Enver Gülşen
Alevî Çalıştayı bitişinde yayımlanan rapor sonrası her kesimden konu ile ilgili değişik fikirler geldi. Çalıştay, en azından konunun tekrar gündeme getirilmesi açısından faydalı olmuş görünüyor. Peki, nedir Alevîlerin sorunları diye düşündüğümüzde, ilk etapta Alevîler tarafından dile getirilen sorunların tartışılması önem arz ediyor.
Bütün dini ya da ladini cemaatler gibi Alevîlerin de ilk sorunu tanımlanma sorunu olarak dikkat çekiyor. Özellikle bir modernlik saplantısı olan tanımlama, tanımlayana tanımlananın haklarını belirleme hakkını vermesi açısından önemli bir tartışma zemini oluşturuyor. Elbette kendisini bir Müslüman olarak gören birisi olarak Alevîlik hakkında bir fikrim, düşüncem var. Herkes gibi bu düşünceleri dile getirme, yazma hakkım da var. Ancak asıl sorun, bir insanın, toplumun ya da devletin, bir cemaat hakkındaki yargılarının normatif hale getirilip bir düzenleme için çıkış noktası yapılmasıdır.
Özellikle Sünnî kesimde hep şu sorular sorulur: Alevîler kendi aralarında Alevîliğin ne olduğu konusunda bir uzlaşmaya varmışlar mıdır ki? Alevîlik bir İslam dini mezhebi midir? Eklektik bir din midir? Bir felsefe ya da yaşam biçimi midir? Şia mezhebine ait bir tarikat mıdır? Bu gibi sorular, sorunun çözülmemesi için bir bahane işlevi görüyor çoğunlukla. Zira tanımlayıcı zihniyetlerin ilk yaptığı şey, tanımlanması gerekeni belirli bir kalıba sokma ihtiyacına karşılık vermektir. Kalıba sokulan şeyin “bizatihi ne ise” ondan uzaklaştırılması da bir o kadar kolay olur bu şekilde! Bu aşamada Alevîliğin ne olduğunu norm ve bu normdan hareketle bir düzenleme yaratacak şekilde tanımlama hakkını ne Sünnîler, ne de devlet kendinde bulamaz. Alevîlik ister bir din, ister bir mezhep, ister bir tarikat olsun; buna karar verecek olan, ya da belki de hiç de karar verilmemesi gereken şeyin tartışmasını yapacak olanlar yine bizatihi Alevîlerin kendileridir.
Elbette bu tanımlanma sorunu genellikle o tanımlanan şeyin devletle nasıl bir bağ kuracağı ile ilgili olduğu için, tanımlayıcının bizzat devlet olması kaçınılmaz oluyor. Sünnî ibadethaneleri olan camilerin imam ve müezzinlerinin devlet tarafından atanması ve maaşlarının devlet tarafından verilmesi; Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi bir Sünnî yorum merkezinin oluşturulması nasıl bir taraftan Sünnîliği tek bir yoruma tevdi etmişse, Alevîliğin de devlet tanımlamasını fiilen kabul etmesi böyle bir sonuca yol açacaktır. “Parayı veren sınırları da belirleyecektir” bu anlamda!
Kişisel olarak Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun Sünnîlik için de olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması şimdilik mümkün görünmediğine göre Alevîlerin statüsü ile ilgili ne söylenebilir? Öncelikle Alevîler tarafından Alevîlikle ilgili kurumsal bir talep oluyorsa, bunun Diyanet benzeri bir kuruluşla karşılanması ve aynen camilerin olduğu gibi cemevlerinin de devlet tarafından tanınan kolaylıklardan yararlandırılması hakkaniyet açısından gereklidir. Ancak ideal olanın hem Sünnî, hem de Alevî ibadethanelerinin devlet kontrol ve desteğinden çıkıp tamamıyla cemaatlere devredilmesidir.
Bu noktada devletin cemevlerini ibadethane olarak tanıyıp tanımaması bir anlam ifade etmemelidir. Zira devletin böyle bir tanımlama yapmaya hakkı yoktur. Cemevlerinin ne olduğu sorusu sadece Alevîleri ilgilendiren bir soru olmalıdır.
Alevîlerin bir başka talebi zorunlu din derslerinin kaldırılması olarak görünüyor. Bu sorun Sünnîleri de ilgilendiren bir sorun olduğu için, bu sorunu yaratan zihniyetin biraz daha dikkatle incelenmesi gerekiyor. Zorunlu din dersleri, dinin, “insanlar ya davulcuya, ya da zurnacıya gitmesin” diye, devlet tekelinde ehlileştirilmesi isteğinin bir dışavurumudur zaten. Bu yüzden zorunlu din derslerinin ne Sünnîler ne de Alevîler için bir faydası olduğunu sanmıyorum. Ancak devlet, okullarda ya da okul dışında çocuklarına din dersi aldırmak isteyen ailelerin isteklerine de bir karşılık verebilmelidir. Bu şu demektir: Devlet ya din derslerini - ideal olanı budur - tamamıyla cemaatlere bırakacak ve bu yönde hiçbir düzenlemeye gitmeyecek; ya da okullarda din dersi almak isteyen öğrencilerin bu isteğini, din derslerini seçmeli yaparak hakkıyla karşılayacaktır. Son tahlilde sorun, her şekilde cemaatleri kontrol etme sapkınlığı olan devlet sorunu olarak dikkat çekmektedir.
Alevîlerin bir kısmının bir başka talebi Sivas katliamının yaşandığı yer olan Madımak Oteli’nin müze yapılması talebidir. Doğrusu, bir toplumda bir acının hatırlanması ile ilgili talep varsa, toplumun diğer tarafının öte tarafa “ben, senin acını hatırlamandan tahrik oluyorum” deme hakkının olmadığını düşünüyorum. Böyle konularda ana kriterim, ne olursa olsun acı duyanın acısına saygı duyulması gerekliliğidir. Dolayısıyla, Madımak Oteli’nin müze yapılıp yapılmaması sorunu Sünnîlerin ya da devletin belirlemesi gereken, ya da bu konuda söz sahibi olması gereken bir konu değildir bence. Bu konu da aynen Alevîliğin ne olduğuyla ilgili tartışmalarda olduğu gibi sadece Alevîlerin kendi içinde varabileceği bir uzlaşma ile çözülebilir. Sünnîlere ve devlete kalan bu uzlaşmaya saygı duymak olmalıdır.
Ancak bu konularda özellikle bir noktayı belirtmek isterim. Bir kısım Alevîlerin, kendi hakları ve özgürlükleri ile ilgilenmekten çok, Sünnî dindarların haklarının laiklik bahanesiyle azaltılması isteklerinin, kesinlikle ve hiçbir şekilde hakkaniyetli bir talep olmadığını düşünüyorum. Mesela bir Alevînin, Sünnî bir dindarın başörtüsü takıp takmayacağı, bu başörtüsüyle kamusal alanda olup olmayacağı sorunu hakkında norm belirleyici bir tanımlama hakkı olamaz! Yani yukarıdaki taleplerin yanında, özellikle Kemalizm ile hesaplaşamamış Alevîlerin, laikliğin sertleştirilmesi ve tavizsizleştirilmesi ile ilgili istekleri, konuyu hepten kördüğüm eden bir mahiyet arz ediyor. Doğrusu bu isteklerle, Alevîlerin yukarıda saydığım talepleri taban tabana zıt talepler olduğu için kendi aralarında bir tutarlılık da oluşturamazlar. Zira, gerek Sünnîlerin, gerekse de Alevîlerin sorunlarının temel sebebinin, büyük oranda vülger materyalizme varan pozitivizm ve bu pozitivizmden mülhem kontrol saplantısının dışa vurumu olan Türkiye’ye has laiklik yorumu (aslında laikliğin kendisi; ama laiklik tartışması çok daha derin bir entelektüel tartışma gerektirdiği için şimdilik yorumu demekle yetineyim) olduğunu düşünüyorum.
KAYNAK : DerinDusunce - 3 Mart 2010