Prof. Dr. Cengiz Güleç / Zaman
Alevilik inanç ve öğretisinin İslam ile ilişkisi çok uzun yıllardır hararetli tartışmaların yürütüldüğü bir konu. Aleviliğin, İslam dairesi içinde hatta tam merkezinde bulunduğuna inanan ve bunu savunan Aleviler olduğu gibi, tam tersi bir tutum olarak İslam'la hiçbir özdeşlik ve benzerlik göstermediğini savunanlar da vardır.İslam vurgusu güçlü bir Alevilik anlayışının temel tezi şudur: "Alevilik laik Türk İslam'ıdır." Bu açıdan Aleviler için Yunus, Mevlânâ, Hacı Bektaş, Hacı Bayram ve Edebalı, aynı derecede değerli evliyalardır. Konunun önemi açısından biz de bu görüşü savunanlarla polemiğe girmeden Alevilik-İslam ilişkisine olabildiğince tarafsız ve nesnel bir gözle bakalım. İslam vurgusu güçlü Alevilik anlayışının dayandığı en önemli kanıt; Hz. Muhammed'in ve Kur'an'ın Alevilik için de kutsal olarak görülmesi gerçeğidir. Her bölgede olmasa bile Alevilerin çoğu cenaze törenlerinde Kur'an'dan ayetler okurlar. Kimi Alevi yerleşmelerinde namaz kılınır, hatta Ramazan'da oruç tutulur. Çok seyrek de olsa hacca gidilir. Yüzeysel bir değerlendirme ile bu kanıtlar Aleviliğin İslam içinde olduğunu göstermeye yetebilir. Ancak iyi bilineceği gibi Hz. Muhammed'in ölümünden sonra ortaya çıkan hilafet kavgalarında Şiilik mezhebi gibi Aleviler de Hz. Ali yanlısı olmuşlardır. Ancak Alevilik inancında 'Muhammed' ve 'Ali', Sünnilerin kabul ettikleri gibi birisi Nebi, öteki sadece bir halife ve veli değildir.
Hz. Muhammed ve Hz. Ali soydaşlıklarının dışında musahip kardeştirler. Bu nedenle "Muhammed Ali" hemen her zaman özdeş kutsallıklar olarak algılanır. Başka bir önemli nokta, Alevilerin öteki kutsal kitaplara ve peygamberlere gösterdikleri saygıdır. Bu bazı yörelerde (örneğin Dersim yöresi Aleviliğinde) Hz. İsa, Hz. Muhammed'den daha üstün ve Hz. Hüseyin'le özdeştir. Hızır kültürünün çok önemli olduğu hatırlanırsa, Hızır'ın zahiri olan Hz. Musa'dan daha kutsal olduğu görülecektir. Alevi inancına göre, bütün peygamberler aynı kutsal merkezden yani Hakk'tan doğarlar. Bu açıdan aralarında bir üstünlük meselesi olamaz. Her üç tektanrıcı dinin şeriatını önemsemeyen Alevilik gibi ezoterik-mistik bir inanç için bu durum da doğal bir sonuçtur. Her üç peygamberin vaz ettikleri aynı cevherden gelmiş olmalarından ötürü neredeyse özdeştir. Zahiri açıdan şeriatları farklılık gösterse de üç dinin bâtıni anlamları aynıdır. Bu da olgun-adil ve inançlı olma temelli bir teosofik ahlak öğretisidir. Alevilik–İslam ilişkisinde, hiç kuşku yok ki İslamî renkler ve motifler ile kutsal figürler değişik ton ve yoğunlukta Alevilikte de bulunmaktadır. Bu açıdan Aleviliği kanaatimizce kökten ve tümden İslam-dışı görmek mümkün değildir.
Ancak temel İslamî dogmalar ve kutsalların yoğunluğu Alevilerin bazı kesimlerinde biraz daha fazla vurgulu iken, (Örneğin İç Anadolu ve Çukurova yöresi Nusayrileri) bazı yörelerde neredeyse yok denecek kadar zayıftır. (Örneğin Dersim merkezli Kürt Alevilerde) Doğu Anadolu'nun sarp dağlık bölgesinin platolarında yaşayan ve otokton (göç etmemiş, yerli) bir halk olan Kürt Alevilerin, Sünni İslamiyet'i benimseyen merkezî otoritesinden görece uzak ve erişilemez olmalarını sağlayan coğrafî ve kültürel koşullar, bu bölge Alevilerinin çok uzun zamanlar Sünnileşerek asimile olmalarını önlemiştir. İç ve Batı Anadolu'nun Türkmen Alevilerinin inanç kimliklerini korumuş olmalarına rağmen, yoğun etkileşimler sonucu daha fazla öğretiye kimi İslami renkler daha fazla katılmıştır. Selçuklu ve Osmanlı hatta Türkiye Cumhuriyeti'ni de işin içine katarak diyebiliriz ki, aykırı inançlarından ve genellikle muhalif karakterlerinden ötürü Anadolu'daki Aleviler tarih boyu o kadar yoğun imha, inkâr ve katliam yaşamıştır ki, öğretide meşru yeri bulunan 'takiyye'ye sıkça başvurmuşlardır. İç Anadolu Alevilerinde en yaygın olarak kullanılan ve neredeyse bir atasözü niteliğindeki şu gizlilik ilkesi bu durumu açıkça göstermektedir: "Paranı, mezhebini ve ibadetini gizli tut." Merkezi Dersim olan Doğu Anadolu Alevileri bölgede ezici bir çoğunluğa sahip oldukları için bu takiyye ihtiyacı daha az olmuş ve öğretinin ritüel ve inançsal özü daha özgürce yaşanıp korunabilmiştir. Alevilik-İslam ilişkisi bağlamında İslam'ı dışlamayan ancak Aleviliğin tüm dinlerden önce neredeyse Hz. Âdem'le başladığına inanan aşırı 'Aleviciler' de bulunmaktadır. Bu anlayışı da yine Dersimli pir ocaklarının mensuplarında görmekteyiz. Bir de, Aleviliği İslam dairesi içinde gören Alevilerin büyük çoğunluğu İslam'ın farzlarını ve ibadetlerini yerine getirmezler. Bunu da şöyle savunurlar: Biz Kur'an'ın derin iç anlamını rehber alırız, şeklî ibadete ihtiyaç duymayız.
Öte yandan, Alevilik-İslam ilişkisine İslam'ı tümüyle reddeden radikal Alevilerin tezlerine bir bakalım. Bu grupta yer alan Alevilerin büyük çoğunluğu Aleviliği mistik ve dinsel öğeler taşıyan bir inanç olarak görmek istemedikleri gibi, onun özünün baskıcı-sömürücü devlet düzenlerine bir başkaldırıya indirgerler. Bu yanlı ve yanlış tutum özellikle din ve Arap alerjisi yüksek sol eğilimli Alevilerde görülür. Bu anlayışın da ne tarihsel gerçeklerle ne de sağduyu ile bağdaşır bir yanı vardır. Ağırlıklı olarak Kemalist-Türk Alevileri, meseleyi bu tarzda kurgularlar. Alevilerin çoğu (özel bir ilahiyat eğitimi almış ya da mürşit ocaklarında ciddi bir din eğitimi almış olanlar hariç) İslam'ın gerçek özünü anlama, öğrenme zahmetine girmeden, atadan gelen ve çoğu yanlış ve temelsiz basmakalıp fikirlerle yetinirler. Muaviye ve Yezit nefretleri yüzünden neredeyse İslam'ı Emevi Müslümanlığı ile özdeş görürler. Bu açıdan Aleviliği İslam'la ilişkilendirirken de (ister kabul ister ret olsun) sağlam bilgi dayanakları yoktur.
Bu bakımdan Aleviliği ve İslam'ı hem kaynakları hem de ritüelleri açısından karşılaştırmalı bir biçimde ele almak gerekir.
Alevilik semavî ve kitaplı bir din değildir. Tanrı kavramı her ikisinde de vardır. Ancak Aleviliğin Tanrı'sı tek ve mutlak yaradan değildir. Aleviliğin Tanrı anlayışı panteizmin ima ettiği bir aşkınlık-kutsallık olarak kadiri mutlak tek otorite değildir. Tanrısallık (varoluşun sırrı anlamında) tüm evreni kuşatmış olarak bulunur. Ancak Alevilik bir mutlak ateizm de değildir. Bu bakımdan Aleviliği deist saymak daha doğrudur. Yani her şeyi anlamak ve O'nunla birleşip-bütünleşmek (bu bir anlamda evrenle bütünleşmek olarak hayatın her anında gerçekleşebilecek bir arzuyu ve imkânı da işaret eder) için belirli bir dine ihtiyaç duymamak demektir. İslam'ın iman şartları bakımından Aleviliğin kadere ve kıyamete İslamî anlamda inanmadığı bir gerçektir. Aleviliğin Tanrı'sı da yaratıcılık niteliği gösterse de, insanı akıl varlığı olarak yaratmıştır. Dolayısıyla insan iradesi üzerinde aşkın bir mutlak varlığın iradesini kabul etmez.
Çoğunlukla laik ve ilerici Alevilerin sandığı gibi İslam insanları zorlayarak ve tehdit ederek İslam'a dönmelerini sağlamamıştır. Özellikle, İslamiyet'in kuruluş ve gelişme dönemlerinde, gayrimüslim toplulukların yönetimini ele geçirdikleri dönemlerde, gayet anlaşılır bir nedenle (cizye vergisinin kaybedilmesi endişesi ile) İslam'a çağrı yapmakla yetinmişlerdir. Alevilik soya bağlı bir inanç sistemi olması bakımından doğal bir zorlamanın tersine, içine yabancıyı almaya karşı sıkı kurallarla belirlenmiştir.
İslam'da topluluk içi ve topluluklar arası ihtilafları çözmede tartışma-danışmayı (meşveret) esas almışlardır. Bu bakımdan Alevilikteki rızalık konusunun önemi göz önünde tutulursa meşveretle benzerliği görülebilir. Bilindiği gibi önceki iki dinde de bulunan ruhban sınıfı İslam'da yoktur. Alevilikte inanç önderleri olan mürşit, pir ve dedelerin soya bağlı olması önemli bir farktır. Hatta bu açıdan İslam'ın Sünni yorumunun daha demokratik olduğu bile söylenebilir.
Sanılanın tersine İslam'da çoğulculuk ana ilkedir. Yani topluluk içi farklı görüşlere, ihtilafların çözümünde farklı önerilere açık olmak esastır. Hüküm her ne kadar Halife ve sultan makamında bulunan otoriteye son tahlilde ait olsa da dinin özünde tartışmak (rıza) yine temel ilkedir. Bir tür fetva makamı olan kadılık kimi zaman halifenin otoritesinden bile üstün sayılmıştır. Bu bakımdan da Alevilikteki rıza anlayışı ile benzerlik çok açıktır. 12 hizmetin yürütücüsü konumundaki dedenin cemlerde dile getirilen sosyal ihtilaflara çözüm bulmada önemli bir rolü olsa da, cem'e katılan tüm erenler sorunu özgürce tartışabilir ve sonunda dedenin vereceği hüküm, topluluğun rızası alınmadan yürürlüğe sokulamaz.
Prof. Dr. Cengiz Güleç
Alevi Enstitüsü Başkanı
Zaman - 23.04.2011