmak burada zor. Belki ülkenin bütünü için, bölgenin bütünü için, dünyanın bütünü için bir tespit daha sağlıklı olur. O isabetli değerlendirmede de Aleviler paylarına düşeni alırlar. Ama özel olarak Alevilere baktığımızda Aleviliğin kendi kuralları, kendi felsefesi, kendi algılayış ve anlayışı nedeniyle tarihsel anlamda edindiği ve bugüne getirdiği miraslarını, köyden kente getirdiğinde oradan kentin varoşlarına ulaştığında, fabrikadaki tezgaha ulaştığında, oradan üniversite gençliğine, oradan aydınlara ulaştığında, sendikacılarla karşılaştığında sosyalistlerin, komünistlerin kendi argümanlarının, kendi söz, davranış, amaç ve araçlarının çok da yabancısı olmadıklarını anladılar, gördüler. Ve onlarla bütünleştiler. Bunda yadırganacak bir şey yok.
Miras öyle, birikim öyle, gelenek öyle. Bunun ete kemiğe bürünmüş halini kentte fabrika tezgahının başında gördüler. Sünni işçi Bekir ile Alevi işçi Ali aynı tezgahın başında çalışırken karşıda da Alevi mi Sünni mi olduğu pek fark etmeyen bir patron olduğu müddetçe, onu gördükleri sürece çıkarlarının aynı yerde olduğunu gördüler. Oradan sendikalar, oradan geniş halk örgütlenmeleri, işçi örgütlenmeleri, parti örgütlenmeleri oluştu. Orada kimin Alevi, kimin Sünni, kimin Türk, kimin Kürt olduğunun bir önemi yoktu ki. İşçi, emekçi, sömürülen, sömürüye karşı durmak zorunda olan bir sınıf. Bir de efendim sömüren sınıf ilişkisi söz konusu idi. Evet Aleviler o gün belki Sünnilere göre sosyalizmi daha kolay anladılar. Daha kolayca içselleştirip, benimsediler. Ve sol hareketler içerisinde sayısal olarak daha fazla yer aldılar.
Sol hareketin 70'li yılların sonuna gelindiğinde elde ettiği başarılar, yenilgileri, toparlanma çalışmaları, ülkemizde, çevremizde ve dünyamızda olan, emperyalist politikalara karşı solun kendisini en azından koruma girişimleri çerçevesinden bakıldığında Alevilerin de Türkiye'deki sol diyebileceğimiz, sosyalist, hatta sosyal demokrat diyebileceğimiz kesimi içerisindeki varlıklarını hissettiriyor oldukları bir gerçektir. Ama Alevi kimliği ve sıfatıyla bir siyaset? Aleviler bunu üç kez denediler. Biri Mustafa Bala'nın daha sonra Mustafa Timisi'nin genel başkanlıklarını yaptığı Türkiye Büyük Birlik Partisi, sonra Demokratik Barış Hareketi ve onun bir sonraki aşaması Barış Partisi girişimleri oldu. Bunlar Alevi değerlerine gönderme yapan biz Alevi partisiyiz demese bile öyle anlaşılan partilerdi. Ama bunlar başarılı olamadı, olmaları olası değildi, olmamaları da gerekiyordu. Çünkü herkesten çok Aleviler bilirler: Evet bu ülkeyi politika kurtaracaktır, bu ülkeyi siyaset kurtaracaktır. Yarını siyaset belirleyecektir. Ancak bunun kimi lokal, etnik ve inançsal referanslarla hareket edilerek yapılabilme olasılığı yoktur. Olsa olsa çıkarlar bazında, olsa olsa sınıf gerçekliği bazında, olsa olsa siyaset yelpazesindeki kendinizi tanımladığınız renk bazında olabilir çağdaş anlamda siyaset.
Kimi tanımlamalara göre Alevilerin Cumhuriyetle birlikte kimi özgürlüklere kavuştukları ifade ediliyor ki ben bunu kuşkulu buluyorum. Alevilerin siyaset yelpazesinde çoğunlukla sol partilerde bulundukları, sol değerleri benimsedikleri, bu anlamda 27 Mayıs'a kadar Demokrat Partili oldukları, CHP despotizmine karşı Menderes'i destekledikleri, Menderes'in de çok farklı olmadığını anladıklarında CHP ve Türkiye işçi Partisi'ne yöneldikleri, o partilerde görev almasalar bile o partilere oy verdikleri gerçeği söz konusu. Bu o günden bu yana devam edegelmiştir. Ama böyle olmakla birlikte bir erozyonun da yaşandığı, menfaat ve çıkar güdüleri, eğitimsizlik, boşvermişlik, asimilasyonun etkisi altında kalma, soldan sosyalizmden umudunu kesme, örgütlere yönelen darbelerin olumsuz etkisi altında kalma, bizden bir şey olmaz anlayışı nedeniyle yalpalamakta oldukları umutsuzluğa düştükleri de bir gerçek. Ama bir şeye daha parmak basmak lazım Aleviler adına partiler bazında yer alan Aleviler, Alevileri utandırdı, -ki bunların içinde müstesna insanlar elbette vardır, ben çoğunluğu için söylüyorum- iyi sınav vermediler. Kendi çıkarları için kendini beğendirme yarışına girdiklerini görüyoruz. Bu sınavlarda Aleviler sınıfta kaldılar. Bu alevi örgütlerinin geçen seçimlerde o patinin kapısından, bu partinin kapısına savrulduklarını, dün söylediklerini ertesi gün yapmadıklarını ve bunları yaparken yüzlerinin sıkılmadıklarını ve iyi bir şey yaptıklarına inanıyor olduklarını gördüğünüz zaman içiniz burkuluyor ve yaralanıyorsunuz. Bunlar nasıl Alevi demiyorsunuz bunlar nasıl insan diyorsunuz.
Teşekkür ederiz.
SOL GÜNLÜK SİYASİ GAZETE
14 Ocak 2008 - www.sol.org.tr