Aleviliğin, İslamla, İslamiyetle hiçbir ilişkisi yoktur. İslamiyetten çok önceleri oluşmuş, Mezopotamya kökenli, Zerdüşt kökenli bir inançtır. İslamiyetle, Müslümanlıkla, Dördüncü Halife Ali’yle, 12 İmamlarla hiçbir ilişkisi, hiçbir bağı yoktur.
Aleviliğin, İslamla, İslamiyetle hiçbir ilişkisi yoktur. İslamiyetten çok önceleri oluşmuş, Mezopotamya kökenli, Zerdüşt kökenli bir inançtır. İslamiyetle, Müslümanlıkla, Dördüncü Halife Ali’yle, 12 İmamlarla hiçbir ilişkisi, hiçbir bağı yoktur. Alevilerin, 12 İmamlar adına, Ali adına yalvarış-yakarış içinde olması, dualar etmesi, kendisi olmamasının, kendisine empoze edilmiş bir ritüeli yaşıyor olmasının dikkate değer bir görüntüsüdür.
Alevilik son yıllarda, çok konuşulan konulardan biridir. Alevilik konusunda yayınlar artmakta, televizyonlar, radyolar çoğalmaktadır. Aleviler arasında örgütlenme de boyutlanmaktadır. Fakat Aleviler, kendisi olarak konuşmamakta, örgütlenme kendisi çerçevesinde gelişmemekte, dışarıdan, Alevilere empoze edilen bir bilinç doğrultusunda gelişmektedir. Kendisi olarak konuşan, kendisi olmayı savunan Aleviler şüphesiz vardır. Ama sayıları azdır. Seslerini yeteri kadar duyuramamaktadır. Böyle bir damarın bulunması şüphesiz çok olumludur. Sayıları ne kadar az olursa olsun, düşün hayatında belirleyici olan da bu damardır.
İttihat ve Terakki yönetiminden beri başlıca iki grup üzerinde yoğun bir asimilasyon uygulanmıştır. Kürtleri Türklüğe asimile etmek, Alevileri Müslümanlığa asimile etmek, yüz yıla yakın bir zamandır temel bir devlet politikasıdır. Bu, sistematik bir şekilde uygulanan bir devlet politikasıdır.
Asimilasyona karşı gösterilen tavırda Kürtler ve Aleviler arasında önemli bir fark vardır. Kürtler asimilasyonun bilincine varmış, ona karşı yoğun bir mücadele içindedir. Aleviler ise, büyük bir çoğunlukla, asimilasyonun bilincinde değildir. Alevilerin büyük bir kısmı, “Aleviyiz ama İslamız”, “İslamız ama Aleviyiz” deyip durmaktadırlar. Aslında, Aleviliğin, İslamla, İslamiyetle hiçbir ilişkisi yoktur. İslamiyet’ten çok önceleri oluşmuş, Mezopotamya kökenli, Zerdüşt kökenli bir inançtır. İslamiyet’le, Müslümanlıkla, Dördüncü Halife Ali’yle, 12 İmamlarla hiçbir ilişkisi, hiçbir bağı yoktur. Alevilerin, 12 İmamlar adına, Ali adına yalvarış-yakarış içinde olması, dualar etmesi, kendisi olmamasının, kendisine empoze edilmiş bir ritüeli yaşıyor olmasının dikkate değer bir görüntüsüdür. Devlet ve hükümet, devlete ve hükümete yakın yazarlar, “Alevi İslam” dan, “İslamın sufi bir kolu olan Alevilik”ten, “İslamın üç büyük yolundan biri olan Alevilik”ten söz etmektedir. Hükümetin, “Alevi İslam” la ilgili olarak reformlar yapacağından, Alevilikle ilgili açılımlar gerçekleştireceğinden söz edilmektedir. Devlet Bakanı, “Aleviler, Sünniler kadar Müslümandır” demektedir. Bu arada, kendilerini, 12 İmamlara, Peygamber Muhammed soyuna dayandıran Aleviler de vardır. O zaman onlar, Türkmen değil Arap olmuyor mu? Veya Kürt değil Arap olmuyorlar mı? Veya, “evladı Resul”, “Seydi Saadet Evladı Resul” olduklarını söyleyenler, Arap olmuyorlar mı? 1937-1938 Dersim ayaklanması lideri Seyit Rıza’nın, zulüm gördüklerini anlatırken, “evladı Kerbelayız” diyerek bu zulme layık olmadıklarını anlatmaya çalışması, elbette yanlıştır. “Evladı Kerbela” olunca Arap ve Müslüman olmuyor mu? O zaman Kürtlük/ Zazalık ve Alevilik nerede kalıyor? Kaldı ki, Kerbela’da katledilenler, 72 kişidir. Dersim ayaklanmalarında katledilenlerin sayısı ise onbinlerle ifade edilmektedir. Alevilik üzerine çalışan bazı araştırmacılar da, Aleviliği “heterodoks İslam” içinde değerlendirmektedir.
Şiilik elbette İslamlık içindedir. Şiilik İslamiyetteki iki önemli mezhepten biridir. Dördüncü Halife Ali, 12 İmamlar, Şiiliğin temel sembollerindendir. Alevi inancının ise, Şiilikle bir ilişkisi, bir bağı yoktur. Aleviliğin Orta Asya kavimlerinin, bu arada Türklerin de İslamiyetten önceki dini olan Şamanizmle de bir ilgisi, ilişkisi yoktur. Bu bakımdan, İslamiyetle ilişki kuran veya Şamanizmle ilişki kurmaya, bağ kurmaya çalışan bugünkü Alevi düşüncesinin eleştirisi gerekmektedir. Bu eleştiri devamlı ve dinamik olmalıdır.
Bugün gerek Kürt Alevilerin, gerek Türk Alevilerin Dördüncü Halife Ali için, 12 İmamlar için, örneğin Hüseyin için yakarışta bulunduğu büyük bir gerçektir. Alevilerin örneğin Muharrem ayında, üçüncü Halife Hüseyin için, Kerbela’da katledildiği günün yıldönümünde Şiiler gibi dövünmemekte, fakat 12 İmamlara yalvarmalarını yakarmalarını sürdürmektedir. Buradaki temel sorun ise, Şii inancının, Şii sembollerinin, Alevi inancına nasıl girdiğidir. Temel soru, Alevi inancının ne zamandan beri ve nasıl başkalaşmaya uğradığıdır.
[caption id="attachment_30517" align="alignnone" width="612"]
Haşim Kutlu’nun Kızılbaş Alevilikte Yol, Erkan, Meydan, Alevilik Öğretisi, (Yurt Kitap-Yayın, Eylül 2007, Ankara) kitabında bu konuyla ilgili dikkate değer açıklamaları vardır. Alevilik yerine Kızılbaşlık tabirinin daha çok kullanıldığı bu eserde Haşim Kutlu, Kızılbaş ocaklarının merkezinin Dersim olduğunu belirtmektedir. Ocakların aile ya da aşiret adıyla anılmalarının Kızılbaşlıkta (Alevilikte) bir sapma olduğu dile getirilmekte, Alevilik inancındaki bozulmanın 13. yüzyılda başladığına işaret edilmektedir. Moğol istilası ve Alamut ocağının ortadan kaldırılması Alevilik inancında büyük bir yıkımın başlangıcı olmuştur. Moğol istilası döneminde Anadolu’da meydana gelen Babai ayaklanmalarının (Baba İlyas-Baba İshak önderliğinde gelişen ayaklanmaların) Selçuklu lejyon ordularınca bastırılması, bu arada Alevi yapılanmasının darmadağın edilmesidir. Babai ayaklanmalarını Selçuklu lejyon ordularınca bastırılması sırasında Alevi yapılanmaları çok ağır darbeler almıştır. (age., s.126).
Ondördüncü asırda ise İran’da Müslüman Ali Şiası yaygınlaşmaya başlamıştır. Müslüman Ali Şiası, Anadolu Alevileri ile yaptıkları siyasal ittifakları istismar yoluna da gitmiştir (s.126). İşte Müslüman Ali Şiası’nın Aleviliğe, Kızılbaşlığa sızma çabaları bu dönemde başlamış, onbeşinci yüzyıl süresince devam etmiştir. Onaltıncı yüzyıl başlarında Şah İsmail ile birlikte (1487-1524) doruk noktasına ulaşmıştır. Alevi yapısındaki bu bozulmalar sürecinde ocak pirlerinin tavır ve davranışlarında da değişmeler olmuş, Alevi yol kuralları giderek aile çıkarlarına tabi kılınmış, yol evladının korunup kollanmasını esas alan Alevi yasalar, ailenin korunup kollanmasına dönüşmüştür (s.127).
Kızılbaş (Alevi) düşüncesine Hakk-Muhammed-Ali ritüellerinin, 12 imamlar ritüellerinin girmesi, 15. yüzyıl içinde kök salmaya başlamıştır. Şeyh Cüneyt’in (ölümü 1460), Şeyh Haydar’ın (ölümü 1488) iktidarı döneminde, Şah İsmail döneminde, bu ilişkiler iyice gelişmiştir. İmam Cafer buyruğu, Kızılbaşların (Alevilerin) ilgi duyduğu temel bir kitap olmuştur. İmam Cafer 702-765 yılları arasında yaşamıştır. Altıncı imamdır. 676-732 yılları arasında yaşayan ve beşinci imam olan Muhammed Bakır’ın oğludur. İmam Cafer’in büyük buyruğunun Bisati tarafından yazıldığı da bilinmektedir. Bisati ise 15. yüzyılda yaşamıştır (ölümü 1439). Aleviler bakımından bu konuda da derin bir çelişki vardır çünkü Caferi mezhebinin atası sayılan İmam Cafer, Kızılbaşlar için hiç iyi şeyler düşünmemektedir. İmam Cafer, Kızılbaşlar için “bilinsin ki ne onlar bizdendir, ne de biz onlardanız. Onlarla savaşanlar ise Hz. Muhammed’in önünde, onun düşmanlarıyla savaşanlar gibi kutsaldır, cennetliktir” demiştir (age, s. 128). Örneğin, 1510’larda cereyan eden Şahkulu ayaklanmasının da bu ilişkiler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Osmanlı karşısında yeniler Şahkulu güçlerinin, İran’a, Şah İsmail’e sığınması, Şah İsmail yönetiminin kendilerine nasıl muamele ettiği olgulara dayanılarak anlatılmalıdır... İmam Cafer’in bu sözü, 1990’ların ortalarında, Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde İran yöneticilerinin Türk yöneticilere yaptığı öneriyi hatıra getirmektedir. O dönemde İran yöneticileri Türk devlet ve hükümet yöneticilerine Aleviler hakkında “ya siz Sünnileştirin ya da müsaade edin biz Şiileştirelim” demişti. Kızılbaşlar için İmam Cafer döneminden günümüze kadar hiçbir şeyin değişmediğini bu öneri de açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bunlar ise Alevilerin büyük bir aymazlık yaşadığını göstermektedir. Alevilerin bu yönden eleştirilmesi gerekir. Bu eleştirinin devamlı kılınması da gerekir. Alevilerdeki aymazlığın “ille de Müslüman olma” ısrarının maddi ve manevi nedenleri üzerinde de durmak gerekir. Müslümanlığın hiçbir koşulunu yerin getirmeyen Alevilerin, Müslümanlıkta ısrarlı olmaları dikkate değer bir konudur. Alevi olan ama namaz kılan Aleviler de var deniyor. Onları, artık asimile olup Müslüman olmuş kişiler olarak değerlendirmek daha doğrudur.
Haşim Kutlu’nun sözü edilen Kızılbaş Alevilikte Yol, Erkan, Meydan kitabında bu konulara ilişkin bölümler vardır. Haşim Kutlu’nun, Alamut Ocağı ile ilgili düşüncelerinin Alevileri anlatıp anlatmadığı tartışılabilir. İsmailiye’nin, Nizarilik’in Alevilik olup olmadığı tartışılması gereken bir konudur. Öbür düşüncelerinin ise ufuk açıcı olduğu açıktır. Haşim Kutlu kitabında “Kürt ya da Türk Alevilerin, ya da bugün kendisini bu başlık altından ifade edenlerin Müslüman olup olmadıklarını tartışmak oldukça geri bir tartışmadır” demektedir (s.397). Bunu, “Alevilerin Müslüman olmadıkları çok açık bir gerçektir. Bunu tartışmak bile yanlıştır” şeklinde anlamak gerekir. Kitabın örneğin 154-155 sayfalarında dile getirilenler de bunu göstermektedir. Bütün bunlara rağmen bu ilişkilerde aymazlığı yaşayan Alevilerin eleştirilmesi gereği kaçınılmazdır.