Alevilik ve Müslümanlık yazısında, ‘Alevilerin Kitabı’ yazısında, Alevilerdeki Kafa Karışıklığı yazısında, Alevliğin neden Müslümanlık olmadığı ayrıntılı bir şekilde incelenmişti. Bu yazıda, buna tekrar değinme gereği yoktur. Burada, Türk egemenlik Sisteminde, Türk devlet yapısında, din-devlet ilişkilerinin nasıl ele alındığı konusu üzerinde durulacak.
Türk siyasal kültürünün çok önemli bir söylemi var: Türkiye’de halkın % 99’dan fazlası Müslümandır. Bu söylemle ilgili sözleri, bir kahvehanede sohbet eden insanlardan da duyabilirsiniz, siyasal
partilerin, sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinden de
duyabilirsiniz, üniversitede, Tarih, Sosyoloji, Siyaset Bilimleri gibi
alanlarda çalışan, ders okutan profesörlerden de duyabilirsiniz. Bu,
tartışılmaz, dokunulmaz, doğruluğundan kuşku duyulmaz bir bilgidir.
Herkesin Müslüman olduğu, hiçbir tartışmaya yer bırakmadan,
doğruluğundan kuşku duyulmadan kabul edilmiştir. Alevilerin
Müslümanlığı, resmi ideolojinin önemli bir şekilde üzerinde durduğu bir
konudur. Kürdlerin Türklüğü gibi…
Bu önerme, kuşkuya, tartışmaya hiç fırsat vermeden, Alevileri, Müslümanlık kategorisi içine almaktadır.
Türk siyasal kültüründe bu söylemin, böylesine güçlü bir şekilde yer
etmesinde, bazı Alevilerin, Alevilerin önemli bir kısmının, ‘Aleviyiz
ama Müslümanız’, ‘Müslümanız ama Aleviyiz’ şeklinde, ikircikli tutumunun
da rolü vardır. Halbuki, Alevi isen Müslüman değilsin, Müslümansan
Alevi değilsin…
Alevilik elbette Müslümanlık değildir. Alevilik, Müslümanlıktan,
Hristiyanlıktan, Musevilikten, Zerdüştlükten, Şamanizden çok farklı bir
dindir/inançtır. Bütün bu dinlerden, inançlardan çok daha eski bir
dindir/inançtır. Ama, bu dinlerin, inançların hepsinde de Alevilikten
bazı etkilenmeler olduğu söylenebilir.
Alevilik ve Müslümanlık yazısında, ‘Alevilerin Kitabı’ yazısında,
Alevilerdeki Kafa Karışıklığı yazısında, Alevliğin neden Müslümanlık
olmadığı ayrıntılı bir şekilde incelenmişti. Bu yazıda, buna tekrar
değinme gereği yoktur. Burada, Türk egemenlik Sisteminde, Türk devlet
yapısında, din-devlet ilişkilerinin nasıl ele alındığı konusu üzerinde
durulacak.
Esas sorun devletin bir dine sahip olmasından kaynaklanmaktadır.
Laiklik genel olarak devlet ve dinin ayrılması, şeklinde anlaşılır. Bu
devletin bütün dinlere, inançlara eşit mesafede durmasıdır. Evrensel,
çağdaş laiklik anlayışı budur. Bu temel ilke Türk devlet hayatında,
devletin denetiminde din olarak anlaşılmaktadır. İslamiyeti devlet
yorumlamaktadır. Halkın, herkesin, bu yoruma göre tavır ve davranış
sergilemesi bu yorum çerçevesinde düşünmesi istenmektedir.
Bu, evrensel olan laiklik ilkesine aykırı bir durumdur. Ama Türk
egemenlik sisteminin, Türk devlet yönetiminin esası budur. 1924
Anayasası’nda da, 1961 Anayasası’nda da, 1982 Anayasası’nda da, Laiklik,
Türk demokrasisinin temel ilkesi olarak benimsenmektedir.1982
Anayasası’nın ikinci maddesi devletin laiklik ilkesinde bağlı olduğunu
söylemektedir. Onuncu maddede, dil,din, inanç farkı gözetilmeden kanun
önünde eşitlikten söz edilmektedir. 24. Maddede, din ve vicdan özgürlüğü
vurgulanmaktadır. Ama bütün bunlar, devletin denetiminde bir din
anlayışı çerçevesinde yorumlanmaktadır. Türk devlet hayatında, Türk
siyasal hayatında, Türk egemenlik sisteminde Laiklik anlayışı budur.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir devlet kurumudur. Din, İslamiyet Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın yorumuna göre yaşanmaktadır. Bu İslamiyet’in
Hanefilik mezhebidir.
Devletin bir dine sahip olması, bu dinin devletin bütçesinden finanse
edilmesi, toplumdaki, öbür dinlere, inançlara karşı ayrımcılığın
oluşmasını sağlar. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi, genel bütçenin
çok büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Öbür dinlere, inançlara mensup
insanlardan, örneğin Alevilerden toplanan vergiler de bu amaç
doğrultusunda kullanılmaktadır. Bunu ayrımcılık yarattığı açıktır.
“Halkın % 99’dan fazlası Müslümandır “ anlayışı çerçevesinde
Alevilerinde Müslüman olduğu kabul edilmektedir. Ve Cemevi’in, Alevilere
özgü bir ibadet kurumu olduğu kabul edilmemektedir. Bu, ayrımcı
politikanın, uygulamanın, önemli bir göstergesidir.
Devletin denetiminde din anlayışı, Cumhuriyet’e Osmanlı yönetiminden
geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Şeyhülislamlık devletin,
daha doğrusu Padişahın denetiminde olan bir kurumdur. Şeyhülislam,
Padişah tarafından tayin edilmektedir. Şeyhülislam tayin edilen kişi ilk
iş olarak Padişah’ı kutsamaktadır. Padişahın yapıp ettiklerine, örfi
hukuka, örfi hukukun gereklerine göre yapılanlara, meşruiyet veren
Şeyhülislam’ın fetvalarıdır.
Devletin denetiminde din anlayışı Osmanlı’ya da, Bizans’tan, Roma’dan
geçmiştir. Bizans imparatorluğu ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde, de,
devletin yani imparatorun denetiminde olan bir din anlayışı egemendir.
Bizans İmparatorluğu döneminde Patrik’i, Roma İmparatorluğu döneminde
Papa’yı tayin eden imparatordur. Patrik veya Papa da, tayin edildikten
sonra, ilk iş olarak imparatoru kutsamaktadır. İmparatorun yapıp
ettiklerine, örneğin savaş ilan etmesine veya barış yapmasına meşruiyet
veren Patrik’in veya Papa’nın yorumlarıdır.
Devletin denetiminde din ve Alevilerin Müslümanlığı söz konusu olduğu
zaman, İttihat ve Terakki’nin politikalarına bakmakta yarar vardır.
İttihat ve Terakki’nin, Rumların, Rum-Pontusların sürgünü, Ermenilerin
nüfusunun tehcirle, soykırımla yok edilmesi gibi karalılıkla yürüttüğü
bir politikası vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun, Türk esası üzerinden,
yeniden organize edilmesinde, bu, çok önemli bir politikaydı.
Sürgünlerle göçertilen, tehcirle, soykırımla yok edilen, Rumların,
Rum-Pontusların, Ermenilerin taşınmaz mallarına, zenginliklerine el
koymak, bunları Müslüman Türk tüccarın denetimine vermek İttihat ve
Terakki için çok önemli bir uygulamaydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Türk esası üzerinden yeniden organizasyonu
söz konusu olduğu zaman Kürdlerin Türklüğe, Alevilerin (Kızılbaşların)
Müslümanlığa asimile edilmeleri, yine çok önemliydi. Adriyatik
Denizi’nden Orta Asya içlerine kadar bir imparatorluk olacak, ama bu
imparatorluk sınırları içinde yaşayanların hepsi Türk olacak, Müslüman
olacak, Hanefi, laik olacaktı. Yani devletin denetiminde olan bir din
anlayışına uygun düşünce ve tutum sergileyecekti.
Dünyada, Müslümanların hepsi Türk olmayabilir ama her Türk muhakkak
Müslüman olacaktı. Örneğin, Karadeniz’in Kuzeybatısında yaşayan
Gagavuzlar Türk kökenli olmalarına rağmen, Hristiyan oldukları, Müslüman
olmadıkları için Türk kabul edilmiyorlar.
İttihat ve Terakki, Rumlarla, Rum-Pontuslarla, Ermenilerle,
Süryanilerle, Ezidi Kürdlerle ilgili pürüzleri Balkan Savaşları ve
Birinci Dünya Savaşı döneminde halletti. Kürdlerin Türklüğe, Alevilerin,
Kızılbaşların Müslümanlığa asimilasyonları ise, Cumhuriyet’in
sistematik bir uygulaması oldu. Her iki asimilasyon süreci de Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönemlerinde başlamış, İttihat ve Terakki
döneminde de üzerinde çok durulmuş ise de, esas uygulama Cumhuriyet
döneminde gerçekleşmiştir. Her Alevi köyüne Cami yapmak, imam göndermek,
Cumhuriyet’in kararlı bir politikasıdır.
1950’lerde, 1960’ların başlarında, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde,
Amme Hürriyetleri isimli bir ders vardı. Bu dersi Üçüncü Sınıfta, İdari
Şube öğrencileri ve Diplomasi Şubesi öğrencileri müşterek olarak
görürlerdi. Bu dersin hocası, Prof. Dr. Muammer Aksoy’du.(1917-1990)
Muammer hoca, Laiklik ilkesi üzerinde çok dururdu. Bu ilkeyi çok
savunurdu. Din-devlet ayrımını vurgular dinin devletin denetimi altında
tutulması gerektiğini söylerdi. Aksi halde, dinsel akımlar, şeriatçı
akımlar dizginlenemez, derdi. Aslında, 1950’lerde, 60’larda, 70’lerde…
Laiklik ilkesi genel olarak böyle anlaşılırdı. O yıllarda, şüphesiz,
Kürd/Kürdistan sorunları, Alevi, Ermeni sorunları gündemde değildi.
Bugün çok iyi biliyoruz ki, dinin yorumlanmasında, dinsel akımların
gelişmesinde, şeriatçı akımlara yol verilmesinde, devletin çok büyük bir
rolü, beklentisi vardır. Örneğin, 1990’larda, gerilla mücadelesinin
yükseldiği bir dönemde, Hizbullah devlet tarafından kurulmuş, militanlar
askeri kışlalarda eğitilmiştir. Halkın gerillalara verdiği desteğin
azaltılmasında, bu desteğin etkisiz hale getirilmesinde Hizbullah’ın
etkili olacağı hesaplanmıştır. Devletin denetiminde olmayan bir İslami
akımın gelişmesi mümkün değildir. İslami akımların, hükümete yakın
olduklarında, iktidar olduklarında, resmi ideolojinin temel gereklerine
göre düşünmeleri, tavır-davranış sergilemeleri çok kolay olmuştur.
Dinin devletin denetiminde olduğu Laiklik anlayışı, Laikliğin,
çağdaş, evrensel anlayışına kuşkusuz çok aykırıdır. Ama, bu Türk siyasal
hayatının, Türk siyasal kültürünün, Türk devlet yönetiminin çok önemli
bir boyutudur. Bugün evrensel bir değer olarak Laikliği, büyük bir etnik
ve dinsel grup olarak Aleviler savunmaktadır. Genel olarak Aleviler bu
ilkenin yaşama geçmesi için yoğun bir çaba içindedirler.
Evrensel Laiklik anlayışını yaşama geçirecek temel anlayış Eşit
Yurttaşlık Haklarıdır. Bu, devletin bütün dinlere/inançlara karşı eşit
mesafede durmasıyla gerçekleşir. Halktan toplanana vergilerle bir dinin
finansmanı bu şekilde önlenir, ayrımcı politikalar uygulamalar bu
şekilde etkisiz bir hale getirilir. Cemevi’nin ibadet kurumu olması da
bu şekilde yaşam bulur.
‘Anadolu Aleviliğinde Dolu Dem’
25-29 Şubat 2016 tarihleri arasında, Almanya’da, Köln ve Berlin
şehirlerinde, Kürdlerle ve Alevilerle ilgili konferanslar vardı.
Konferansla, soru-cevap bölümleriyle çok dinamiti, etkiliydi. Burada,
Alevilerle ilgili olarak, soru-cevap bölümünde gündeme gelen bir konuya
işaret etmek istiyorum.
Aleviliğin İslam dışı bir din ve inanç olmasında, içki konusu önemli
yer tutmaktadır. Cemevindeki ibadetde de içkiye yer verilmektedir. Gerek
Köln’deki, gerek Berlin’deki toplantılarda, bazı arkadaşlar, şunu
belirttiler: İçki, Alevilerin yaşamında önemli yer tutmaktadır. Ama
Cemevi’ne ibadet sırasında içki getirilmemektedir. Cemevinde ibadet
sırasında içkiye yer yoktur.
İslam’ın içkiye bakışıyla Alevilerin içkiye bakışları arasında çok
fark vardır. İslam, içkiyi kötülük olarak görmektedir. Aleviler ise,
içkiyi, insanı gerçek yüzün gösteren esas unsur, zihin açıklığı getiren
bir unsur olarak değerlendirmektedir. Öte yandan, Cemevinde ibadet
sırasında tüketilen lokma artık içki değildir, demdir. Cem’e getirilen
şarap veya rakı, dede tarafından okunduktan, dualandıktan sonra artık
demdir. Şaraba kızıldeli, rakıya akyazılı denmektedir. Cemdeki 12
hizmetden biri de sakiliktir. Saki, Cem’e katılanlara dem dağıtan
kişidir. İlk önce Dede, demden üç yudum alır… Sonra Cem’e katılan
herkese de dem bu şekilde dağıtılır.
Köln’deki ve Berlin’deki konferanslarda, Cem’de içki ile ilgili
anlatımlara itiraz Dersimli Alevi arkadaşlardan geldi. Her iki yerde de
bu tür itirazları yapanlar, Dersimli Alevilerdi.
Bu konuyu, Ankara’da, Alevilik konusunda uzman olan arkadaşlarla
örneğin, Alevilerin Kitabı yazarı Ali Yıldırım’la konuştum. Onlar, bunu
Dersimli Alevilerin İslam’a asimilasyon süreciyle, İslamcılara yaranma
anlayışıyla açıkladılar.
Piri Er’in, Anadolu Alevilerinde Dolu Dem başlıklı bir yazısı var.
Cem’e de içki getirildiği, buna dem denildiği ayrıntılı bir şekilde
anlatılıyor. Burdur Alevilerinde durum, Senirkent Alevlerinde durum,
İzmir Alevilerinde durum, Kırıkkale Alevilerinde, Yozgat/Çayıralan
Alevilerinde, Çorum/Osmancık/Çampınar Alevilerinde
Amasya/Merzifon/Kayadüzü Alevilerinde… Isparta/Gönen Alevilerinde,
Balıkesir/Edremit Alevilerinde, Muğla/Bodrum Alevilerinde, Denizli/Çal
Alevilerinde, Aydın /Bozdoğa Alevilerinde vs. denerek anlatılıyor. Bu
çok açık…
Tunceli Üniversitesi Alevilik Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü
Tunceli Üniversitesi, yakın zamanlarda, Alevilik Bektaşilik
Araştırmaları Enstitüsü’nün bir değerlendirmesini yayımladı. Bu
değerlendirmede, Aleviliğin, Tunceli’nin ne kadar Müslüman, ne kadar
Türk olduğu dile getiriliyor. Hacı Bektaş Veli’nin Yedinci İmam Musa
Kazım soyundan geldiği, Seyyidlerin, Oniki İmamlara oradan da Ehl-beyt
bağlandığı vurgulanıyor.
Bunun resmi ideolojiye uygun bir bilgi olduğu besbellidir. Bilim adı
altında resmi ideolojinin bilgilerinin üretilmesi dikkat çekicidir.
Resmi ideolojinin bilgilerinin, bilim adı altında, yeniden üretilmesi,
bu tutumun üniversitede kurumlaşması üzerinde dikkatle durmak gerekir.
Resmi ideolojin, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korumaya ve
kollamaya çalıştığı bir ideoloji olduğunu vurgulamak gerekir. Düşün
yasaklarını sistematik hale getiren bir kurum olduğuna da işaret etmek
gerekir. Bu yönüyle düşün hayatının çölleştiren, kurutan, beyinleri
kötürümleştiren bir kurum olduğun da belirtmekte yarar vardır.
Örneğin, Hacı Bektaş Veli’yi Yedinci İmam Musa Kazım’a, Seyyidleri,
Oniki İmamlara oradan da Ehl-beyt’e bağlayan şecerelerin hepsinin sahte
olduğu, bu sahte şecerelerin politik ve maddi çıkarlar doğrultusunda,
Nakib-ül eşref tarafından düzenlendiği biliniyor. Seyyidleri Oniki
İmamlara bağlamak Kürdleri Araplara bağlamak anlamına gelmektedir.
Tunceli Üniversitesi’ndeki Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Enstitüsü
yanında, aynı üniversitenin bünyesinde yer alan, Alevilik Araştırma ve
Uygulama Merkezi de benzer bir tutum içindedir. Tunceli Cemevi’nde de
aynı anlayışın hüküm sürdüğü gözlenmektedir. Tunceli Cemevi’nd de,
Tunceli’nin, Alevilerin, ne kadar Müslüman, ne kadar Türk oldukları
vurgulanmaktadır… Bunları, Dersim’den kopmanın, Tuncelilileşmenin
göstergeleri olarak düşünmek mümkündür.
Bu arada, Aleviliğin ne zaman, nasıl gündeme geldiğine de değinmek
gerekir. Alevilikle, Kızılbaşlıkla ilgili kitaplar, yazılar 1990’lara
kadar şüphesiz vardı. Fakat, sorun olarak gündemde yer alması 1990’ların
ortalarıdır. Gerilla mücadelesi etkinlik kazanınca, gerillanın halk
üzerindeki etkinliğini kırmak için, gerillayı zayıflatmak geriletmek
için Alevi sorunu gündeme getirildi. Fakat, Alevilik, resmi ideolojiye
uygun bir şekilde, Türk’e has bir din/inanç olarak gündeme getirildi.
Orta Asya kökenli olduğu, Şamanizmden büyük oranda etkilendiği
vurgulandı. Sadece Türkler Alevi olabilir, dendi. Böylece Alevi
Kürdlerin, gerilladan kopacakları hesaplandı
Ama, Alevilikle ilgili sağlıklı çalışmalar, onun, Müslümanlıktan, çok
farklı bir din/inanç olduğunu, Şamanizmle hiç ilgisinin olmadığını kısa
zamanda ortaya koydu. Aleviliğin, Kürdler arasında da,
Türkler-Türkmenler arasında da geliştiği görüldü. Ama Tunceli
Üniversitesi’nin hala bu şekilde, yani resmi görüşe uygun bir şekilde
düşünmesi, Aleviler Müslüman, Tunceli’yi Türk görmesi üzerinde durulması
gereken ciddi bir konudur.
İsmail Beşikçi