Süleyman ZAMAN
Çalıştay; Bilim adamları ve uzmanların bir konuda ön hazırlık yapmak üzere katıldığı inceleme ve değerlendirme toplantısına denir.
Bu anlamda Alevi Çalıştay; Alevilik ve Alevilerin sorunları konusunda araştırma yapmak, bilgi sahibi olmak ve belirlenen sorunlar hakkında konunun uzmanları, akademisyenler, araştırmacı yazarlar ve konunun taraftarlarıyla bir araya gelip çözümler üretmek amacıyla Hükümet'in veya yetkili organların düzenlediği bir dizi toplantıları içermektedir.
Bir anlamda Alevi Çalıştay, ileriye doğru atılmış çok önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.
Ama bir başka anlamda ve uygulamada karşılaşılan somut verilere göre ise, Çalıştay; Alevilerin sorunlarını çözmek yerine daha da arttırmak gibi bir amacı da taşıyor olabilir. Bunu yaşadığımız süreç gösterecektir. Yaşam en büyük laboratuvardır.
Konunun taraftarı olarak Alevilerin binlerce yıl yaşadıkları sorunlar toplum tarafından zaten bilinmektedir. Bunu bizi yönetenlerin bilmemesi doğal ki düşünülemez.
Peki, bu sorunlar bilindiği halde neden böyle bir “Çalıştaya” gereksinim duyulmuştur? Bu sorunun bizce bilinen kesin bir yanıtı yoktur. Ama bu konuda tahmini çıkarsamalar yapılabiliriz.
Şunu özellikle belirtelim; Alevi çalıştayının düzenlenmesi konjonktüreldir. Bu konjonktürü etkileyen en önemli etken ise, Avrupa Birliği Uyum Yasalarıdır. Bu mantık dizgesinden hareket ederek bu konuda şu çıkarsamaları yapabiliriz:
Birincisi; Avrupa Birliğinin bu konuda ki dayatmaları;
İkincisi; özellikle emperyal güçlerin, ulus devletleri zayıflatmak için kimlik üzerinden yapılan politikaların öne çıkarılmaları;
Üçüncüsü; hükümetin, Alevilerin sorunlarını çözüyor gözükerek var olan sorunları çözmek yerine bunları zamana yayması ve sorunları daha da karmaşık duruma getirmesi; yani oyalama taktiği uygulaması;
Dördüncüsü; Aleviliğe yeni bir tanım getirilerek, Aleviliğin o tanımın içine sıkıştırılmak istenmesi;
Beşincisi; Aleviliği Şiileştirmek ya da Sünnileştirmek için, yeni arayışlar içine girilme çabası;
Altıncısı; Aleviliğin, toplumsal, kültürel, ritüel, batini ve tasavvufi yönlerinden çok, ibadet yönünü öne çıkaracak uygulamalar içine çekmeye çalışması ve bu yanıyla Aleviliği yalnızca Ehlibeyt yanlısı ve On iki imam sevgisine indirgeyecek bir yapıya dönüştürmesi ve bu anlamda Anadolu Aleviliğinin özünden uzaklaştırılması;
Yedincisi; Alevi örgütleri arasında ki farklı anlayışları açığa çıkararak, var olan Alevi Kurumlarını karşı karşıya getirmek….v.s. gibi işlevler içerdiğini söyleyebilirim.
Bilindiği üzere, hükümet son dönemlerde “Kürt Açılımı; Ermeni Açılımı; Alevi Açılımı, Demokratik Açılım”….vs. gibi konuları gündeme taşımakta ve toplumu bu gündemlerle yönlendirmektedir. Ama söz konusu hiçbir açılımda “net ve anlaşılabilir” bir somut öneri sunmamaktadır. Bu durum da insanların kafasını karıştırmaktadır.
Bir toplumun gelişimi asla kimlik üzerinden sağlanamaz. (Alevi, Sünni, Süleymancı, Nurcu, Yahudi, Hıristiyan, Kürt, Türk….) gibi kimlikler üzerinden yapılan her türlü politika veya açılım toplumda ayrıştırmayı ve farklılaşmayı daha da hızlandırır. Bu da sorunları çözmek yerine daha fazlalaştırır ve topluma zarar verir.
Oysa bir toplumda “kimlik üzerinden” değil de; toplumsal yarar gözetilerek uygulanacak politikalar sorunları çözmeye dönük en gerçekçi davranış olacaktır. Bu anlamda, üretimin arttırılması, kaynakları ekonomik yatırımlara yöneltilmesi, istihdam yaratılması, işsizliğin giderilmesi, insanların yaşam standartlarının arttırılması… gibi ekonomik kazanımlar, bu sorunları gidermenin tek ilacıdır. Esas açılım bu yönde atılmalıdır. Üretimin artması, istihdamın yaratılması, kaynakların toplum yararına kullanılması… Gibi uygulamalar toplumu geliştirir ve ileriye doğru dönüştürür.
Ayrıca, eğitimin, çağdaş, bilimsel ve uygulamaya dönük bir yapıya kavuşturulması; kültürel birikimlerin özgürce kendisini ifade etmesi, bir anlayışa, bir guruba ilişkin hiçbir inanç ve kültürel oluşumların bir başka topluluğa veya guruba zorla dayatılmaması… gibi evrensel değerlerin yaşama geçirilmesi bir toplumu birleştirir. Söz konusu uygulamalar yaşama geçirilmediği sürece yapılacak her türlü “açılım” yapay ve gündem değiştirmekten başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, “Alevi Açılımı” ile ilgili şunlar söylenebilir.
Hükümet ucu açık bir çalıştaylar dizisi başlatmıştır. Bu da hükümetin sorunu çözmekte samimi olmadığını göstermektedir. Oysa Alevilerin sorunları açıkça bellidir.
Peki, nedir Alevi-Bektaşilerin sorunları?;
1-) Okullarda “din derslerinin” zorunlu olmaktan çıkarılması:
İnanç, insanların kendi iç dünyalarıyla ilgili bir değerdir. Birisinin inancı bir başkasına göre farklıdır. Onun için bir inancı, farklı inanan birisine zorla dayatmak insani değildir, doğru değildir, haklı değildir, adil değildir. Dünyada kaç insan var ise o kadar farklı algı, farklı inanç bulunmaktadır. Aynı inancı taşıyanların aralarında bile ince ayrımlar (nüans) vardır. Bu anlamda insanlara zorla bir inancı dayatmak “insan haklarıyla” uyuşmamaktadır.
Bu durumda Alevi-Bektaşilerin, inanç ve ibadet yönünden Ortodoks (merkezi) inançla çok büyük farklılıklar içerdiği herkesçe bilinmektedir. O halde neden zorla “bir inanç, bir din” zorla Alevi çocuklarına verilmeye çalışılır. Bu dersin alınmasını isteğe bağlı kılmak, çok mu zordur. Mecliste beş dakika bile sürmeyecek bir oylama neden çalıştaylara taşınarak çözümsüzlüğe itilmektedir. Hükümetin yaptığı “bağ yemek değil, bağcıyı dövmektir”. Bu konuda samimi olunmadığı açıktır.
2-) Alevi Köylerine cami yapılmaması;
Alevilerin ibadet merkezi “Cem Evleri'dir. Bunu herkes biliyor da, hükümet mi bilmiyor? Cem Evi, Alevilerin kutsal yeridir, ibadethanesidir. Orada insanlar arınırlar, birlik ve beraberlik içinde toplumsal bir dayanışma sergilerler. Semahlarını dönerler. Cemlerini yaparlar. Bağlamalarını çalıp, deyiş ve nefeslerini söylerler. Cami’de bunları gerçekleştirme olanağı var mıdır? Bu sorunun yanıtı kocaman bir “hayırdır. Nasıl ki, Hıristiyanlar Kilise ’ye, Yahudiler, Sinagoga… Gidiyorlarsa, Alevi-Bektaşiler de kendi ibadet yerleri olan, cem evlerine gidip, inançlarını ve ibadetlerini burada yaparlar. Bu gerçeği kim değiştirebilir?. Birileri diyor ki; Cem evlerini kapatın, Cami'ye gelin. Neden?. Bu yetkiyi kim, nereden almaktadır. Alevileri tanımlama ve onların ibadet mekânlarını belirleme kimsenin haddi değildir, hakkı da değildir. Bu anlamda Alevi köylerine cami yapmak, Alevileri zorla kendi ibadet mekânlarından uzaklaştırmaya çalışmaktan başka bir amacı taşımamaktadır. Bu duruma göz yuman bir hükümet, Alevilere karşı nasıl samimi olabilir.? Bu durumu değiştirmek için Çalıştaya gerek var mı? Tabiî ki yok. Ama amaç çözmek değil, çözüyor görüntüsü vererek ve beyinlere bu imgeyi yerleştirmeye çalışarak oyalamaya dönük politikalar olduğu yönünde ki kuşkuları arttırmaktadır.
3-) Madımak Oteli’nin Müze Yapılması;
Sivas kıyımı bir insanlık ayıbıdır. Bu insanlık ayıbının yaşandığı otelin yıllarca “kebap salonu” olarak işletilmesi ise çok daha da ayıptır. Bu durum aynı zamanda bir insanlık suçudur. Geçmişte Sivas kıyımı gibi olaylara göz yumanlar, bugün çalıştaylar düzenleyerek sorunları çözmeye çalıştıklarını söylemektedirler. Ama bu anlamda hiçbir somut adım atılmamaktadır. Yakın zamanda Kültür Bakanı Ertuğrul GÜNAY, Madımak Oteli’nin müze yerine “Anı Evi” yapılmasını önerdi. Peki, neyin anısı sayın bakan. Bu Alevilerle dalga geçmektir. Alevilere bir şeyler anımsatmak değil, Alevilerin sorunlarını çözmeye yönelik uygulamalar yapmak önemlidir. Alevilerin tarih boyunca anımsadıkları o kadar çok katliamlar, kıyımlar var ki, onlar yetmiyormuş gibi birde “Sivas Kıyımını anımsatıyorlar bize. Aba altından sopa gösteriyorlar. Alevilerin, Bektaşilerin, demokratların, insan sevgisi taşıyan insanların “Sivas Kıyımı” gibi olayları anımsamak değil, bir daha Sivaslıların yaşanmayacağı koşulların oluşmamasını istemektedirler. Sayın bakan “Anı Evi” yaparsanız, belirli bir süre sonra her şey unutulur gider. Çünkü toplumsal bellek unutkandır. Aleviler oranın müze olmasını istemektedir. O kıyımın geleceğe gerçek ve doğru bir şekilde aktarılması ancak bu yolla söz konusudur. Bunu yapmak çok mu zordur? Bunun için çalıştaya gerek var mıdır? Ama amaç çözmek değil, savsaklamadır. Bu da hükümetin bu konuda da samimi olmadığını göstermektedir.
4-) Hacı Bektaş Veli Dergâhının Bektaşilerin ve Alevilerin denetimine ve yönetimine bırakılması;
Bir düşünün, kendi inanç önderlerinin dergâhına özgürce giremeyen bir toplumsal kesimin haklarından nasıl söz edilebilir. Hacı Bektaş Veli, Alevi-Bektaşilerin önderi, piri ve mürşididir. Mürşidini ziyaret etmeye giden bir Bektaşi veya Alevi, devletin görevlisine ücret ödeyerek içeri girmekte ve kendi inanç önderine özgürce sahip çıkamamaktadır. Alınan para ise Hacı Bektaş İlçesine harcanmamaktadır. Çünkü bu gelir Hacı Bektaş Müzesi’nin geliridir ve bu nedenle de bu müzeye kalmalıdır. Oysa olay hiçte böyle değildir. Böyle bir anlayış olabilir mi? Şimdi bu sorunu çözmek çok mu zordur? Bunun için bu sorunun çözümünü çalıştaya taşıyarak onu sürüncemede bırakmak ne kadar doğrudur. Diyelim ki hükümet bu olaydan habersizdi. Çalıştayın ilk toplandığı tarihten bugüne yaklaşık 5 ay geçti. Bu sorun beş ayda çözülemez miydi? Tabii bu yaşanılan gerçeklik toplumda “acaba” kuşkusunu da kendiliğinden yaratmaktadır.
5-) Diyanet İşleri Başkanlığı;
Diyanet İşleri Başkanlığı, tek bir mezhebin (Sünniliğin) sözcüsü olmaması ve Laik bir ülkede Diyanet gibi bir kurumun laiklikle uyuşmaması;
Özellikle laik bir devlette Diyanet diye bir kurumun bulunması devletin laiklik ilkesiyle uyuşmaz. Devletin dini olmaz, bireylerin dini olur. Her bireyin inancı kendi iç dünyasına aittir. Dolayısıyla devletin hiçbir inanca karışmaması, hiçbir inancı desteklememesi, hiçbir inanca kaynak aktarmaması ..vs. gerekir. Aleviler laik bir devlete bu gözle bakarlar. Bu nedenle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın devletçe desteklenmesini doğru bulmazlar. Tek bu olgu bile Diyanet'in varlığını sorgulamak için yeterli nedendir. Tüm bu gerçeklere karşın diyanet varlığını sürdürecekse, o halde tüm inanç kurumlarına kaynak aktarması gerekmektedir. Eşitlik açısından bu bir zorunluluktur. Aslında olması gereken, inanç kurumlarına gelenlerin, kendi kurumlarının kaynaklarını kendilerinin oluşturmasıdır. Ayrıca diyanetin yalnızca, Sünni Mezhebine hizmet sunması eşitlik açısından olumsuz bir durum oluşturmaktadır. Bu anlamda Alevi-Bektaşiler, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını, her inanç kurumunun kendi kaynağını kendisinin yaratmasını ve devletin hiçbir inanca katkı sunmamasını istemektedirler. Fakat bugünün koşullarında bunun yapılması toplumda kargaşa yaratacağından, Diyanet’in kapatılmasını dayatmanın doğru bir duruş olmayacağını da belirtmek gerekir. O halde Diyanet’e ayrılan kaynağı azaltmak ve tek bir mezhebe hizmet verme anlayışını terk etmek gerekmektedir.
6-) Cem Evlerinin yasal bir konuma getirilmesi;
Cem Evi, Alevilerin kutsal alanıdır. Cem evlerinin açılması hiçbir inancın kurumuna karşı açılmış değildir ve böyle bir anlayışı hiçbir Alevi düşünmez ve onaylamaz. Çünkü Alevi-Bektaşiler her inanca saygıyla yaklaşırlar. Her inancın kurumunu önemli görür ve onlara sevgiyle yaklaşırlar. Dünyada var olan tüm inanç kurumlarını değerli görür ve onaylar. Ama birileri de cem evini camiye seçenek ya da karşıt olarak görmemelidir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, cem evinin ibadet merkezi sayılamayacağını belirtti, camiye alternatif olarak gösterdi. Bu doğru bir tutum değildir. Bu benci ve merkezci bir görüştür. Bu görüşe katılmamız olanaksızdır. Nasıl ki Sünnilerin inanç merkezi camiyse, Alevilerin inanç merkezi de cem evidir. Cami de semah dönmek, bağlama çalarak deyiş söylemek, nefes okumak, kadınlı-erkekli toplu ibadet etmek… Var ise, biz camiye gelelim. Yok, eğer bu olanaksızdır deniliyorsa o zaman bırakalım herkes kendi inanç mekânında ibadetini gerçekleştirsin. Her inanç kurumuna saygı gösterilsin. Bizim istediğimiz budur.
Özünde cami de, cem evi de toplanmak, birlenmek, bir araya gelmek demektir. Ama her ikisinin işlevleri çok farklıdır. Bu farklılık zenginliktir.
Bundan dolayı cem evini inanç yeri olarak kabul etmek “eşit yurttaşlık” açısından zorunludur.
Camiye tanınan tüm hakların cem evine de tanınması gerekmektedir. Ülkede 15-20 milyon Alevi-Bektaşiler de vergi vermektedirler. Bu vergiden kendi inanç merkezlerine de pay aktarılmasını istemeleri onların en doğal haklarıdır. Nasıl ki camiye su ve elektrik ücretsiz veriliyorsa; diğer inanç kurumları da (Su, elektrik…) gibi kamu hizmetlerinden ya düşük oranda ya da ücretsiz olarak yararlanmalıdırlar. Bunu yapmak için çalıştaya gerek yoktur. Çok kısa sürede yasayla düzelecek bir konuyu geleceğe bırakmak, bunu uzun bir süreye yaymak AKP’nin bu olaya nasıl baktığının da göstergesidir.
7-) Demokratik ve Laik Cumhuriyet’in korunması;
Alevi-Bektaşiler için laiklik çok temel bir değerdir. Demokrasi de, çağdaş bir toplumun olmazsa olmazıdır. Laiklik olmadan demokrasi, demokrasi işletilmeden de gerçek laiklik yaşanamaz. İkisi birbirinin hem nedeni ve hem de sonucudur. Laiklik, insanın özgürleşmesi; demokrasi ise, bu özgürlüğün kullanılmasını yaratacak koşulların oluşturulmasıdır. Bundan dolayı da Alevi-Bektaşiler için laiklik ve demokrasi vazgeçilmez toplumsal değerlerdir. Alevi-Bektaşiler; laiklikten ödün veren, onu zayıflatan her türlü politikalara karşı duruş geliştirirler. AKP’nin sadece demokrasi söylemini öne çıkarıp laikliğe karşı direnç göstermesi Alevi-Bektaşiler, çağdaş ve ilerici Sünni yurttaşlar tarafından hoş karşılanmamaktadır. Aleviler Laik- Demokratik Cumhuriyetin yaşatılması konusunda çok duyarlıdırlar.
8-) Eşitlik Vatandaşlık İlkesi;
Alevi- Bektaşiler, eşitlik ilkesine çok bağlıdırlar. Eşitlik göreceli bir kavram olmakla birlikte, toplumsal anlamda genel geçer tanımı şöyle yapılabilir; bir toplumu oluşturan tüm kurumlarda geçerli olan her türlü uygulamaların herkese aynı ölçüde ve aynı derecede davranılmasıdır. Yani bir kurumda geçerli olan kuralların, hiç kimseyi ayırmadan herkese aynı şekilde davranması eşitliktir. Eşitlik toplumsal bir olgudur. Bu olgu dünya insanlık tarihinde verilen büyük bedeller ve emekler sonucunda kazanılmıştır. Bu anlamda ülkemizde geçerli olan tüm yasal ve kuralların kimseyi ayırmadan herkese aynı ölçütler içinde davranılması gerektiğini belirtiyoruz. Hiç kimse inancı, etnik kökeni, ekonomik farklılığı, kültürel ayrılığı… vs. yüzünden küçümsenmemeli, dışlanmamalı ve uzaklaştırılmamalıdır. Oysa bugün dahi; kız çocuklarını taşımak için verilen servis, Alevi oldukları için kaldırılıyor, ibadet evleri “Cümbüş Evi” olarak değerlendiriliyor. Alevi öğrencilerine zorla “Sünnilik” öğretiliyor. Oruç tutmayanlara baskı yapılıyor. Ramazanda lokantalar, yemekhaneler kapatılıyor. Aleviler için uygunsuz söylemler dile getiriliyor, camilere devletçe her türlü olanaklar sağlanırken, cem evleri yok sayılıyor…v.s. tüm bu uygulamalar eşit vatandaşlık ilkesine uygun olmayan uygulama ve davranışlardır.
Şu bir gerçek ki kimlik üzerine yapılan her türlü politika ve uygulama, sonuç olarak ayrımcılığı ve eşitsizliği yaratır. Eşitliği yaratmanın en temel işlevi insanların ekonomik olarak bağımlı olmaması ve ekonomik özgürlüğünü kazanması gerekir. Eğer insanlar yoksul ve işsizse ne özgür ne de eşit olabilirler…. Bundan dolayı da asıl sorun ekonomiktir. Gelişmiş ve kalkınmış bir toplumda “kimlik” siyaseti yapmanın koşulları oluşmayacağından orada etnik, inanç ve kültürel ayrımcılık da kendiliğinden ortadan kalkar. Sınıf temelli bir politik davranışla, kimlik temelli bir politik davranış çok farklıdır. Birincisi tüm halkları sömürene karşı birleştirir ve hak aramayı ilke olarak alır. İkincisi ise ayrıştırır ve düşmanlaştırır. 1980 yılından bu yana ikinci ilke uygulanmakta ve halklar birbirine düşmanlaştırılmaktadır.
Alevi-Bektaşiler bu durumda birlik ve dirlik içinde yaşamayı her zaman savunmuştur. Buna karşın hep baskı gören ve ezilen kesim olmuştur. Artık bu duruma bir son verilmesini istemektedirler. Bu da onların en doğal hakkıdır.
9-) Anayasa’da belirtilen Sosyal, Hukuk, Demokratik ve İnsan Haklarına bağlı yurttaşlık hakkı;
Anayasa’nın 2. Maddesinde belirtilen yukarıda ki niteliklere uygun yurttaşlık haklarından yararlanmak, bu ülkede yaşayan tüm insanların en doğal hakkıdır. Alevi öğretisinin toplumsal anlayışında “eşitlikçi-paylaşımcı” anlayış en temel anlayıştır. Bu anlamda Aleviler, Anayasa’da belirtilen yukarıda ki değerlere çok bağlıdırlar. Toplumun yararı, hukuka uygunluk, işleyen bir demokratik ortam ve insanın temel alındığı, herkesin evrensel hukukta geçerli olan haklara sahip olduğu bir toplumsal yaşamın varklaşmasını sağlayan politikaların ve uygulamaların tarafıdırlar. Aleviler, din ve vicdan özgülüğünü yaşamak istiyorlar. Herkesin inancının kendi vicdani sorunu olduğunu savunan aleviler, bütçeden diyanet başkanlığına ayrılan milyarlarca kaynağın haksızlık olduğunu söylemektedirler. Bu ülkede Alevi-Bektaşilerin de yaşadığı gerçeğini yönetenlerin ve tüm halkımızın görmesi gerekmektedir. Oy almaya gelince Alevileri anımsayanlar, Alevilerin yüz yıllardır yaşadıkları sorunları da anımsasınlar ve çözmek için irade kullansınlar.
Anayasamızın 10. Maddesi; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kimseye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” demektedir. Bu ilkeye günümüzde ne kadar uyulmaktadır? Düşüncelerinden dolayı yargılananlar, mezhebinden ve inancından dolayı dışlananlar, horlananlar, aşağılanlar… v.s olabildiğince yaşanmaktadır. Alevi çocuklarına zorla din dersi okutulmakta, köylerine cami yapılmakta, cem evleri yerine caminin yolu gösterilmekte, Alevilerin felsefi, batini, kültürel ve tasavvufi yönleri görmemezlikten gelinmektedir….. Bu durumda negatif bir ayrımcılığın açıkça ortada olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. O zaman Anayasa’nın 10. Maddesinde belirtilen bu değerler havada kalmaktadır. Yaşamda belirleyici olan uygulamalardır. Ünlü ozanımız Mahzuni Şerif iki dizesinde şöyle der; “Halka, öğrettiğini yapmayan kişi/Bin kitap okudum dese boş bana.” Gerçek şu ki, söylemek, yazmak değil; yaşamın pratiğine uygulamak önemlidir. Bu anlamda da Alevi-Bektaşiler bugüne kadar verilen sözlerin değil, bu sözlerin yaşama geçirilmesini istemektedirler.
10-) Dedelere maaş bağlanması;
Dedeler, Alevilerin inanç önderleridirler. Dolayısıyla da inanç kimlikleri bulunmaktadır. Aleviler, devletin inançlara karşı tarafsız olmasını istemektedirler. Devletin hiçbir inanca destek ve kaynak aktarması gerektiğini söylerler. Çünkü laik bir devletin bunu yapması gerekir. Aksi durumda laiklik tartışılır duruma gelir. Aleviler, laikliği ilke edinmiştir. Bir inanca bağlı olan insanlar kendi inanç önderlerinin ücretini kendileri ödemelidirler. Yoksa devlet yanlı olur. Bir inanca katkı sağlıyorsa onun tarafı olur ki bu da o devletin yurttaşlarına eşit davranmadığını gösterir.
Dedelere maaş bağlanması laikliğe uygun değildir. Laiklik inanan insanların kendi inançlarını özgürce yerine getirmesini sağlamakla görevidir. Ama hiçbir inanca taraf olamaz. Laik devlet inançlar üstüdür. Bu anlamda dedelere maaş bağlamak ve bunu istemek doğru değildir.
Yine dedelere maaş bağlanması, Aleviliği kendi özgünlüğünden koparmasını sağlar. Maaşı veren devlet, maaş verdiği kişiyi veya kurumu denetim altına alır. Dedelere maaş veren devletin; istediği kadar Alevi olmak gibi bir durumla karşılaşma tehlikesi bulunmaktadır. Bu da Aleviliği, Alevilik olmaktan çıkarır.
Bu nedenlerle Alevi dedelerine maaş bağlanmasına bir kısım Aleviler karşıdırlar. En azından Aleviliği özgün yapısıyla yaşatmak isteyenler bu görüştedirler.
Yukarıda yansıttığım görüşlerden hareketle, AKP’nin “Alevi Çalıştayı” ile yapmak istediğini iyi anlamak ve tahlil etmek gerekmektedir.
AKP’nin, Alevi sorunlarını gündeme taşıyıp konuyu kamuoyuyla tartışması olumlu bir adımdır. Buna kimse karşı gelmez. Fakat çalıştayın ucunun açık olması, Aleviliği özgün yapısıyla yaşatmaya çalışanların Çalıştaya çağrılmaması; Aleviliği, Şiileştirmeye çalışanlarla Başbakanın bir araya gelmesi, somut sorunlar bilinirken, sanki sorunlar bilinmiyormuş da, sorunları öğrenmek için toplanılıyor havasının verilmesi, AKP’nin geçmişten bugüne aleviler karşıtı politikaları benimseyen bir ekolden gelmesi, geçmişte başta Başbakan olmak üzere Alevi kurumlarına karşı girişilen linç hareketleri,… bu olumsuz tabloya büyük kuşkular katmaktadır. Gelinen noktada sürünceme bırakılan “Çalıştaylar Dizisi'yle daha da çözümsüzlüğe götürülmek gibi bir anlayış ve uygulama da gözükmektedir.
Alevilik tanımı; Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, AKP’nin bir oyunuyla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz. AKP’nin Alevi açılımının özünde Aleviliği Sünnileştirmek, özünden uzaklaştırma düşüncesinin yattığını söyleyebiliriz. Dedelere diyanetten maaş bağlama düşüncesinin altında böyle gizli bir amacın olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Ayrıca “Alevilik, Ehlibeytti sevmekse, bende Aleviyim” diyen ve Aleviliği bu boyuta indirgemeye çalışanlar bulunmaktadır. Cem Vakfı, Ehlibeyt Vakfı… vs. ile birlikte, Başbakan Erdoğan gibi bir çok AKP’li ve Sünni inançtan insanlar bu görüşü taşımaktadırlar. Özellikle Cem Vakfı çevresinde bir takım insanlar diyanetten Alevilerin de pay alması gerektiğini belirtmektedirler. Bu Alevilik açısından çok tehlikeli bir istemdir. Diyanetin memuru olan bir Alevi dedesi özgün Aleviliğini asla yaşayamayacaktır. Bu görüş Aleviliği sadece “ibadet” anlayışına indirgemek demektir. Peki nerede Aleviliğin “sazı, semahı, bağlaması, deyişi, nefesi, cem 'deki arınma ritüeli…vs. tasavvuf ve batini anlayışı, insan merkezli öğretisi, tenasüh ve hulul anlayışları; şantiyeleri, konuşan Kuran diye adlandırılan “söz kültürün yaratıcıları” ozanları, kadın-erkek eşitliği;….vs.
Aleviliği sadece Ehli-Beyt sevgisine ve On iki İmam’a bağlılığına ve Kerbela Kıyımına duyulan acıya dönük tutulan on iki gün “matem orucuna” indirgemek, Aleviliği Şiileştirmekten başka bir anlama gelemez. Yapılmak istenen de budur.
Aleviliğin, özüne Bâtın ilik ve Tasavvuf egemendir. Aleviliğin dayandığı düşün temellerini ve inanç uygulamalarını bilgeler gerçekleştirmişler ve var etmişlerdir. Bin yılların var ettiği Anadolu özgün kültürünün bir birleşimidir Alevilik. Bu birleşime son olarak da İslam’dan bir takım değerleri kendisine katmıştır. Olan budur. Şimdi burada, İslam’la ilgili yönlerini öne çıkarıp, “Alevilik İslam’ın özüdür” demek ne kadar doğrudur. Alevilikte öyle değerler vardır ki, birileri de çıkar; “Alevilik Budizm’in, Zerdüşizm’in, Manizm’in… vs. özüdür” diyebilir. Alevilik hiçbir inancın özü değildir. O kendisinin özüdür. Onun özü de Anadolu özgün kültürüdür. Aleviliğin İslam içi veya İslam dışı diye tartışılması da çok yanlıştır. Her iki söylemde doğru değildir. Bu olaya nerden baktığınıza bağlıdır. Bunun tartışma alanı doğal ki bu yazının sınırını aşar.
Alevilikle ilgisi olmayan, bugüne kadar Aleviliğe şaşı bakan kimi insanların, Alevilik tanımı yapmaya kalkışmaları doğru değildir. Tanım üzerinden Aleviliğe bakış, Alevileri parçalamaktan başka bir işleve hizmet etmez. Nasıl ki Sünni inancında da birçok mezhepler, çok farklı tarikatlar var ise, Alevilerde de, farklı yorum getiren, farklı düşünen ve farklı görüşler ileri sürenlerin bulunması da çok doğaldır.
Aleviliği ancak aleviler tanımlarlar. Çünkü bugün Alevilik, aleviler tarafından öğretisiyle, inancıyla halen yaşatılmaktadır. Yani Alevilik tarihsel işlevini etkin bir şekilde sürdürmektedir. Dolayısıyla bir olguyu yaşayanların, yaşadıklarını kendilerinin anlatması, tanımını kendilerinin yapması en gerçekçi ve en doğru tavır olacaktır. Aleviliği yaşatanlar, bu konuda en doğru tanımı yapmaktadırlar ve yapacaklardır.
Eğer Alevilik konusunda ila da bir tanım isteniyorsa; ben, hem bir Alevi olarak hem de Aleviliği az çok inceleyen birisi olarak bu konuda kendimce şöyle bir tanım yapabilirim; Alevilik; Tanrı-Doğa-İnsan birlikteliğini savunan, bu dünyanın gerçekliğine inanan, var olan tüm şeylerin birbirleriyle bağıntılı olduğunu söyleyen, her şeyin görüntüsünden çok özün önemli olduğunu belirten,… gizemci bir öğreti ve insanı merkez alan, sevgiyi en üstün değer olarak gören hümanist bir inançtır.
Alevilik, doğruluğu, muhabbeti, sohbeti, sevgiyi, üretkenliği, paylaşımı, dostluğu, kardeşliği, barışı ve insancılığı savunan bir değerler sistemini savunur. Aleviler öğretilerinde toplumculuğu, birleştiriciliği, üretkenliği… vs. görüşlerinin temeline koymuşlardır. Bu anlamda, sömürüye, bireyciliğe, kendinciliğe, soyguncuya, insanı mutsuz eden her türlü olay ve olguya karşı tutum alırlar.
YAPILAN ALEVİ ÇALIŞTAYLARI
1. ALEVİ ÇALIŞTAYI;
1. Alevi Çalıştayı 03-04 Haziran 2009 tarihinde yapıldı. Yapılan bu çalıştay Devlet Başkanı Faruk Çelik’in başkanlığında 35 Alevi-Bektaşi temsilcisinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Katılımcıları arasında alevi postnişin Veli yeddin ULUSOY, Alevi-Bektaşi Federasyonu başkanı Ali BALKIZ, Alevi Kültür Dernekleri Başkanı Tekin ÖZDİL, Cem Vakfı Genel Başkanı İzzettin DOĞAN, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanı Fevzi GÜMÜŞ, Alevi Dernekler Federasyonu Genel Başkanı Metin TARHAN, Alevi Vakıflar Federasyonu Başkanı Doğan BERMEK, Dünya Ehlî-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani ALTUN, Alevi Dedeleri Binali DOĞAN, Kurtcebe NOYAN, Hitit Üniversitesi öğretim üyesi Osman Eğri… Vs.. gibi öğretim üyeleri ve birçok Alevi sivil toplum örgüt temsilcileri katılmıştır.
Bu Çalıştay sonucunda beş temel isteklerde alevi kurumları, dedeleri ve temsilcileri anlaşmışlardır.
Anlaşılan istekler şunlardır:
a-) Cem Evlerinin yasal statüye (konuma) kavuşturulması,
b-) Zorunlu din derslerinin kaldırılması,
c-) Madımak Otel’inin Müze yapılması,
d-) Alevi köylerine cami yapılmasının durdurulması ve buraya atanan imamların geri çekilmesi,
e-) Alevi inanç merkezlerinin, alevi kurumlarına bırakılması…..
Çalıştaya katılan tüm alevi temsilcileri ortak bir kararla bu konularda tam bir birliktelik göstermişlerdir.
Geldiğimiz noktada beş aylık bir süre geçmesine karşın yukarıda belirtilen hiçbir konuda somut bir adım atılmamıştır. Bu konular zamana yayılarak sürünceme bırakılmıştır. Bu konuları siyasi irade istese hemen çözebilir. Ama nedense çözümden çok, konuşmayı ve oyalamayı sürdürmekte ve yapay bir gündemle kafaları karıştıran bir taktik uygulamaktadır. Bu davranış, bu sessizlik ve çözüm üretme yerine söz üretme ya da sorunları çözmekten çok çözüyor görüntüsü vermekte ve kendince, Alevilerin sorunlarına eğilen ilk hükümet imgesini vermeye çalışmaktadır.
AKP, eğer samimiyse bugüne kadar en azından yukarıda belirtilen sorunlardan bir tanesini çözebilirdi. Oysa öyle yapmıyor çalıştaylar dizisi yaparak kamuoyunu aldatmaya çalışıyor.
2. ALEVİ ÇALIŞTAYI;
Bu Çalıştay 8 Temmuz 2009 tarihinde yapılmıştır. Yapılan bu toplantıya çoğunlukla akademisyenler katılmıştır.
Ne yazık ki akademisyenlerin katıldığı bu çalıştaya, Alevilerle hiç ilgisi olmayan insanlar Alevilik üzerine konuşmuşlardır ve kendilerince Aleviler konusunda düşünceler ileri sürmüşlerdir.
İstanbul Ceylan Otel'de düzenlenen bu toplantıya Prof. R. Ahmet Yaşar OCAK, Prof. Dr. Hüseyin BAL, Prof. Dr. Fuat BOZKURT, Doç . Dr. Mustafa AYDIN, Doç. Dr. İlyas ÜZÜM, Prof. Dr. Binnaz TOPRAK, Yrd. Doç. Ali YAMAN, Prof. Dr. Niyazi ÖKTEM, Prof. Dr. Tarhan ERDEM, Prof. Dr. İştar GÖZAYDIN, Prof. Dr. Nevzat TARHAN ve Prof. Dr. Mustafa ERDOĞAN'ın da aralarında bulunduğu 32 bilim adamı katılmıştır.
Bu toplantıda, Alevi Kurumlarından temsilen hiçbir kimse çağrılmamıştır. Aleviliği, alevi olmayanlar tanımlamaya ve açıklamaya çalışmışlardır. Alevilerin bulunmadığı böylesi bir toplantı eksiktir ve yanlıştır.
Bu toplantıya katılan kimi akademisyenler, aleviler için; “Demokratik olmayan güçlerin savunucuları ve darbecilerin yandaşı” diyerek suçlamıştır. Söz konusu bu “akademisyenin” Alevileri hiç tanımadığı ortaya çıkmıştır. Oysa tarihsel sürece şöyle bir bakılsa; bu “akademisyenin” söylediğinin tam tersine Alevilerin tarihi demokrasi, eşitlik ve hukuk savaşıyla geçen bir tarihtir. Aleviliğe art niyetle ve şaşı bakan bir insandan da bu beklenir. Böyle bir insan Aleviliğin sorunlarını çözmek için toplandığı söylenen bir çalıştay da ne için bulunmaktadır. Aleviliğe sorun yaratanlar, alevi sorununu çözemezler. Aleviler tarih boyunca hep ezilmişler, horlanmışlar, dışlanmışlar, yakılmışlar, yok sayılmışlar, küçümsenmişler, iftiralara uğramışlardır… yukarıda ki cümleyi kullanan kişinin “akademisyen” kimliğiyle toplantıya katılması ise ayrıca düşündürücüdür.
Yine bir başka akademisyen olan ve kendisi “Prof.” Olan sözüm ona bir başka “akademisyen” ise; Aleviler için “ iç ve dış çeşitli güçler tarafından kullanılan bilinçsiz bir topluluk” olduğunu söylemiştir. Oysa bu “akademisyen” ne Aleviliği biliyor ve ne de Alevileri tanımıyor. Tanısa böyle bir cümle kullanmazdı!... bu “akademisyen” ve buna benzer ön yargılı insanlar bilmelidir ki Aleviler, her zaman, her dönem çağdaş, bilimsel, akılcı, toplumcu, paylaşımcı, barışçı… bir anlayışla en temel evrensel değerleri savunan bir topluluk olmuşlardır. Yine açıkça bilinmelidir ki; Aleviler her zaman laik, demokratik ve hukuk egemenliğine dayanan Atatürk cumhuriyetinin en büyük savunucularıdırlar. Bu konuda hiçbir kimse Aleviliğe söz söyleme cüretinde bulunamaz.
Bunu söyleyen bir “akademisyenin” tarihe şaşı baktığını söyleyebilirim.
2. Çalıştay, aleviler açısından tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bunun en büyük nedeni, Aleviliği sorun olarak gören kimi insanların, bu çalıştaya davet edilmeleri, buna karşın hiçbir alevi temsilcinin davet edilmemesidir ve kimi kişilerin Aleviliğin hakaret sayacağı bazı sözleri söylemesidir. Bu olay çalıştayın gittikçe sorunları çözme değil, yeni sorunlar yaratan bir konuma dönme tehlikesidir.
3. ALEVİ ÇALIŞTAYI;
19 Ağustos 2009 tarihinde yapılan bu çalıştaya, ilahiyatçılar katılmışlardır
Söz konusu çalıştaya diyanetten Başkan Yardımcısı İzzet ER katılmıştır. Ayrıca Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Hamza AKTAN, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu Başkanı Saim YEPREM ve Tunceli Müftüsü Arslan TÜRK de katılımcılar arasında bulunmuşlardır.
Bu Çalıştaya 42 ilahiyat fakültesinden, aralarında Prof. Dr. Mehmet ERDOĞAN, Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI, Prof. Dr. Hasan ONAT, Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Prof., Prof. Dr. Hayri KIRBAÇ OĞLU, Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ, Doç. Dr. Aliye ÇINAR, Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ VE Goethe Üniversitesinden Prof. Dr. Ömer ÖZSOY. Gibi ilahiyatçılar da katılmışlardır.
İlahiyatçılar, Aleviliği tanımlamak ve İslam içinde bir yere oturtmak için kendilerine göre, teolojik analizlerde bulunmuşlardır. Ama yaptıkları analizlerin Alevilikle hiç ilgisinin olmadığı görülmüştür. Alevilik, Müslümanlık mıdır, değil midir? Gibi Aleviliğin özünü yok etmeye dönük görüşlerin ortaya konduğu çalıştay, aslında Alevilerin sorunlarını çözmek değil, Alevileri Sünnileştirmeye ya da Şiileştirmeye dönük bir politik söyleme dönüşmüştür. Eğer Aleviliğin, teolojik boyutu tartışılacaksa bunu tek başına ilahiyatçıların yapamayacağını, alevi inanç önderlerinin, alevi akademisyenlerinin, alevi araştırmacı ve yazarlarının da yer aldığı bir toplantıda ele alınması en doğru bir duruş olacaktır. Bir ilahiyatçının Aleviliğin teolojini tek başına tanımlama veya açıklama yapma hakkı yoktur. AKP, bu duruşuyla sorunu çözmek niyetinde olmadığını göstermektedir.
Sivas’ta Madımak Otel’inin müze yapılmasına, din derslerinin kaldırılmasına, cem evlerinin inanç yerleri olarak kabul edilmesine, cem evlerinin elektrik ve su paralarının ücretsiz olmasına….v.s ilahiyatçılar, akademisyenler, sanatçılar veya sivil toplum kuruluşları mı karar verecek. AKP, sorunu örtmeye ve zamana yaymaya çalışıyor, bunu da beceremiyor. Ucu açık açılımlarla belki insanları bir süre kandırabilirler ama bunu uzun süre sürdüremezler.
Diyanet Başkanı diyor ki; “Cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, Müslümanları böler.” Böyle bir anlayış olabilir mi? İşte Diyanetin Aleviliğe ve cem evlerine bakışı budur.
Önce şu kabul edilmelidir; Aleviliğin Ortodoks İslam’la hiç ilgisi yoktur. İslam içi, dışı tartışmaları da Aleviliği zayıflatmak ve özünden koparmak için yapılmaktadır. Alevilik ne İslam’ın özüdür ve ne de İslam’ın dışındadır. Cem Evleri caminin alternatifi değildir. İbadet biçimleri, ritüelleri, kültürleri, teolojik anlayışları, kadına ve topluma bakışı… çok farklı olan iki inanç biçimiyle karşı karşıyayız. İkisi nasıl aynı inanç sayılabilir? Sorun burada. Biz aynıyız demek ne kadar doğru. Biz aynı değiliz. Bizi aynılaştırmayın. Ama benzerliklerimiz var. Bu benzerlikler bizi aynı kılmaz. Kültürlerin ve inançların etkileşimi her öğretide her dinde bulunmaktadır.
Öncelikle gerek hükümet, gerek karar vericiler ve gerekse ilahiyatçılar önce bu gerçeği bilmelidirler.
4. ALEVİ ÇALIŞTAYI;
30.09.2009 tarihinde yapıldı. Bu çalıştaya sanatçılar ve Sivil Toplum Kuruluşları çağrıldı.
Gerçekten de böyle çok sık “Alevi Çalıştaylarının düzenlenmesi bir yerde bıkkınlık getiriyor. Alevilerin sorunlarını Ensar Vakfı, MÜSİAD… vs. gibi sivil toplum kuruluşları mı çözecek. Böyle saçmalık olur mu?
4. Çalıştaya Sanatçı Ferhat Tunç Katılmamış. Gerekçelerinde de oldukça haklı. Ama yine de katılıp görüşlerini o ortamda yansıtması daha doğru bir davranış olurdu.
Çalıştayların artmasıyla; AKP sorunu çözmek yerine daha da karmaşık hale getiriyor. Aleviliğe ön yargıyla bakan insanlardan veya kurum ve guruplardan bilgi alıyor. Bu samimiyetsizliktir. Bu Alevileri oyalamaktır. Bu sorunları çözmek değil, çözüyor gözükmesidir.
AKP veya hükümet eğer, Alevilerin sorunlarını gerçekten çözmek istiyorsa, bunu ülke de gerçekleştireceği demokratik hakları yaşama geçirmesiyle; insanların ekonomik yönden güçlenmesini sağlamakla başlayabilir. AKP’nin yedi yıldır mecliste çoğunlukları vardır. Hükümet ellerinde. Birçok şeyi hemen yapabilecekleri herkesçe biliniyor.
Bilinen sorunları zamana yayarak, AKP bu sorumluluktan kurtulamaz.
AKP, son dönemde “açılım” adına birçok sorunu gündeme getirmiş bulunmaktadır. Bu olumlu bir adımdır. Ancak AKP, sorunları çözeceğini söylemekle yetiniyor ve çözüm noktasında geri çekiliyor. Alevi Açılımı, Kürt Açılımı, Demokrasi Açılımı, Ermeni Açılımı… vs.
Hükümetin bu konulardan hiç birisinde samimi olmadığı gözükmektedir. Alevi açılımda bu durum daha da açıkça gözükmektedir. Kürt Açılımı konusunda da aynı durumla karşı karşıyayız. Bunu görmemek düşünce körlüğü olur.
Biz bunu görüyoruz....
Süleyman ZAMAN
KAYNAK : Alevihaber.com - 17 Ekim 2009