ÜNAL ÖZMEN / BirGün
Bir öğretmen dostum anlatmıştı: Henüz eğitim sendikalarının kurulmadığı seksenli yılların ikinci yarısında Tokat’ın Niksar ilçesinin bir köyüne atanmış. Her öğretmenin yaptığı gibi göreve başlamadan önce yeni atandığı yer hakkında ön bilgi edinmek için sağdan soldan bilgi toplamaya çalışmış. Dost ahbap yönlendirmesiyle ilçede görevli bir öğretmenden epey bir bilgi edinmiş. Atandığı yer, birçok Alevi köyünün arasında Sünni bir köy imiş; ama birlikte çalışacağı mevcut diğer öğretmen Aleviymiş.
Kendisi de Sünni olan öğretmen dostum, en az üç yılını geçireceği köyün Sünni ya da Alevi olmasıyla pek ilgilenmemiş. Fakat öğretmen arkadaşının Alevi olmasından, daha önce çalıştığı köylerde mahalleliyle birlik olup ‘mahalle baskısı’nın dozunu artıran öğretmenlerden biri olmayacağı için pek mutlu olmuş.
Anlattığına göre, arkadaşı düşündüğü gibi çıkmış. Fakat görev başladıktan birkaç hafta sonra bir cuma günü Alevi arkadaşını okulun merdiveninde abdest alırken görünce çok şaşırmış. Bundan sonrasını öğretmen dostumun ağzından dinleyelim.
“Önce elini yüzünü yıkıyor sandım. İstersen ibriği ver suyu ben dökeyim dedim. ‘Teşekkür ederim, abdest alıyorum’ dedi. Şaka yapıyor sanıp ısrar ettim. Kabul etmedi. ‘Bugün cuma, istersen sen de abdest al namaza birlikte gidelim’ deyince şaka yapmadığını anladım. Kızdım tabi; ona hayatımda hiç namaz kılmadığımı, bir gün itikada erer de namaz kılmaya kalkışırsam bunu da kesinlikle içinde bulunduğum topluma uymak için yapmayacağımı söyledim.
Bir Alevinin, üstelik 78’li solcu bir Alevinin bu davranışına bir anlam verememiştim. Gözünün içine bakarak arkadaşıma ‘Alnın secdeden kalkmasa da, oruca üçaylardan da başlasan bu köylülerin gözünde sen bir Kızılbaş’sın; bari bir Kızılbaş gibi yaşa!’ dedim. Biraz ileri gittiğimin farkındaydım. Her daim devlet baskısına maruz kalmış, yirmi hanelik mezralarına devlet zoruyla cami yapılmış biri olsam bu kadar rahat konuşabilir miydim emin değilim. Ama Alevilerin Alevi gibi, Kürtlerin Kürt gibi yaşamalarını savunmuş ve bu uğurda bedel ödemiş biri olarak kendimi tutamadım.
Zaman beni haklı çıkardı: Birkaç ay sonra Ramazan ayına girildi. Öğretmen arkadaşım da oruç tutmaya başladı. Sanırım Ramazan’ın ikinci günüydü, okulun çevresinde gözden uzak bir yerde sigara içerek geziniyordum oruç olduğundan kuşku duymadığım bir köylünün bana doğru geldiğini gördüm. Sigaramı avucumun içine alıp ayak üstü sohbete başladık. Sohbet uzayınca ‘Kusura bakma sigara içiyordum’ dedim. Tereddütsüz bir de bana ver dedi. Sohbete birlikte sigara içerek devam ettik. Nedendir bilmiyorum konuşmamızın bir yerinde söz arkadaşımdan açıldı. Köylü ‘Mümtaz hoca Kızılbaş olmasa iyi bir çocuk!’ dedi.
Dostumun anlattığı bu yaşanmış öyküden da anlıyoruz ki belli bir bilinç düzeyine erişmemiş, demokrasiyi, insan haklarını içselleştirememiş bir Müslüman için Alevilik kabul edilebilir ve içe sindirilebilir bir kültür değildir. Kültürel evrimini tamamlamamış, demokrat olmayan devletin de köylü vatandaş gibi düşündüğü ortada. Benzer bir sürü örnek bunun böyle olduğunu gösteriyor.
Sözü son günlerin sıcak tartışmasına getirmek istiyorum. Bugünlerde Aleviliğin ders kitaplarında yer alması tartışılıyor. Bir kısım Alevi örgütleri ‘Alevi İslam inancına’ din dersi kitaplarında yer verilmesini savunuyor.
Neden oportünistçe davranırlar anlamıyorum. Savundukları şeyin, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması için gittikçe güçlenen kamuoyunu zayıflatacağını; idare mahkemelerinin, Danıştay’ın, AİHM’in kararlarını etkisizleştireceğini bilmezler mi? Zaten hükümet yargı kararlarına rağmen ayak sürtüyor, ona bu fırsatı vermek niye…
İzzettin Doğan, kent kültürünün Alevi geleneklerinin unutulmasına neden olduğunu belirterek Aleviliğin yaşatılması için devletten yardım diliyor.
Bundan dolayı Aleviliğin din dersi gibi okullarda öğretilmesini savunuyor. Bize göre İzzettin Doğan’ınki kurda kuzuyu teslim etmek gibi bir şey olur. Bu kaygıyı paylaşan Ali Balkız ise Aleviliğin devlet himayesinden türemiş bir kültür olmadığını, yaşaması, varlığını sürdürmesi için geleneksel yollardan sapılmaması gerektiğini dile getiriyor.
Bir yazımda da belirttiğim gibi devlet, Sünnileşme heveslisi Alevileri markaja almak için din dersi kitaplarına birkaç Alevi deyişini eklemekte bir sakınca görmeyecektir. Fazla ısrar edilirse belki birkaç Alevi geleneğinden de söz edilebilir. Fakat bu Aleviliğin Sünnileştirilmesinden başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Bu konuda ısrar edenler bilmeli ki şu haliyle demokrasiyi bir tutum olarak benimsemeyen devlet de bu devleti yönetenler de yukarıdaki köylü gibi düşünmeye devam edecektir. Belki Şevket Kazan gibi “mum söndü oynuyorlar” demeyecekler ama bu lafın gerisindeki anlamı da akıllarından silemeyeceklerdir.
ÜNAL ÖZMEN
<!--
var prefix = 'ma' + 'il' + 'to';
var path = 'hr' + 'ef' + '=';
var addy66855 = 'unalozmen' + '@';
addy66855 = addy66855 + 'birgun' + '.' + 'net';
var addy_text66855 = 'unalozmen' + '@' + 'birgun' + '.' + 'net';
( '' );
66855 );
( '' );
//-->n
<!--
( '' );
//-->
<!--
( '' );
//-->
KAYNAK : BirGün - 23 Haziran 2009