Aşıp, aşıp karlı dağlar gelirsin
Gelişin nerden yalınız turnam
Ben bilirim bizim elden gelirsin
Bir kelam söylesin diliniz turnam
Ağlamışsın gözün dolu yaş ile
Uğramışsın zemherinin kışına
Alıcı kuşla turnam senin işin ne
Gayrı yaman olur halımız turnam
Gel ağlama gözyaşını sileyim
Ne derdin var ise ben de bileyim
Yalnız kaldı isen yoldaş olayım
Daha çok uzak mı yolumuz turnam
Ezoterik öğretiye göre; tüm zamanların en ulu bilgesi Hermes, günümüzden 16.000 yıl önce kayıp kıta Atlantis’ten, Mısır’a göç ederek burada Nil Deltası’na yerleşti. Eski Mısır’da Hermes, Toth adı ile biliniyordu. Sümerliler ona Ningşzidda dediler. Yunanlılar, onu kendi tanrılarından ayırmak ve üç ayrı yüceliği ile (yüce kıral, yüce mürşit ve yüce erkân kurucusu) birlikte anmak için ona üç kere yüce Hermes anlamında ‘Hermes Trismegistus’ ünvanını verdiler. Batinî gelenekten gelen Musevi Kabalacılar, Hermes’i Yaradılış kitabının gökyüzüne çekilen gizemli peygamberi Enok ile özdeşleştirdiler. Hermes, Kuran’da adı geçen İdris Peygamber’dir.
Hermes eski dünyada, ulaşılmaz bilgeliğinden ötürü zaman içinde peygamberlik, kimi zaman da tanrı mertebesine yükseltilmiş, insanlığın belleğinde silinemeyecek izler bırakmış efsanevi bir ermişti. Eski Mısır’da astronomi, mimari, geometri, tıp ve teoloji konularında tüm bilgilerin Hermes’e indirildiğine inanılırdı. O, terzilerin piriydi. İlk elbiseyi o dikmişti. Hermes yazının efendisiydi. Kutsal sembol yazısı hiyeroglifi o bulmuştu. Hermes, Eski Mısır’da tapınaklarda ve piramitlerin gizli odalarında turna kuşu suretinde bir yazıcı olarak tasvir edildi. Mısır’ın ünlü ‘Ölüler Kitabı’nda Hermes ‘ilahi sözün efendisi ve ilahi sırların sahibi’ olarak tanımlanır.
‘İlahi Söz’ün efendisi Hermes ve Hermes’in öğretisine ev sahipliği yapan İskenderiye şehri ile Anadolu Işık insanları arasında, erken Hıristiyanları ve Hıristiyan Kilisesi’ni kendi siyasi çıkarları doğrultusunda biçimlendiren Bizans’ı son derece huzursuz, tedirgin ve rahatsız eden gönül bağı, dördüncü yüzyıl ve öncesinde yaşanmış ve sona ermiş geçici bir aşk hali değildi. Akdeniz’in iki yakası arasındaki bu sıcak köprü, tüm zamanlarda var oldu.
‘İlahi söz’ Alevi/Işık terminolojisinde; gerçeğin sesi anlamına gelen ‘Hakk’ın Nidası’ ya da, ‘Yaradan’ın sözü’ olarak sadeleştirebileceğimiz ‘Şah’ın Avazı’ deyimleri ile ifade edilir. ‘İlahi söz’ün efendisi Nil deryasının ulu bilgesi, Turna Kuşu sureti ile tasvir edilen Hermes’in (İdris Peygamber) öğretisinin Anadolu’da Alevi sözlü geleneği içinde hâlâ saygın bir yeri vardır. Hemen her yetişkin Alevi insanının ezbere bildiği, Pir Sultan Abdal’a atfedilmiş ünlü Alevi nefesi, Alevi erkânı içinde ona karşı beslenen hürmetin belirgin bir yansımasıdır.
Hazreti Şah’ın avazı,
Turna derler bir kuştadır.
Asası Nil Deryasında,
Hırkası bir derviştedir.
Alevi terminolojisinde Turna kuşu, Hermes’in kendisini ifade eder. Asa yer belirtir, kişinin asasının bulunduğu yer mekânının olduğu yerdir. Bir kişinin hırkasını giymek onun yolunda olmak, onun düşünce ve inancını paylaşmak demektir. Yukarıdaki simge dili ile söylenmiş dizelerde, İlahi kelâmın Hermes tarafından seslendirildiği, Hermes’in yurdunun Nil deltasında olduğu, ancak onun Anadolu’da bir derviş tarafından temsil edildiği ifade edilmektedir.
‘İlahi söz’ü yeryüzünde ilk dile getiren “irfan kuşu” olarak Alevi sözlü geleneğinde ve Alevi ritüellerinde sık sık karşımıza çıkan Hermes/İdris peygamber, Mısır ‘Ölüler Kitabı’nda ‘ilahi sırların sahibi’ olarak da tanımlanmıştır ki, İdris peygamberin bu niteliği Alevi sözlü geleneği içinde de karşımıza çıkar.
İdris nebidedir hakikat sırrı
Işk-ı faş eyleyip, kudretin narı
Nuh Naci’de gezip kuh-i deryayı
Ol demde bildi Haydar-ı kerrari
Turna kuşu simgesi, Aleviler’in Hermes’e karşı beslediği saygının ve binlerce yıldan bu yana, ona karşı sadakat ile sürdürdükleri bağlılığın ifadesi olarak her zaman Alevi ibadetinin ve Alevi günlük yaşamının içinde olmuştur. Alevi ibadetinin esası ve bütünü olarak niteleyebileceğimiz Alevi Ayin-i Cem’ini görsel bir şölene döndüren, evrendeki en büyükten en küçüğe tüm nesnelerin sonsuz döngüsünü stilize eden Alevi semahların en çok bilineni Hermes’in ismi ile anılır. Turnalar semahı, adını ondan almıştır.
Alevi sözlü geleneği Aleviliğin kutsal kitabıdır. Alevi sözlü geleneği içindeki dizeler birer “İlahi Söz”dürler. Ahmet Edip Harabi, Alevi sözlü geleneği içinde yer alan dizelerin Aleviliğin kutsal kitabı olduğunu şu dizeler ile ifade eder.
Bu ana değin ta kalü beladan
Haberimiz vardır her maceradan
Harabi’ye ihsan olmuş Hüda’dan
Okuyoruz işte kitabımız var
Alevi ibadetinde, Alevi Ayin-i Cem törenlerinde ‘İlahi söz’ün yeryüzüne taşınmasına dedenin/zakirin ‘bağlama’sı aracılık eder. Alevi ibadetinin ayrılmaz parçası olan ve Aleviler arasında ‘telli ayet’ olarak da isimlendirilen bağlama ‘İlahi söz’e ses verendir, yere indirendir. Bu yüzden Aleviler ‘İlahi Söz’ü dile getiren bağlamanın sesinin ‘Turna Kuşu’nun (Hermes’in) sesi olduğuna inanırlar.
turnalar
Alevi nefeslerinde İlahi söz, turna kuşu ve bağlama birbirleriyle öylesine iç içe geçmişlerdir, birbirlerinin içinde öylesine erimişler, kaybolmuşlardır ki, bu üç sözcük adeta aynı öznenin farklı seslerle söylenişleri haline gelmişlerdir. Alevi dedesi sazı eline aldığında ‘ilahi söz, Turna kuşu ve bağlama’ aynı kelimenin içinde tek vücut olurlar.
Sazım sana yad düzen mi kurdular
Tellerini haddeden mi süzdüler
Yad el değip perdelerin bozdular
Sarı turnam sinen parelendi mi
Sana kelam söyler davudi diller
Şu senin sevdana maildir eller
Göğsüne takayım alışkın teller
Sarı turnam sinen parelendi mi
Beş perdeden çalınıyor bağlama
Esip firgat ilen sinem dağlama
Bulam ustasını canan ağlama
Sarı turnam sinen yaralandı mı
(Hekimhanlı) Aşık Esiri
***
Turnam gelir bizim elden
Yeni kalkmış Ağırgöl’den
N’olur konuş bizim dilden
Üç telli, dört telli, beş telli turnam
Sen olmaz isen buralarda durmam
Sen olmaz isen ben sensiz olmam
(Davut Sulari)
***
Sazım bu sesleri Turnadan mı aldın
Pençe vurup sarı teli sızlatma
(Aşık Veysel)
Ulu Mürşit Hermes’le aralarındaki gönül bağı, Alevi inanışının üzeri zarif bir gizemle örtülmüş asli tutkularından biridir. Üç kere yüce Hermes, Alevi erkânı içinde her zaman var oldu. Onun Alevi inanışı içindeki sembollerle korunmuş varlığını ancak bu sırra vakıf olanlar, ‘gözlüler’ anladılar. Görmezler onu bir uçar kuş sandılar.
Aleviliğin Kökleri, Erdoğan Çınar, Kalkedon Yayınevi, (ss.191-196)