Hilâl Kaplan / Taraf
Toplam yedi ayakta gerçekleştirilen ve Necdet Subaşı’nın yoğun çabaları sayesinde demokratik müzakere sürecinin Türkiye’deki nadir örneklerinden birini oluşturan Alevi çalıştayı sona erdi. Ortaya henüz pratik anlamda bir sonuç çıkmadığı için bu çalıştayı Alevi açılımının mahiyetini belirleyen ve gelecekteki uygulamalara ışık tutacak olan bir çalışma olarak görüyorum.
Bazı Alevi örgütlerinin Alevi açılımına kötü niyet atfederek çalıştaya katılmamasına rağmen bugüne kadar tartışmanın köşe taşlarını oluşturan zorunlu din dersleri ve Madımak’ın durumu gibi mevzularda uzlaşmaya varılmış. En çok ihtilafa sebep olan meseleyse cemevlerinin statüsü olmuş. Bildiğiniz gibi devlet nezdinde cemevleri halen ibadethane değil, kültür merkezi olarak kabul görüyor. Bu da cemevlerinde biraraya gelip ibadet eden Alevi vatandaşlarımızın hislerini incitiyor.
Sünnilerin cemevlerinin ibadethane statüsüne getirilmesine karşı çıkmalarınınsa yine hissi bir veçhesi var. Onlar da bir dinin iki ayrı ibadethanesi olamayacağından hareketle böyle bir kararın Türkiye’deki Müslümanları böleceğinden ve hatta Aleviliği İslam-dışı bir olguymuş gibi tanımlayanların işlerini fazlasıyla kolaylaştıracağından endişe ediyorlar.
Aynı endişeyi paylaşan bir Sünni olarak, tam da endişe ettiklerimin gerçekleşmemesi için cemevlerine ibadethane statüsünün verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira bu bölünme korkusunu gerçeğe dönüştürecek olanın Alevi vatandaşlarımızın kendilerini Sünnilerle eşit statüde yurttaşlar olarak görmemeleri olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki bir din değil devlet kurumu olan Diyanet İşleri’nin cemevlerini ibadethane olarak kabul etmesi İslam fıkhı açısından bir şey ifade etmiyor. Toplumsal bir olgu olan cemevlerinin İslam fıkhı içerisinden nasıl konumlandırılacağı ayrıca müzakere edebileceğimiz bir mesele olarak hâlâ önümüzde duruyor. Ancak devletin Sünniler ile Aleviler arasına koyduğu bu ve benzeri duvarları yıkmadan birbirimize ulaşıp halleşmemiz çok zor çünkü masaya eşit şartlarda oturmuyoruz.
Hani bazı feminist yazarlar sıklıkla “erkekler aradan çekilsin de biz kadınlar başörtüsü meselesini kendi aramızda konuşalım” der ya, ben de bu öneriye karşılık “önce şu başörtüsü yasağını kaldırmak için beraber mücadele edelim, ondan sonra sabahlara kadar konuşuruz” derim. Masada eşit şartlarda var olmaktan kastım da biraz böyle bir bakış açısından kaynaklanıyor.
Hem eğer bir tür bölünmeden bahsediyorsak Aleviler çoğunlukla cemevlerinde ibadet ediyor, cenazelerini oradan kaldırıyorlar. Yani bu tür bir ‘bölünme’ zaten vakıa olarak önümüzde duruyor. Bu ‘bölünme’nin önüne geçebilmek için de Sünnilerin Alevilerin ibadethanelerine sahip çıkmaları elzem.
Cemevlerine dair kafa karışıklığının en büyük sebebi en fazla 20 yıllık mazisi olan bir mekân olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Eskiden Aleviler cemevlerinde yaptıkları ibadetlerine benzer ritüelleri tekke ve zaviyelerde yaparlardı. Köyden şehre göçüş yeni bir örgütlenme biçimini beraberinde getirdi ama bu sefer Aleviler geleneklerinden gelen bir adlandırma yerine “cami” ile nerdeyse aynı anlama gelen “cemevi”ni tercih ettiler. Bu anlamda cemevleri Aleviliğin tarihi açısından anakronik bir yerde duruyor. Fakat Aleviler galiba ‘gericiliğin’ simgesi olarak algıladıkları tekke ve zaviyelerle aralarına mesafe koymak için böyle bir neolojizme başvurdular.
Bu noktada Cumhuriyet elitlerinin yok etmek için ellerinden geleni yapmalarına rağmen sona erdiremedikleri tekke ve zaviyelerle alakalı kanunun cemevlerine ibadethane statüsü verilmesiyle gündeme gelmesinin de önü açılıyor. Alevilerin şu anda Sünnilerden beklediği desteği o zaman esirgememesi ancak hakkaniyet ölçüsünün bir gereğidir. Böyle bir istek gündeme geldiğinde de muhtemelen “Sünnilerin talepleri, Alevilerin endişeleri” başlıklı bir yazı yazmayı gerektirecek bir ortam oluşacak ama eşit yurttaşlık, talepler kadar endişelerden de eşit pay almayı ve endişeleri yatıştırıp toplumsal talepleri desteklemeyi gerektiriyor sanırım.
Taraf - 3 Şubat 2010